The Latest

haber1 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haber1 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Zeki Müren der ki;

6 Aralık 1933
Doğmuşum... İyi halt etmişim.

1939 İlk okul;
Siyah önlük beyaz yaka.
Topluma ilk fiyaka

1944 Orta Mektep:
Soluk beniz kısa saç
Umutlardan kıskaç.

47 Lise:
Pembe hayaller, yeşil filizler
Yorulmayan yorgun dizler

1950 Akademi:
Renk deryasında renksiz yelkenli

1955 Sahne:
Çile, para, para, çile.
Ne dilersen dile.

1962 en büyük aşkım;
1962 en deli gönlüm...
1962 en... neyse...

Bindokuzyüz bilmem kaç;
Veda kara dünyaya.
Son tarihi bilseydim,
İşportacı olurdum
Hayatın anası tablamda.



Çocukluğumda taş plaklarını dinleyerek başlayan hayranlığım ve kelimelere nasıl taşıyacağımı bilemediğim duygularımla Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Bursa'da Zaman" başlıklı denemesindeki ifadesi gibi "ruhaniyetli bir şehrin" , batılı modern ve evrensel ışığı Zeki Müren' in Bodrum' daki evindeyim.  

Bodrum' a gidip de Zeki Müren 'i ziyaret etmeden dönmek kaleyi ziyaret etmemek gibi... büyük kayıp olur ki Bodrum ziyaretimin en öncelikli amacı Zeki Müren' i ziyaret etmekti... Muhteşem bir sanatçının evine konuk olmak, onu daha yakından tanımak, benim hissettiklerimi yaşamak istersen en kısa zamanda sen de ziyaret et derim....

BİR KIRIK PLAK GİBİ İÇİMDE HATIRALAR


İçeriye girdiğin anda seni çok sıcak karşılayan bir hava var, hissettiriyor varlığını, misafirperverliğini sanki  oradaymış gibi... Sesiyle karşılıyor seni... gezerken evin her yerini, duyguların sel oluyor gördüklerine arka fonda eşlik eden o eşsiz besteleriyle. Çocukluğum gözümün önünden geçiyor, ne şanslıyım diyorum bu değerle beni erkenden tanıştıran bir ailede büyümüşüm, yoksa nasıl inerdi bu ses bu kadar derinlerime...

BEN YARALI BİR KUŞUM KİMSESİZİM BERDUŞUM

Kıyafetleri, takıları, ayakkabıları, tüm zarif aksesuarları, arabası, yaklaşık on bin tane arasından seçilen ve bazıları sanki dün çekilmiş gibi canlı duran fotoğrafları, ödülleri, plakları, şiirleri, notları, arşivleri şöyle dursun aaah o sandıklar dolusu hayran mektupları, bir bir açıp okumak istedim gördüğümde. Bir süre seyrettim ve düşündüm nasıl bir sevgidir bu diye...

Kalbi de sesi gibi güzel insan, tüm mirasını hepimizin bildiği gibi Türk Eğitim vakfı ve Türk silahlı Kuvvetleri Mehmetçik vakfı'na bırakmıştır... Ne kadar örnek bir sanatçı demeden geçemeyeceğim....

ÇITKIRILDIM İSTANBUL EFENDİSİ
Okumaya doyamıyorum hayatını, sanki onunla sohbet eder gibi...

"Bursa' nın Tophane mahallesinde doğan Zeki Müren, annesinin yardımıyla alfabeyi 5 yaşında sökmüş , o yaşta üzerlerine büyük harflerle ismini yazdığı plaklar hazırlıyormuş. Siyah defter kapaklarından makasla oyduğu, renkli elişi kağıtlarından göbek yapıştırdığı sessiz plaklar...

Aile Mora Yarımadası göçmeni, büyükbaba Rumcayla karışık bir Türkçe konuşur, büyükanne keyfi yerindeyken , mesela sabah kahvesini pişirirken uzak memleketinden Rumca nağmeler mırıldanırmış. Zeki Müren, daha ilkokul çağına gelmeden her ikisini de kaybetmiş. Annesi Hayriye Hanım' ın ailesi ise Bulgaristan' ın Köstendil, Tırnova yöresindenmiş. Bursa' da Zeki Müren' lere yakın mahallede yaşarlarmış. Dedesinin sesi güzelmiş. Hatim indirir, bazen camide ezan okurmuş.

