YA SİLAH YA BEN!

By | Cuma, Ekim 12, 2018


“Boş silahtan değil, boş insandan korkun” derler fakat ben ikisinden de kork derim lakin şeytan ikisini de doldurur… Silahla yaşarsan silahla ölmen de kaçınılmaz sondur.

Günümüzde şiddetin başkahramanı olan silahtan nasıl kurtulacağımızı, sonuçlarının neler olduğunu, özellikle çocuklarımızı bu tehlikeden nasıl koruyacağımızı, sivil toplum olarak üzerimize düşen görevlerimizin neler olduğunu, bu soruna uzun zamandan beri çareler arayan, bu yönde bilimsel ve toplumsal çalışmalar yapan ve Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” anlayışından yola çıkmış olan Umut Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi Uzman Psikiyatr Dr. Ayhan Akcan’ a sordum ve oldukça çarpıcı cevaplar aldım…

Uzman Psikiyatr Dr. Ayhan Akcan 1962 yılında doğmuş... Denizli Cumhuriyet Lisesi’nden sonra Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş. İhtisasını Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tamamlamış.

Çalışma hayatına Adalet Bakanlığı’na bağlı Cezaevi Hekimliği (1990-1993) ile başlayan Ayhan Akcan sırasıyla; Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde AMATEM, 35. Serviste “Kronik Şizofren Hastalar” ile ilgili çalışmalar, II. Nevroz biriminde özellikle “depresyon, anksiyete bozuklukları, yas, travma sonrası stres bozukluğu ve kişilik” üzerine çalışmalar (1993-1998) yapmış. 1998 yılından itibaren Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesinde, Psikiyatri Uzmanı olarak çalışmış.

“Silah Bağımlılığı” üzerine yaptığı çalışma ile bu terimi Dünya literatürüne ilk kazandıran kişi ve ayrıca “Yaşlıda Silah “ çalışmasında kullandığı psikolojik testler Kanada hükumetince silahı olan 60 yaş ve üstündeki herkese uygulanarak Kanada da rutine sokulmuş...
2000 Yılı Toplumsal Kariyer dalında Fair Play ödülünü almış ve yine ceza ve silah üzerine yaptığı bilimsel çalışmalar birçok bilimsel kongrede ulusal düzeyde ödüllendirilmiş…2001 yılında kurulan Bakırköy Psikiyatri Tedavi ve Araştırma Merkezi (BAPAM) kurucusu ve koordinatörü olup, araştırmalarına bu merkezde devam etmekte ayrıca ”Psikotrafik” kavramını sosyal olarak topluma yaymaya çalışmakta…

2003 yılından beri Umut Vakfı yönetim kurulu üyesi olup; Umut Vakfı adına “Kuru Sıkı” ve “Silah Kanunu” tasarısında Türkiye Büyük Millet Meclisi İç İşleri Bakanlığı Komisyonunda Danışman olarak görev almış. Denizli’liler Birliği Vakfı’nda Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Türkiye Geroontoloji Derneği Üyelikleri gibi birçok sivil toplum kuruluşunda halen aktif olarak çalışmakta...
 
Adalet Bakanlığı’na bağlı Cezaevi Hekimliği ile başlamış olan çalışma hayatınıza istinaden sormak istiyorum. Günümüzün en büyük sorunlarından biri de kapasite üzerine çıkan cezaevleri ve buradaki kader mahkûmlarının, onların ailelerinin ve orada çalışanların psikolojileri… Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Psikolojik destek yeterli midir, bu insanlar psikolojilerini o zor şartlarda ve oradan çıktıktan sonra nasıl sağlam tutabilirler? Ailelerin görevleri nelerdir bu aşamada ve özellikle çocuklar bu durumlardan nasıl korunmalıdır? Neler tavsiye edersiniz?
 
