The Latest

Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bu taşındır diyerek Kabe'yi diksem başına,yine bir şey yapabildim diyemem hatırana...!!! (Mehmet Akif Ersoy)

ANITKABİR' DEYİM.. DERİN BİR HÜZÜNLE GURUR BİR ARADA...

23 Nisan'ı geride bıraktığımız, 19 Mayıs' a yaklaştığımız en anlamlı günlerde Anıtkabir'deyim... Duygularım yoğun, kalbim ağzımda atıyor. Atatürk'ü yerinde ziyaret etmek, O' nu hissetmek, teşekkür etmek ve minnetle ruhuna dua edebilmek. Bunu ancak bizler gibi şanslı insanlar anlayabilir, böyle bir dünya lideri kime nasip olmuş ki başka...

Çocukların doğallığını, kararlılığını her zaman özel bulmuşumdur. Kimin onları sevdiğini kimin sevmediğini hemen anlarlar. Nettirler duygularında, seviyormuş gibi yapmazlar.Yalan dolan bilmezler. 

İşte tam da çocukları her şeyden sakınmış, korumuş, onlara koskocaman bir Cumhuriyet ve bayram hediye edecek kadar sevgi dolu liderimizin, Atatürk'ün huzurunda bir dolu Cumhuriyet çocuğu ile karşılaştım. Bırakır mıyım hiç, öğretmenlerinden izin alıp hepsiyle kucaklaştım. Bu çoşkuyu görmeni isterdim, umarım bu kare ne demek istediğimi aktarmaya yetmiştir:) Gelmelerine vesile olan öğretmenleri Hikmet Yıldırım'ı, tüm okul idaresini ve tüm bu düşüncede olan eğitimcileri gönülden tebrik ediyorum. İyi ki varsınız...

ANITKABİR' İN HİKAYESİ...
Anıtkabir yapılmadan önce rasat (gözlem) istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe'nin ismi Rasattepe imiş. 906 rakımlı bu tepede, MÖ. 12. yüzyılda Anadolu'da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar tepeleri) bulunuyormuş. Anıtkabir'in Rasattepe'de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerde yapılan arkeolojik kazılardan çıkarılan eserler bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor.

Anıtkabir'in yerinin seçilmesi için görevlendirilen komisyon 1 Mart 1941 tarihinde uluslararası bir yarışma açmış.Yarışmaya, Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya'dan toplam 47 proje katılmış. Bu projelerden üç tanesi komisyon tarafından ödüle layık görülmüş.Milli konu ve kavramları daha iyi ifade etmesi ve araziye uygunluğu nedeniyle, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet Orhan Arda'nın projesinin uygulanmasına karar verilmiş. 9 Ekim 1944 tarihinde yapıma başlanmış. Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir sürede 4 aşamalı olarak 1953 yılında tamamlanmış.

Onbeş yıl boyunca Ankara Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabirde kalan cenaze 10 Kasım 1953 günü Anıtkabir'e nakledilmiş.Etnografya Müzesi' nde bu kısım halen Atatürk’ün anısına hürmeten sembolik bir kabir şeklinde korunuyor.

Atatürk'ün naaşı, mozolenin zemin katında doğrudan doğruya toprağa kazılmış bir mezarda bulunuyor. Ziyarete açık olan, mozolenin birinci katı olan şeref holündeki sembolik lahit taşının tam altında bulunan mezar odası Selçuklu ve Osmanlı mimari stilinde sekizgen planlı kümbet tarzında piramidal külahlı, tavanı geometrik motifli mozaiklerle süslü. Zemin ve duvarlar siyah, beyaz, kırmızı mermerlerle kaplı. Mezar odasının ortasında kıble yönünde kırmızı mermer sanduka yer alıyor. Mermer sandukanın çevresinde Türkiye'deki bütün illerden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Azerbaycan'dan gönderilen toprakların konulduğu pirinç vazolar bulunuyor.

BURASI NE GÜZEL BİR TEPE....

Anıtkabir'in 33,5 metre uzunluğundaki bayrak direğini, 1946'da Nazmi Cemal adlı bir Türk'ün Amerika'dan gönderdiğini biliyor muydun? 

Yapımı 9 yılda tamamlanan yaklaşık 150 bin ton ağırlığındaki Anıtkabir, heykellerinden süslemelerine, kulelerinden kabartmalarına kadar pek çok anlamla yüklü. Özellikle de Aslanlı Yol' simgelerle dolu... 
Taşlar Ata'ya yürüyenlerin başını 'öne eğiyor'  Aslanlı yolun taşları, Ata'nın huzuruna çıkanların ''başının öne eğik'' olması için 5 santimlik çim boşluğu bırakılarak döşenmiş. 