Zeki Müren: " bendenize ses denen mukaddes mirası bırakan hacı dedem son derece şakacı, hoşsohbet bir insandı" der ve ekler " sesi çok gür ve tesirli, Hafız Burhan Bey' in stilinde ve renginde idi. Gazel türünden parçalarını dinlerken hazdan ağlardık. Bir de ' Memo Memo' isimli bir Rumeli havası vardı ki tizden okununca inanınız pencere camları titretirdi. Dedem, İstanbul Radyo' sundaki ilk seanslarımı büyük titizlikle takip ederdi. En çok ' Meyhane mi bu bezm-i tarabhane-i cem mi' isimli uşşak eseri okuduğum gece duygulanmış ve tebrik ederken pembe  nurlu yanaklarındaki biriken gözyaşlarını saklayamamıştı"

İLK SAHNESİ ARKA BAHÇESİ


Arka bahçelerinde bir dut, bir incir, bir malta eriği ağacı ve sardunya saksıları varmış... Evlerden evlere geçen Pınarbaşı suyunun aktığı iki yalaktan büyük olanı Zeki' nin doğal sahnesiymiş. Kibrit kutusunun ucuna sicim bağlayarak yaptığı mikrofonuyla şarkılar söyler, annesinin Tokalon krem kapaklarını kastanyet gibi çalar, komşu çocuklarına konser verirmiş...

O dönemlerde çocuk olmak varmış dedirtiyor Zeki Müren sevgim....

RAKI' YI NEDEN Mİ SEVMEZDİ....

Bu kısmı yazarken içimde bir hüzün... Milyonların sevgilisi olmuş bir değer ve onun çocukluk yaraları... Anlamak gerekir, derinlere inmek gerekir bir insana "neden?" diye sormadan önce... Ne kadar da önemli anne ve babaların çocuklara olan davranışları aslında...



Annesiyle babası arasındaki geçimsizlik, babasının ilgisizliği Zeki' yi kahrediyor ama bir yandan da kamçılıyormuş. Orta 1' de ülkedeki bütün sınıf birincilerinin sıralandığı iftihar kitabında resmi çıkmış, babasına heyecanla uzattığında ne takdir ne tebessüm görmüş...

Babasının her akşam içtiği rakı, Zeki Müren' in ömrü boyunca en sevmediği içki olmuş... Anasonlu çöreğe bile tahammülü yokmuş.

Annesi ise, kendisinin teşbihiyle "Fahriye abla" şiirindeki tipin tıpkısının aynısıymış... Annesini makyaj yaparken gözünü kırpmadan seyreder, bahçede sardunya çiçeklerini avucunda ezip kendi yüzüne tatbik edermiş. Sünnet olduğunda ellerine kına yapmamaları için diretmiş, onun yerine oje sürdürtmüş. Sünnet kıyafetini ise bir ay boyunca üzerinden çıkarmamış.

YÜREĞİ DAĞLAYAN ŞİİRİ....

Zeki Müren, 10 yaşına kadar anne babasıyla aynı odada yatmış ve 6 yaşına kadar geceleri altını ıslatmış. Şimdi bu da ne alaka demeden önce  şu şiiri oku da in çocuk Zeki' deki derinliğe...


Uykum kaçmasın diye
Yatağıma işerdim çocukken
Kuru uyku
Islak yatak

Çişimi yapıp yatarım şimdi
Uyku hak getire
Islak uyku
Kuru yatak...

İNÖNÜ VE MENDERES' TEN SONRA MEMLEKETİN EN ŞÖHRETLİ İNSANI

Beyaz ve renkli fraklar, papyona takılan küçücük inciler, aynalı yakalar, yakadan sarkan ampullü çiçekler... Gazino sahnelerine getirdiği değişim bu kadarla sınırlı değil tabi... Sahneden seyircilerin arasına uzanan T biçimli platform ve kordonlu el mikrofonundan salıncağa, fonda köpüklerin aktığı hareketli dekorlardan, kıyafetlere kadar bir sürü denenmemiş fikri hayata geçirmiş bir sanatçı Zeki Müren.