Cezaevleri ile ilgili olan konu aslında “Suç Cezaevi psikolojisi “ diye bir alan var. Bizim ülkemizde pek bilinmez ama son 15 yıldır hiç olmazsa Türkiye’deki cezaevlerinde bir psikiyatri ve psikolog kadrosu açıldı. Orada çalışan arkadaşlar var ama çalışmalarına rağmen sadece danışmanlık ve terapi yasada karşılığı var. Fakat infaz hukukunda da psikologların yer alması lazım ; yani karar verici olmaları şarttır. 

Sadece kısmen diyebileceğimiz infaz hukukunda aile mahkemelerinde örneğin, boşanmada eğer eşlerden birinde psikolojik rahatsızlık varsa ,tedavi ile düzelip evlilik kurtulabilirse diye o amaçla yapılan aile mahkemelerinde çalışan psikolog arkadaşlar var ama o da yetersiz.
Aslında cezaevlerinde psikolog kadrosu çok önemli. Diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda ki daha önce 9 tane bilimsel çalışma yapmıştık oradan biliyorum, infaz hukukunda da psikologların yer alması lazım. 

Şöyle bakılıyor, infazı 3’e ayırıyorlar. İlk cezaevine geldiği zaman bizdeki o tutuklu olduğu dönem, cezası kesildikten sonra hükümlü olduğu dönem bir de rehabilitasyon dediğimiz yani cezasının bitimine yakın infazın 3’te 1’inde de topluma kazandırmaya yönelik adaptasyon programları oluyor. Bunlar bizim ülkemizde yok.
Cezaevleri konsantre alanlar olarak geçer yani insanların toplu yaşadıkları yerler. Bu konsantre alanlarda en önemli problem insan hakları ihlalleridir. İşkence, açlık grevleri, ölüm oruçları vs. gibi. İkincisi de, birçok ülkede uygulanandan farklı uygulamalardır. Cezaevleri çok ciddi konsantre alanlardır.

Adli tutukluların %70’i anti sosyal kişilik bozukluğu dediğimiz psikopatlardır. 3’te 1’inde madde bağımlılığı vardır, çoğunluğunda bir meslek yoktur. Sürekli başı belada olan, yasaları ihlal eden, suç işlemeye meyilli, genellikle hem sistemin kendisini koruyamadığı hem de aile desteği olmayan, eğitilemeyen bir guruptur . Bından dolayı çok zor bir guruptur. Bizim ülkemizde de hemen hemen böyledir. Bu insanların tekrardan topluma kazandırılması çok ciddi maliyet, ekip ve süreç ister.

Suçsuz yere bir şekilde talihsizlikle içeri girmiş normal insanların psikolojilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ortama uyarsınız maalesef. Ortama uydururlar yani, uymasan dahi uydururlar. Çünkü koğuş sistemi vardı eskiden öyleydi, cezaevlerinde maalesef koğuşlar hâkimdi. Hücre tipi, tek tip vs. son cezaevleriyle beraber bu biraz aşıldı ama henüz yeterli değil. Hem ekip olarak hem de maddi problemlerden… Psikolojiyle ilgili alana baktığımızda, kadroda var ama bence kaliteyi tutturabilmiş, infaz hukukunda yer alabilmiş değil.

Bir de sosyal devletin getirdiği suç işlemeler var. Mesela ABD’ de yaklaşık 1.7 milyon kişi cezaevinde, bunların yaklaşık %17’sindeki en fazla suç tipi alkollü araç kullanmaktır. Alkollü araç kullanmak, kısa süreli ceza evinde yatmayı gerektirir. Paraya çevrilmez ve ertelenmez. Bu zorunlu infaz bir sosyal devlet uygulamasıdır.