Neden 24 aslan var? Aslanlı Yol'daki 24 aslan heykeli ''24 Oğuz Boyunu'', aslanların çift olması ''birlik ve bütünlüğü'', kedi gibi yatmaları ise ''barışseverliği'' temsil ediyor. 
1944 yılında yapımına başlanan ve 1953'te tamamlanan Anıtkabir'in takribi ağırlığı 150 bin ton. Aslanlı yol, tören meydanı, mozole ve 10 kuleden oluşan Anıtkabir, toplam 750 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulu. Ata'nın kabri 40 tonluk yekpare mermerden yapılan sembolik lahtin yaklaşık 7 metre altındaki mezar odasında bulunuyor.1938 yılında hayata gözlerini yuman Ata, Suriye'deki Caber Kalesi, Kore'deki Türk şehitliği, Selanik' teki doğduğu evin bahçesi, KKTC ve Türkiye'deki tüm illerden getirilen topraklarla gömüldü. Atatürk'ün kabrinin Anıttepe'ye yaptırılmasını ilk olarak Aydın Milletvekili Mithat Aydın önerdi. Ancak ölümünden yıllar önce Anıttepe'yi gezerken ''Bu tepe ne güzel bir anıt yeri'' diyen Atatürk, oraya gömüleceğini hissetmiş gibiydi... 























50 BİNE YAKIN AĞAÇ

Günümüzün beton yerleşim alanlarını utandıran bir ayrıntı bu... Atatürk'ün doğaya ve ağaca olan düşkünlüğünü, özenini bilmeyenimiz yoktur. Malum Florya Atatürk Deniz Köşkü' nü bile ağaca göre inşa ettirmiştir... 
Anıtkabir alanına girer girmez ilk göze çarpan, buranın botanik zenginliği oluyor. Afganistan’dan ABD’ye, Çin’den Yunanistan’a 24 ülkeden ve Türkiye’ nin farklı bölgelerinden gelen 104 ayrı türden 50 bine yakın ağaç ve bitki örtüsünün bulunduğu park, Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ özdeyişinden ilham alınarak, Barış Parkı adını almış.
Aslanlı Yol başındaki 26 basamaklı geniş merdivenlerin hemen başında karşılıklı olarak ‘İstiklal’ ve ‘Hürriyet’ kuleleri yer alıyor. Anıtkabir’de, simetri gözetilerek yerleştirilmiş 10 tane kule var. Bu kulelere Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’ nin oluşumunda etkisi olan önemli kavramları temsil eden Mehmetçik Kulesi, Müdafaa-i Hukuk Kulesi, Zafer Kulesi, Barış Kulesi, 23 Nisan Kulesi, Misak-ı Milli Kulesi, İnkılap Kulesi, Cumhuriyet Kulesi isimleri verilmiş. Kareye yakın dikdörtgen kulelerin üzeri piramit biçiminde çatıyla örtülü. Çatıların tepesinde ise eski Türk çadırlarında görülen tunç mızrak ucu var...
1960 yılında açılan Anıtkabir Atatürk Müzesi’nde Atatürk’ün kullandığı eşyalar ve kendisine hediye edilen armağanlar, giysileri hatta okuduğu kitaplar aldığı notlar sergilenmekte. Okuduğu milyonlarca kitabın sergilendiği yerde çok uzun zaman geçirdim diyebilirim. Nasıl bir beyin, nasıl bir vizyon... Saygı duymanın en üst derecesi ne ise, işte o derecede saygı ve hayranlık duyduğum anlardı...
Burası eklenen yeni bölümlerle Çanakkale Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’nın da canlandırıldığı bir müze haline gelmiş...
İNÖNÜ’NÜN LAHDİ
Barış ve Zafer Kuleleri arasında yanları açık sütunların oluşturduğu galerinin ortasında 25 Aralık 1973 yılında vefat eden Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı, Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi komutanı ve II. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sembolik lahdi yer alıyor.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir, küçüklüğümden beri düzenli aralıklarla ziyaret ettiğim, ziyaret etmeye asla doymayacağım Anıtkabir...

Ziyaretimin sonunda hissettiğim hüzün, tarifsiz bir sevinç ve gururla dolu. Her zaman saygıyla, sevgiyle kalbimizde taşıdığımız, yaşattığımız Mustafa Kemal Atatürk nur içinde yat... Bizler senin hayırlı evlatların olmaya devam edeceğiz...