Hayat dergisi 1958' de onu " sahne hayatına bir revü havası getiren genç ses yıldızı " olarak tanımladığında, Zeki Müren ne güzel söylemiş  " ses sanatkarları sahneye penguen gibi, karga gibi siyahlara beyazlara bürünerek çıkarlar. Oysa filmlerde gördüğümüz Batılı şarkıcıların kıyafetleri ne güzeldir. Hem bizim de efeler, zeybekler allı pullu elbiseler giymezler mi?"

BU RADYO ZEKİ MÜREN ÇALIYOR MU?


Zeki Müren' in elinden tutan ilk kişi Suzan Güven, yağmurlu bir günde onu radyo imtihanına götürmüş ve ilk bestesini de radyoda o okumuş... 40'lı yıllarda Müslümanlığı seçen Ermeni sanatçı Suzan Güven, müzikal filmlerin ve gazino sahnelerinin yıldızlarından biriydi... Halk Zeki Müren' i sesinden evvel şu bestesiyle tanımış ;

"Zehretme bana hayatı cananım, elemlerle doldu benim her anım, kederimle yanıp sönse de canım, inan ki ben yine sana hayranım"

Bu besteleri ve sesi dinlemek için sabırsızlananlar artınca da gazeteler radyo markası reklamlarıyla dolup taşmaya başlamış. Ne büyük bir sevgi ve değerdir  ki; insanlar radyo satın alırlarken  " bu radyo Zeki Müren çalıyor mu? " diye sorarlarmış...


SEN MİNİ VE MAKSİ ETEĞİNDEYSEN DİNLE SIĞ İNSAN SANA SÖZÜ VAR ZEKİ' NİN...

"dedelerimiz evlerinde entari giymiyorlar mıydı?, padişahlar sırmalı elmaslı kaftanlarının altına ne giyerlerdi?, kafkas beylerinin çizme üstüne giydikleri kıyafet maksi değil de nedir?, rahipler kadın mıdırlar?, mevleviler kloş etekleri ile semaya varmıyorlar mı? O ne ılvi bir görüntüdür., Arap ülkelerinde yere kadar giyilen entarilere söz edilebilir mi?, Bir sanatçı bahsedilmediği gün bitmiş tükenmiş demektir... Yıldırımlar yüksek tepelere düşerler demiş atalarımız. Sizler benim siperisaikamsınız... (Hafta sonu, 16 Ağustos 1970)

Sanat kainatın içindedir. Sanatkar bunu oradan çıkarabilendir demiş Albrecht Durer ve eklemiş başka bir düşünür, " sanatın düşmanı bilgisizliktir" diye...

Sanatçı gözünü kulağını sana ödünç verir, ölümsüz sanat diye bir şey varsa bunun bir kısmı da Zeki Müren' in eseridir diye düşünüyorum.

Sanat yüce bir şey, eğlenceden ziyade. İnsan geliştikçe sanat da gelişir ve  her sanat eseri bir yaşanmışlığın, heyecanın, kısacası  insana dair her şeyin duygusal karşılığıdır bence. Bu gibi yüce duyguları sanata dönüştürüp bizlerle paylaşan hayatta olan olmayan Zeki Müren gibi yetenekli ve değerli tüm sanatçılara sonsuz şükranlarımı sunuyorum hepimizin adına...

Bir hayranı soruyor; " Hayatınızda nefret ettiğiniz üç şey nedir?"
Zeki Müren cevaplıyor; " Hayatta nefret ettiğim üç şey riya, yalan ve nankörlüktür."

"Ne köşklerde, ne sarayda, ne dünyada ne de ayda. Benim yerim çok uzakta, dualarla yaşıyorum"...

Duygularımıza tercüman, yaralarımıza ilaç Zeki Müren, ruhun şad mekanın cennet olsun...

Annesinin "Müren ağacı"  diye isim verdiği ve kendi eliyle çizdiği bir ağaç resminin üzerine yazdığı, göz yaşları içinde okuyacağın muhteşem mektubuyla bitirmek istiyorum yazımı...