Alkollü araç kullanmayla ilgili Türkiye’de cezaevinde yatma şartı yok. Para cezası var. Bu yüzden aynı kişiler alkollü araç kullanmaya ve canavar olmaya devam ediyor. İkincisi, en ufak bir aile içi şiddette zorunlu cezaevi uygulamaları var bu da bizim ülkemizde çok fazla uygulanamıyor. Bu sorunlar infaz yaklaşımı hem eziyet hem külfet olarak değerlendiriliyor. Yani cezaevi kapasitesi belli bundan başka yükleme yapamayız diye sosyal devletten uzaklaşıyorsun.

Bu tür guruplar toplumun vicdanında, devletin sosyalliği anlamında çözüm üretmiyor. Mutlaka burada infaz da devreye girmesi gerekiyor. Bence yapılabilir mi? Yapılabilir, şöyle söyleyelim zaten cezaevindeki yatak sayısının yüz binde oranı, o ülkenin de gelişmişliğini gösterir. Ne kadar düşükse, gelişmişlik düzeyi de o kadar düşüktür. Yani, cezaevleri yapmak aslında sosyal devleti belli bir noktada daha iyi gündeme getirir ve daha iyi olur. Cezaevlerinin kapasitelerini arttırmak lazım. Ben tabii bu lafı söylüyorum sonra diyorlar ki sen faşist misin? Değil tabii, tamamen yanlış anlaşılıyor. Mesela vergi kaçakçısı, trafikte alkollü araç kullanıp ölümlere neden olanlar, sürekli eşini dövüp suç işleyen, olumlu bir tane davranışı olmayıp, çocuklara kötü bir baba ya da anne olan kişilerin mutlaka cezalandırılması gerekiyor. Bunun dışında da bir sistem yok zaten. Sosyal devletin gerekli olan gurupları da buralarda yer alabilir onun için mesela bu af konusu da işin en nazik kısmıdır ama zor kısmıdır.

AF SUÇA GÖRE YAPILMAZ!

Af bütün dünyada demografik bilgilere göre yapılır. Demografik bilgiler dediğim, kişinin yaşı, cinsiyeti, kaç yıl cezaevinde kaldığıdır… Eğer şuç tipine göre yaparsan, af olmaktan çıkar o ve tamamen çıkar guruplarının affına döner. Bu gibi binlerce örneği var dünyada, en basitinden çok iyi geçindiğimiz Rusya’ya baksınlar, aflar demografik bilgiler üzerinden olur.

Umut Vakfı 28 Eylül 2018 Bireysel Silahsızlanma Günü’nde “Yaşama Hak Tanıyın” karikatür yarışması ödül töreninde çok önemli bir konuşma yaptınız. Bu konuşmanızdan yola çıkarak sormak istiyorum, ülkemizde bireysel silahlanmak neden bu kadar kolay? Yasal sınırlamalar yetersiz görünüyor, siz Umut Vakfı olarak hangi yasalara ve düzenlemelere öncü oldunuz? Gerçekleşmesini istediğiniz önerileriniz nelerdir? Bu sorun tamamen çözülebilir mi?

TBMM’nin silahla ilgili yasalarında yer aldık, bizi dinlediler. İktidar partisi ne karar verirse o şekilde yasa çıkıyor. Bireysel Silah şiddeti konusunda ; sosyal sorun olduğu birşeyler yapılmalı konusunda İktidar bizimle hemfikir . Çözüm de anlaşamıyoruz. Ana tartışma sorun nasıl çözüleceği.

Biz kurusıkı ile ilgili bir kanunun yer almasında öncü olduk ve yaptık. Şuanda yürürlükte, dikkat ederseniz kurusıkı ile ilgili Türkiye’de problem yok şuanda. Çünkü kurusıkıyı biz normal silahın içine soktuk. Ondan önce kurusıkı çok yaygındı pompalılar gibi ve kurusıkıyı insanlar kontrolsüz bir şekilde alıyorlardı ve namlusunu normal bir silaha çevirip kullanıyorlardı. Kurusıkı silahların 3’te 1’i o şekildeydi. Hem ucuz, hem kayıt dışı hem de kolay kullanılabilir haldeydi. Şuanda problem yok.