"Türkiye’nin güvenini amaç edinen, hiçbir başka ulusun aleyhinde olmayan bir barış yolu, her zaman bizim ilkemiz olacaktır. Biz Türkler, tarih boyunca hürriyet ve istiklal timsali olmuş bir milletiz. Tam bağımsızlık denildiği zaman, doğal, siyasal, mali, adli, askeri, kültürel ve her alanda tam bağımsızlık anlaşılır. Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan kurtulamaz. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin avıdır. Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır. Ben yaşayabilmek için, kesin olarak bağımsız bir ulusun evladı kalmalıyım. Bu yüzden ulusal bağımsızlık bence bir hayat sorunudur. Ya istiklal, ya ölüm." MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Sevgiyle, saygıyla....

PINAR TOK




THE KADIN



Araştırmayı, gözlemlemeyi, okumayı çok seven biri olarak, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesini gezmek, o havayı solumak ve bize öğretilenleri yerinde görmek istedim. Gözünle görmeden inanma derler ya, e şimdi tarihimizi görme şansımız yok belki ama en azından anlamaya çalışmak, araştırmak diye birşey var. Her kendine göre yorum yapan, tarih profesörü oluyor günümüzde ama tarihi gerçekten tarafsız gözle inceleyenleri dinlemeyi ve  okumayı tercih edenlerdenim.






Hepimiz biliyoruz ki, Türk kadını, Osmanlı’dan günümüze çeşitli zorluklar ve engellerle dolu bir seyir izleyerek bugünlere geldi. Kadınlara değer veren, Mustafa Kemal Atatürk gibi ileri görüşlü bir liderin torunlarıyız. Bunun kıymetini bilmek lazım. Tarihimize sahip çıkmak ve iyi öğrenmek için zaman zaman müzeleri sarayları ziyaret etmek çok önemli bir değer bence. En son nezaman buraları gezdiniz bir düşünün, Bu muhteşem yerler turistlere özel değil ki.... Üstelik size tavsiyem benim yaptığım gibi, buraları gezmeden önce İstanbul'un en önemli meydanlarından biri olan ve tarihi eserlerin ev sahibi Sultanahmet'te hoşunuza giden ( ki her kafesi, restoranı ayrı güzel ve keyifli) biryerde oturup güzel bir Türk kahvesi içmeniz ve etrafın keyfini çıkarmanız.


Öncelikle, tarihte biz kadınlar için neler yapılmış hatırlayalım.

1858 yılında yayınlanan “Arazi Kanunnamesi” nde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer alırken, kadınlar miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı. Aynı yıl Kız Rüştiyeleri açıldı. Kadınlar ilk dergilerine 1869 yılında kavuştu. Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen haftalık “Terakk-i Muhadderat” dergisi yayımlanmaya başlandı. Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi” ise 1869 yılında yayımlandı. Bundan bir yıl sonra da kız öğretmen okulu “Dar-ül Muallimat” açıldı. Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması ve zorla evlendirmelerin geçersiz sayılmasını düzenleyen Hukuk-ı Aile Kararnamesi 1871’de çıkarıldı. 1876’da ise ilk anayasa olan Kanun-i Esasi ile kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi.

Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi'nde etkilenmediğim tek bir yer , tek bir eser yok. Hangibirini anlatsam, yazsam yerinde görmek kadar etkili olmaz inanın.Resimler de yetmez anlatmaya. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478'de yaptırılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid'in Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuştur. Beni bir kadın olarak en etkileyen bölümlerden biri elbette "Harem".

Sorsak herkesin soyu saraylı:) Gelin de gerçek saraylılar neler yaşamış nerede yaşamış görelim.


HAREM:

Kocaman saray da olsa yaşanan yer, bir noktada sıkılır  insan. Ben şahsen dayanamaz kaçardım ama kaçılacak yer en fazla sarayın bahçesi olurdu. Tabi hal böyle olunca, ozamanki kadınlar da sıkıntıdan birbirlerine sarmışlar. Padişahlar, sultanlar hangibiriyle uğraşsın? Toprak peşine mi düşsünler, entrikalarla kıskançlıklarla mı uğraşsınlar?Kimbilir daha bilmediğimiz neler var.