" Evladım, çok yormamaya bak kendini. İnsan gençken dinlenir ama yaşlanınca bizim gibi olmaması için kendine iyi bakması gerekir. Canım evladım beni dinle zira gözümde tütüyorsun gurbet çok zor aylardır seni görmedim vallahi içim harıl harıl yanıyor... İnşallah İstanbul' a gelince hemen geleceğiz yavrum , biz artık son bahar olduk bir gün Müren ağacının dibine düşmek üzereyiz. Seni artık böyle görmek istiyoruz, çoluğun çocuğun ailenle görelim. Evlatların için çalış, dünyanın en tatlı meyvası evlat inşallah Cenab-ı Hak hayırlısını nasip etsin. Babanla ben hasretle güzel yanaklarından öperiz evladım. İşlerinde, konserlerinde hayırlı muvaffakiyetler temenni ederiz..."


"SANAT NE KADAR UZUN TANRIM, HAYAT NE KADAR KISA " ( goethe)

Sevgiyle;

PINAR TOK



Arıyorum... İçimdeki yakınlığı
Yakınlıktaki içimi, içimdeki seni.
Dönüp dolaşıyorum ey aşk.
Dolaşıp duruyorum...

ŞEMS: Hocam (Rukneddin Secasi) aşk nedir?

 - "Bardağa dolan ilk şarabı, sakinin sarhoş bakışlarından ödünç aldılar. Dünyanın neresinde bir gönül derdi varsa onları bir araya topladılar, adına aşk dediler..."

- Peki, aşkın acı pınarını kim bal eyler?

- Evlat o bal ummanını buralarda arama, Konya'da bulacaksın.

- Kimde?

- Aşkın pirinde. Öyle pir ki pişireni sen olacaksın.

- Nasıl tanırım onu, izi, işareti ne?

- O seni bulur. Şam'a bir kafile gelecek. Onu karşıla. Her kafileye sor, soruştur. Aşkı kitaplarda, halveti yollarda arayandır senin aşığın. Kim kimi aradı, kim kimi buldu, bunu aşka adanış belirleyecek.

Konya'nın yolunu tutmadıysan, tasavvufla ilgin yoksa o zaman yorum da yapma...

MEVLANA ve ŞEMS'i anlamak gerçek aşk' tan geçer...

Beni derinden etkileyen muhteşem bir şehirdeyim, Konya' dayım. Öyle bir şehir ki; dili olsa da günlerce, aylarca dinlesem, sussam, ağlasam, anlasam... İnsanın ruhuna inen bir derinliği var Konya'nın , maneviyatın kuvvetliyse dalı veriyorsun o derinliğe ve başlıyorsun sorgulamaya hayatını... 

Mevlana ve Şems aşkı sarıyor her yanını, şehrin diğer güzellikleri bir yana dursun tüm dikkatim bu meselede....ilahi bir boyut. Bunu anlayabilmemiz mümkün değil ancak anlamaya çalışabiliriz. Araştırmalarımda gördüm ki anlamayan da çok...


MADEM HAMI PİŞİREMİYORSUNUZ BARİ PİŞMİŞİ HAM ETMEYİN...
Bugüne kadar milyonlarca yazı yazıldı bu şehri büyülü yapan Şems ve Mevlana ile ilgili. Bunların hepsini analiz edip yorum yapacak değilim elbet ama septik ve entrika dolu yorumlara da sessiz kalamıyor insan.. Karşındaki hakkında bir yorum yapabilmen için onun geçtiği tüm yollardan geçmiş olman gerekir. Özellikle de yorum yaptığın, ilişkilerini farklı boyutlara taşıdığın kişiler ilahi boyuttaysa... Hak' ka aşıksa...

Olumsuz yazıların sahiplerinin, kendi ışıklarının olmadığı, kalp gözlerinin de karardığı aşikar ki cüret edebilmişler sırlarla dolu meşakkatli yolculuğu yapanların üzerinden ezbere edebiyat yapabilmeye... Hani bir nevi, dinime küfreden müslüman olsa modelleri...