Silah kanun tasarısında yine öncü olduk, 1954 yılı ve diğer kanunu birleştiren silah kanunu tasarısı Avrupa Birliği ülkelerinde nasıl ise bizim ülkemizde de onlardaki gibi olacak şeklinde genişletildi. Orda da bir sürü tartışma konuları var fakat en azından şuandaki mevcut yasaya göre daha iyiydi. Ama bir türlü genel kurula gelip geçmedi. Olmadı. Önümüzdeki günlerde tekrar gündeme gelecek. Orda da biz baskı unsuru olduk.

Biz aslında Meclis ile tespit konusunda belli bir noktaya geldik . Ama çözüm konusunda devam ediyor süreç. Bu çözüm konusu son noktayı koymak bu güne kaldı? Çünkü bizim ülkemizde sosyal sorunlarla ilgili şeylerin kanunlaşması ve problemin çözülmesi biraz zaman alıyor.

Eğitim halen problem, işsizlik, trafik halen problem. Silah da böyle bir konu. Bizim o şark, göçebe kültüründen getirdiğimiz özellikler kentlerde devam ediyor. En azından kentlerde bir düzenleme yapılması için zorluyoruz. Basit önerilerimiz var, söylüyoruz bunları. Bu konuda baskı unsuru olmaya devam edeceğiz.

Eğlence anlayışı şiddet içerenler maalesef oldukça fazla ülkemizde, hemen hemen her gün “maganda kurşununa” kurban giden kişilerin hatta çocukların acı haberlerini alır olduk. Ya da eline silahı alan koşa koşa eşini, çocuklarını vurup öldürür oldu… Nasıl bir psikolojidir silah sahibi olma isteği? Bunun altında yatan sebepler nelerdir?
 
Şimdi şöyle, insan neden silah alır? Maalesef bu silah sahibi ya da silaha karşı ilgisi olan, silahı seven kişilerin temel güven problemi var kendileriyle ilgili. Özgüven problemi henüz bir yaşında iken başlıyor bu insanların ve üç yaşına kadar tamamlanıyor. 

Yani henüz emeklerken ayağa kalkan çocuk çevreyi kurcalıyor elliyor tırmalıyor; etrafı nasıl algılayacağını öğreniyor. Tüm etrafı tehlike olarak algılayan veya bu döneme takılı kalan kişilerin bu güvensizliği devam ediyor. Erişkinliğine de bu güvensizliğini taşıyor. Eksik hissediyor. Bu eksikliğini bir şeyle tamamlıyor ve güvenli hissediyor. Bu zenginlik oluyor, bilim insanı olmak oluyor, bir işyeri sahibi olmak oluyor… Yani hırsıyla bir yeri kapatıyor ya da en basiti, en ilkeli silah alıp bu açığını bu şekilde kapatıyor.

Bunu nereden biliyoruz? Mesela aynı anneden dünyaya gelmiş iki erkek çocuk, birinin hiç silahla alakası yok ama diğerinin var. Psikolojik olarak incelendiğinde bu dediğimiz güven problemi ortaya çıkıyor. Silah alanların %70’ i kendilerini bu şekilde güvende hissettiklerini söylüyorlar. Neden silah alıyorsunuz sorusuna “ güvende hissetmek için gerekçesini belirtiyorlar.Geriye kalanlar da ya iş gereği ediniyor ya da anneden babadan kalma hatıra oluyor… Bazısı da tasarruf için alıyor. Ruhsatlı Silah edinmek Ciddi bir paradır çünkü. Neredeyse yetişkin 2 erkekten birinde silah var. Bu insanların %70’i silah aldıktan 5 yıl sonra pişman oluyorlar çünkü bunu taşımak ayrı bir dert, saklamak ayrı bir dert, kullanmak ayrı bir dert. 8’de 1’i kaybediyor mesela!

Kutlamalarda kullanılması da Osmanlı’dan kalma bir özellik. Osmanlı İmparatorluğu bile başa çıkamamış. Temel nokta güç meselesi. Yani “en güçlü benim, ben buradayım” mesajı…

Osmanlı’da silahın kullanılmasına izin verilen kişi Osmanlı’nın adamı gibiymiş, devletin otoritesi gibi algılanıyormuş. Eğlencede ateş eden kişi eşittir devlet adamıdır ve buna koşulsuz itaat edilmelidir, mesaj bu. Halen bizim göçebe kültürümüz de bunu söylüyor.
Bu yanlış artık çünkü şehirde bu kültür geçmiyor. Eğer medeniyet Batıysa, uzlaşma kültürüyse, hukuksa bu bağdaşmıyor tabii ki. 

Bu kutlamada sevinçte silah kullanmaktan vazgeçmek gerekir. Bunu için caydırıcı olsun istiyoruz, neden? 500-600’ e yakın insan ölüyor. Çok dramatik ve ciddi tablolar var.
Dolaylı yoldan “düğün timi “ yapılsın istiyoruz. Hatta bir “ihbar hattı ve kamu spotu “da yapılmalı. Kamu spotunda da şu belirtilmeli;

Zannediliyor ki, havaya ateş edilince o mermi havada yok olup gidiyor, öyle bir şey yok. Ne kadar yukarı çıkıyorsa aynı hızla aşağıya iniyor o mermi. Aşağıda kimin üzerine düşerse yandı gitti o kişi. Yani ölüyor. Bu ayrıntı bilimsel gerçek ama ne yazık ki bilinmiyor. Bilimsellikten o kadar uzağız ki ne kadar anlatsak da zor.

Havaya ateş etmeyi “olası kasden adam öldürmeye” de aldılar. Ölüme sebebiyet vermekle adam öldürmekle aynı yere koyuldu yasada fakat bu uygulanmıyor. Havaya ateş etmenin son derece sakıncalı bir şiddet davranışı olduğunu, cezai karşılığının olduğunu herkesin bilmesi lazım onun için kamu spotu oldukça önemli.
TCK da silahla havaya ateş etmek panik yaratacak şekilde tehlike oluşturmak olsa dahi, havaya ateş etmenin cezası 3 ay ile 2 yıl arasında, paraya çevriliyor tabii savcılığa intikal etmediği sürece. Aslında Türk Ceza Kanununda hapis cezası gerektiriyor.

Medya, silah ve şiddet konusunda ne kadar etkili bir mecradır? Sorumlu ve demokratik bir medyanın üzerine düşen görevler nelerdir? Şiddet içeren diziler özellikle çocukları nasıl etkiliyor?

Medya bu konuda biraz bilinçlendi ama uygulamıyor. Uygulamamasının nedeni de reyting kaygısı maalesef. Modern yaşamı hem körüklüyor hem de modern yaşamın ortasına silahı koyuyor. O silahı koymazsa reyting olmuyor.

Şiddet veya müstehcenlik varsa maalesef o reyting alıyor. Basit ve şiddet içerikli konular pirim yapıyor. Dizilerde başrol kimse onun uyguladığı şiddet, her zaman onun haklı olduğu şiddet ilgiyle seyrediliyor. “Doğudaki insanların kültürü böyle ,onlar da izlesin” diye basit düşünüyor ve devam ediyor bu şekilde yayın yapmaya.

Biz çok kez eleştirdik bunu ama tabii temel faktör medya değil…

Bu olay evde, okulda, stadyumda her yerde oluyor maalesef. Biz topluma mal olmuş rol modellerle becerebildik biraz ses getirmeyi, bunlar arasında futbolcular, büyük sanatçılar var. En azından onların toplum içinde silahla görüntü vermesini engelledik. Bunun çok faydası oldu. Eskiden futbolcular bunu yapıyorlardı, mesela İbrahim Tatlıses gibi büyük sanatçılar da yapıyordu. Artık yapmıyorlar, vazgeçti onlar da. Zaten bu sivil halkın insiyatifine bırakılacak bir konu değildir. Keşke öyle olsa.