Milletçe ezelden beri ne meraklıyızdır dedikoduya, başkalarının hayatlarına. Bilmeyiz ki, kınanan her şeyi yaşatır Allah... Bilmeyiz ki derindedir anlam, sığda kalanlar boğulurlar aslında...

Bir iki kelime kitap okusan, araştırsan, konunun derinliğine dalsan, Konya'da onları ziyaret etsen de anlasan ne demek istediğimi, bilsen bu dünyada ne kadar boş şeylerle uğraşıp da zaman kaybettiğini. 

Şems'in Mevlana'ya dediği gibi: 
" Git şimdi ey vefalı! Açtırma kötü söz arayanların dudaklarını;
sakız verme dedikodu arayanların ağızlarına.
Beni aramaya çıktığını aleme bildirip deliliğine ferman yazdırma.
Kimse seni burada görmeden git. Ben ki, varım; sen içimdesin, bunu bil."

SEN NASIL BİR PINARSIN MEVLANA'M İÇTİKÇE DAHA ÇOK SUSUYORUM

Mevlana bir okyanus Şems de bir güneş... "Her aşk baş götürür, bu kez baş veren Şems olmuştur" diyor okuduğum bir kitapta ( Aşkın Gözyaşları' nı  bizlerle buluşturan değerli Sinan Yağmur' a sonsuz teşekkürler) ve şöyle devam ediyor;

"Şems ki, Mevlana'yı Mevlana yapandır. Şems ile karşılaşıncaya kadar Mevlana bir alimdir. Konya'nın sevgilisi, olgun ve makul başmüderrisi. Aklın ve onun çocuğu olan bilimin dairesi içinde dolaşan mantıklı bir İslam aliminden bir cezbe (hak) adamı çıkaran Şems' tir..

Gariptir Şems. Bu aniden gelen mağrur adam, mağrurluktan başka bir imlayla mağrurdur. Sahte tevazuyu kibir ile eş tutar ve ondan bu yüzden nefret eder. Kabiliyet bir Allah vergisiyse onu saklamanın da sahtecilik anlamına geldiğini düşünerek mağrurdur. Kimliği belirsiz ama olsun; Şems'in saçları Tebriz'in gecesidir. Yüzü İsfahan'ın güneşi. Mihr ve mah onun kelamından dökülür. Çünkü Şems hatırlatır. Ezelde büyük bir karşılaşma olmuştur. "


(Başını, sonunu yazarım beni etkileyen bölümlerden ve derim ki ortasını, bu derinliği sen oku da anla....)

GÖR Kİ AŞK İÇİN ÖLMEK NE DEMEKMİŞ...

Konya ıssız bir şehir havasındadır. Gecesi ölüm kokan şehrin gündüzü kıyamet sessizliğindedir. Dergahın kapısı çalınır. Yaşlı bir adam Mevlana'nın huzuruna çıkmak ister. üzeri aranır, elinde sımsıkı tuttuğu zümrüt yeşili mendil dışında hiç bir şey yoktur. İçeriden Mevlana kapının önüne bağırarak çıkar.

- Kokusu geldi, o geldi. Şems ölmemiş bakın... Dergahımız kokusu ile tütüyor der.

Mendili getiren ihtiyar:

- Efendim bunu size getirmemi daha önce hiç görmediğim yabancılar söyledi.

Mevlana içeri girer, mendili koklar, eli titreyerek açar. İçinden sarı kağıda yazılmış bir not çıkar:

" Başımı kesip kör kuyuya atsalar... Şah damarımdan oluk oluk kanı akıtsalar... Dokuz yurda tenimi lime lime dağıtsalar... Yedi çakal sürüsü vücuduma saldırsalar... Kırmazdı acılar beni, yorardı belki teni. Özümsün, özümle ararım Mevlana'm seni. Yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör ki aşk için ölmek ne demekmiş."

Mevlana yere düşüp bayılmış...

Aşık odur ki, Allah'tan aldığı aşk emanetini Allah'a verir. Aşk mezhebinde her şey Yüce Aşk' a kurbandır...