Bir de eğitimle de çok ilgili değil, tamamen kültürle ve cinsiyetle ilgili.
Burada çözüm hem RÜTÜK yoluyla cezalandırma hem de yasanın doğru şekilde uygulanması olacaktır. Ayrıca, nasıl ki sigara ve alkolde buzlanma yapıyorlar aynı şeyi silah için de yapmalılar.

Şiddetle silahı psikolojik açıdan birlikte yorumlar mısınız? Bu konuda da çocukluğa inmek gerekiyor sanırım…

Özellikle daha önce de belirttiğim gibi güven duygusuyla alakalı bu. Hem cinselliği hem şiddeti içeren objedir diye de düşünülüyor silah. Bir nevi insanın da agresyonu.

Şunu da görüyoruz, erkelerde silaha karşı ilgi, bir de kadınların hiç silahla ilgili olmaması. Cinsiyet-kimlik algı düzeyine baktığımızda erkek veya kadın cinsiyetinden çok nötr kimlik daha öne çıkıyor yani erkek kendini yetersiz hissediyor ve silahla erkekliğini öne çıkarıyor veya toplum tarafından o şekilde algılanmasını istiyor.

Dikkat ederseniz, bir kadında silah olduğunu görsek deriz ki, “acaba bu kadın erkek gibi mi, yani erkek gibi mi davranıyor, öyle bir ruh halimi var…” Bu gibi yargılarımız oluyor ki bu yüzden silah, hem şiddeti hem de cinsiyeti bir arada barındıran bir obje gibi düşünülüyor.

Birçok ödül ve çalışmalarınızın içerisinde, “Silah Bağımlılığı” çalışmasında yer alarak bu terimi dünya literatürüne taşımış olmanız yer alıyor. Silah da uyuşturucu madde gibi bir bağımlılık mıdır? Bunun tedavisi var mı?

Evet, bunu biz de bilmiyorduk. 2002 yılında uluslararası düzeyde çalışmamızı sunmuştuk. Yine 600 kişi üzerinde silah bağımlılığı çalışması yapmıştık. Madde bağımlılığında nasıl ki krize giriyorsa insanlar, silah olmadığında da krize giriyorlar!

Kendisini çıplak hissediyor, terliyor, başı ağrıyor, uykusuzluk çekiyor. Yine bu insanların tamamına yakını gece yatarken yastığının altına silah koyuyor. Bir yıl içerisinde ikiden fazla silah değiştiriyor. Bir bakıyoruz, çevresinin tamamı silahla ilgisi olan, silahı seven, silah konuşan insanlar oluyor. Özellikle tutku düzeyinde olan insanlar var. Bu da %8 oranında maalesef. Bunu literatür olarak dünyaya biz kazandırdık.

Bir de yaşlılarda yaptığımız bir çalışma vardı. Yani 60 yaş üstü silah için başvuran yaşlı kişilerde yapmıştık, neden başvuruyorlar diye. O çalışmada yaşlıda unutkanlık depresyon kaygı ve psikolojik hastalığı ortaya çıkaran bilimsel psikolojik test bataryaları kullanmıştık. Sonuçta bu insanların hafıza boyutu, unutkanlık boyutu, Alzheimer boyutu, depresyon, sıkıntı ve kaygı boyutu nedir diye onları taramıştık. Gayet güzel bir çalışma oldu o da. Kanada gurubu bizden izin aldıktan sonra bizim oluşturduğunuz bilimsel psikolojik test bataryasını Kanada’ da rutin olarak uygulamaya başladı. Bu çalışmadaki testlerin sonucuna göre karar veriliyor başvuran kişilere silah verilip verilmeyeceği.

Ödül aldığınız çalışmalardan bir diğeri de, sporda şiddet konusunda toplumda bilinç oluşturmaya yönelik yaklaşımınız… Bununla ilgili neler yaptınız? Mesela zorunlu durumlardaki beslenme ihtiyacı hariç, “avcılık” bir spor mudur? Avcılık yapanların psikolojilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunların çoğunda çocukluklarından gelen bir travma var. Mesela, bazısında anne baba tutum ve davranışları olumsuzdur, bazılarında ve çoğunlukla anne var baba yok, babanın olmamasından kaynaklı otorite yok, bu insanlar sosyal konularda ciddi boyutta iletişim problemi yaşıyorlar. Kendilerini doğayla sporla daha huzurlu hissediyorlar. Bu insanlar aynı zamanda dalma meraklısı, helikopterden oradan buradan uçma meraklısı yani kısacası adrenalin tutkunu oluyorlar. Bunlar hep riskli alanlar, tabii silahla da beraber olunca iyicene kopuyorlar. Bir hayvanı silahla öldürmeyi spor olarak görüyorlar. O otorite olmadığı için, o enerjisini nerede boşaltacağını bilemiyor.

Türkiye’deki kayıtlı silahın 1.7 milyonu av teskeresi ama bu insanlar av tüfeği almak içim başvurduğunda gerekçe olarak diyorlar ki, “benim tarlam var, bahçem var ve ben dolaylı yoldan yabani hayvanlardan korumak istiyorum”. Hâlbuki öyle bir şey yok. Yalan söylüyor!

Aileler, çocuklarını silaha ve şiddete karşı nasıl bilinçlendirmelidir? Çocukların ileride sağlıklı ruh haline sahip, topluma yararlı bireyler olmaları için ailelere tavsiyeleriniz nelerdir? Özellikle, henüz küçücük yaştayken anne babaları boşanan çocuklar ileride potansiyel birer şiddet yanlısı mı oluyorlar?

Öncelikle çocuklu bir evde silah bulunduruluyorsa 5 yaşını geçen her çocuğa (soyut düşünce gelişmişse),evde silah olduğu söylenmeli. Neden söylenmeli? Çünkü eğer siz söylemezseniz merak ediyor bir şekilde evde silah olduğunu öğreniyor ve siz yokken gidiyor, buluyor, kurcalıyor. Silahla ilgili en dramatik olaylar da bu şekilde oluyor maalesef. Ya kardeşini öldürüyor ya da kendini vuruyor.

Mesela ergenlerde intihar , cinayet ile ölümlerin en büyük sebebi evde bulunan silahlar. Problemli ve psikopat bir ergenlik dönemindeyse, en ufak bir tartışmada evdeki silahı alıp, öğretmenlerini ya da sevgililerini öldürebiliyorlar ya da okulu basıp tarıyorlar. O yüzden biz diyoruz ki, evde silah varsa çocuklarınıza mutlaka söyleyin. Söyleyeceğiniz şey şu ki bununla ilgili de bir proje yapmıştık; “evde silah var, bu silah kasada olmalı eğer bunu bir yerde açıkta bulursan hemen orayı terk et, anneni babanı bul ve onlara söyle, kimse yoksa da o zaman komşuya söyle”

Bu çok önemli bir şey. Kültürümüzde saklamak, gizlemek daha kabul gören bir düşünce ama bu çok yanlış. Çocukların bu tür silahlardan arındırılabilmesi için, yetiştirme tarzı oldukça önemli. Erkek çocuklara oyuncak silah almamak lazım.

ÇOSA dediğimiz, çocukları oyuncak silahlardan arındırma projemiz vardı. Yerine başka hediyeler verin, araba olabilir, kitap olabilir, kırtasiye olabilir, kız çocuğu için bebek olabilir bunlar yapılmalı, yani “oyuncak silahı getir al bunu” diye teşvik ederek güzel sonuçlar elde ettiğimiz bir çalışma oldu.