Bedenlerin değil, ruhun yolculuğu bu Hak aşıklarının yolcuğu... Bu yolculukta olanlar bir yazıya sığdırılamayacak kadar ayrıntılı bir okadar da değerli...

 "Elalem şarap içer sarhoş olur, biz aşk ehliyiz, içmeden sarhoş olmuşuz" demiş Mevlana. Bunu anlayabilmen için bu geçici ve sahte hayatın sahte sarhoşluğundan ayılman gerekiyor. Mevlana türbesi ayılman için bire bir....

Mevlana Türbesi

Hiç ziyaret etmediysen, okudukların ruhuna ulaşmayabilir. Ne demek istediğimi anlamayabilirsin. İçeriye adım attığın andaki o maneviyatı ve boyutunu kelimelere dökmem mümkün değil. İçerideki huzur, özellikle bu zamanlarda her yerde aranan o huzur , seni senden alıyor ve daha önce hiç hissetmediğin bir boyuta taşıyor. Burada o huzurla ettiğin dua sonrası, "ben daha önce dua mı etmişim" diyorsun. Ziyaretim sırasında en hoşuma giden ziyaretçi gurubu 5 yaşındaki ana okul öğrencileriydi. Hepsi tombul küçük ellerini açmış dua ediyorlardı:)  Öğretmenlerinin anlattıklarını dikkatle dinleyip anlamaya çalışıyorlardı. 5 yaşındaki çocukların ilahi zekası bazı büyüklere ders niteliğinde...!!!
"İki kubbe var islam aleminde; ki ikisi de yeşil, Kubbe-i Had-ra. Biri Peygamber'in, Biri Mevlana'nın. Şimdi Mevlana, Kubbe-i Hadrası'nın altında. Babası, oğlu, çelebisi ve katibi, Selahaddin'i ve Hüsameddin'i ile üzerine titreyen zarif kalabalığının arasında. Dokunmaya kıyılmayacak denli soylu bir gül; nazlıdır, nazında. Vakurdur, vakarında. şehirlidir, inceliklidir; nezaketinde, zerafetinde ve daha fazlasında, zaman uzanırken. Şems, uzakta. Karanlığında. Bir köşede. Tenhalığında. Yalnız yatıyor..."


"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"
Mevlana ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlana ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu...
"Dün dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar şey varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım"

Hepimizin hayatlarında türlü problemler, yaşanmışlıklar, yanlış insanlar olabilir. Adına aşk dediğimiz ama gerçekte bir derinliği olmadığını anladığımız duygular yaşanabilir. Şimdi soruyorum sana, okuduklarından sonra senin yaşadığın da AŞK mı ! 

Artık yeni şeyler söyleme zamanı....

Konya' dan ayrılırken içim bir buruk, daha fazla kalmalıyım diyor insan. Kaldığım her gün Mevlana' nın huzuruna çıkma şerefine nail oldum ve ruhum hiç olmadığı kadar huzur buldu. Cevapsız sorum kalmadı. Konya'nın onca güzellikleri solda sıfır kaldı, şehrin neresini gezersem gezeyim dönmek istediğim yer Mevlana oldu.Türbe' de gördüğüm yabancılar, çocuklar, dünyanın dört bir yanından gelip merakla içeriyi inceleyen insanlar, ne gibi büyük değerlere sahip olduğumuzu bir kez daha hatırlattı. 



Bu arada, Şems' in türbesini ararken adres sorduğum insanlardan gelen cevap da Konya ve bu AŞK  kadar derindi... 

-Şems'in türbesi nerede?
-Türbesi burada ama kendisi nerede bilinmez...

Gerçek AŞK' a selam olsun, kalplerimiz Mevlana&Şems temizliğiyle dolsun ...

Sevgiyle
PINAR TOK











































İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜
Annem

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *


Bu Blogda Ara

Translate

Blog Arşivi

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE
GÜLÜMSEMEK GÜLÜMSEMEYİ ÇEKER ;)

sporun her rengi

sporun her rengi
JET SKİ sevenler

PİLATES AŞKI

PİLATES AŞKI
SAĞLIKLI YAŞ ALMAK İÇİN