İstanbul'daki bazı özel kolejlerde de bu çalışmaları yaptık. Çok faydası oldu. Silahlanmanın boyutunu, silahın insanı öldürdüğünü, en ufak bir tartışmada geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açtığını, bundan dolayı kardeş, eş, arkadaş veya komşu ölümlerinin olduğunu, ölen veya intihar edenle bu meselenin bitmediğini, bunun o aileyi de tamamen bitirdiğini anlattık.

Hocam, bu kadar sorun ve sorunlu insanlarla boğuşurken siz kendinizi dinlendirmek ve arınmak için neler yapıyorsunuz? Nasıl koruyorsunuz kendinizi? (gülüyoruz)

Biz daha çok seyahat ediyoruz, yüzüyoruz. Kendi yerlerimiz var, sosyal guruplarımız var, bunlar bana fazlasıyla enerji veriyor.

Toplumumuzun en büyük ve en önemli konularından olan suç, cezaevleri,  şiddet ve silah hakkındaki ayrıntılı ve değerli bilgiler için, bilimsel çalışmalarınızla topluma kattığınız artılar için hepimiz adına sonsuz teşekkürler ediyorum hocam. Son olarak sizin eklemek istedikleriniz nelerdir…

Teşekkür ediyorum Pınar Hanım. Benim mesajım kadınlara!

Kadınların bu konuda etkin olmaları lazım. Bakın mesela, Brezilya’ da yapılan bir kampanya var orası da bizim ülkeye benzer bir şekilde silahla ilgili suçlarda artış yaşıyordu. Kadın sivil toplum kuruluşları bir araya geldi ve “YA SİLAH YA BEN” diye bir kampanya başlattı. O kampanyada yaklaşık 1 milyona yakın silah toplandı ve hepsi imha edildi.

Son olarak da, evde silah bulundurmanın kadın şiddetinde en önemli nokta olduğunun bilinmesi lazım. Hiçbir kadın “ bana dokunmaz, bana ne” demesin çünkü dokunuyor. Referans sistemi olsun yani kadının rızası olmadan erkek eve asla silah almasın.

Toplumda rol model olan kadınların bu konuda çok daha etkin olması lazım. Bazıları var, özellikle silahla ilgili kampanyalar ve çalışmalar yapan, mesela ÇOSA projesinde Gülben Ergen ile beraberdik. Bunun gibi örneklerin çoğalması, özellikle de kadına şiddet konusunda bir ucundan tutulması gerekiyor.

Biz sivil toplum kuruluşu olarak çoğu zaman yalnız kalıyoruz ve zorlanıyoruz. Karşımızda hem yasa var hem silah seven bir gurup var hem de silah üreten bir gurup var. Bu sebeple bizim gücümüzü birlik olarak arttırmamız lazım. Silah karşıtı gurup olarak biz öncüyüz evet ama en azından bana göre şuanda kafa kafaya, yani %50-%50 ki bu ciddi bir rakam… Biz bunu %55-%60’ lara çekersek istediklerimizin hepsini yasa koyucuya yaptırabiliriz.
Yasa tekrar gündeme gelecek bizi medyadan takip etsinler, kampanyalarımıza da lütfen katılsınlar.

Cesaret, tüm silahları yener. "Bana bir şey olmaz" deme dinle, günün birinde senin ya da sevdiklerinin canı yansın istemiyorsan bir ucundan da sen tut ve harekete geç!

Hep birlikte, yüksek sesle “YA SİLAH YA BEN” diyerek barış ve sevgi dolu günlere…

PINAR TOK

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

Gülümse...

Gülümse...
Dünya tüm yanılsamaların merkezine koyar seni, büyü diye...

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Bu Blogda Ara

Translate