Tam da bu noktada sevdigim bir cumle geciyor aklimdan: 
  •  Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. 
  •  Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar. Hz.Ali r.a.                                 
  •  Gunumuz kadinlari olarak calisabilmenin ve ekonomik ozgurlugumuzun olmasinin gercek bir hazine ve zenginlik oldugunun farkindamiyiz?Sarayda da yasasak birilerine bagimliysak o sarayin samanliktan ne farki var?Ayrica birsey uretmeden zaman gecer mi....

Gezerken büyülenmemek mümkün değil.Biryere bakıp tarihini okurken hop diğer yere gözünüz takılıyor, telaşlı geziyorsunuz birnevi. Harem sadece bunlardan biri. Hepsini ayrı ayrı kaleme alacak olsam günlerce yazmam gerekir. Bu yüzden, ben etkilendiğim "Harem"e torpil geçtim.

Kelime anlamı olarak tabu, yasaklanmış anlamına gelen harem sözcüğü İslam toplumunda giderek aile kavramı için kullanılmıştır. Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Harem, sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir.

Harem'de yaklaşık 300 oda, 9 hamam, 2 Camii, 1 hastahane ve koğuşlar ile 1 çamaşırlık vardır. Sistematik değil fakat hiyerarşik bir mimari gelişim gösteren Harem, 1665 yılında büyük ölçüde yanmıştır. Günümüze gelen Harem, bu yangından sonraki yenilenmelerle ve zaman içindeki genişletmelerle biçimlenmiştir. Harem'in genel şeması, ard arda kapılarla ayrılan girişleri çevreleyen koğuşlarla, odalarla, köşk ve servis binalarıyla oluşur.

Harem deyince, sadece entrikalarıyla değil aklı zekası ve vicdani ile de Hürrem Sultan’dan bahsetmek gerekli diye düşünüyorum. Haksızlık etmemek lazım. Empati yapmak ve ogünlerde sarayda gerçekten neler yaşandığını bilmeden, sadece tarihçilerin yorumlarına dayanarak kuru kuruya inanmamak en doğrusu. 
Hürrem Sultan'ın devletin entrikalarında bize abartıldığı  kadar yüksek rolü olduğunu tartışmak gerekir. Bir monogam olan, tek eş seçen Süleyman Han karısını dinlermiş ama öz oğlunu öldürtecek kadar değil. Sebepler ayrıdır. Özel hayatlarımızda olduğu gibi, Türkiye tarihinde de fesad eksik olmaz ve fesad her zaman kendine bir baş arar. Bu kural bazen Şehzade Mustafa gibi cevherlerin hayatına da mal olur. Hürrem’in bütün kudretli padişah eşleri ve anaları gibi hayır eserleri de vardır. Sultanahmet’teki hamam, bugün bile kullandığımız Haseki Hürrem Hastanesi, Kudüs’teki vakıfları bunlar arasında sayılır.

Hürrem Sultan'ın , doğuşuna sebep olduğu en önemli eser ise Topkapı Sarayı’nın Harem bölümüdür.Nasıl mı yapılmış?

Topkapı’da harem yoktu ve yeni mimari kompleks sarayın simetrisini de bozdu. O vakte kadar Harem Halkı bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu Eski Saray’da otururdu. Süleyman Han, sevgili hasekisi ısrar edince onu kırmadı, Mimar Sinan’a Harem ısmarlandı. Koca Osmanlı saltanatının Mimar Sinan’dan görüp göreceği eser de bu olacaktı. Onun tersim ettiği başka bir padişah sarayı veya ikametgâh yok. Harem geometrik yönden hoş bir yapıdır.

Harem de yaşananlar, kadınların acıları, sevinçleri, umutları, umutsuzlukları, korkuları nelerdi bir düşünün, o dönemde yaşadığınızı hayal edin.Bu tv karşısına oturup Muhteşem Yüzyıl izlemek kadar basit değil bence.Onlar değiştirilebilir bir senaryoyu oynamadılar onlar gerçek bir dünyada yaşadılar, geçmişimizde yaşadılar.Yerinde gördüğünüz zaman okadar büyüsüne kapılıyorsunuz ki, empati yapmaya başlıyorsunuz. Kadına verilen değer nekadar değişti, ileri mi gitti geri mi geldi işte o tartışılır....

Topkapı Sarayı'nda bulunan Harem dışındaki tüm odalar, eserler, koridorlar, resimlenmesine izin verilmeyen mücevher bölümleri ve dini eserlerin yer aldığı bölümler özellikle görülmeli.

Okuduğum kitaplar, gezdiğim yerler, konuştuğum insanlar, araştırmalar... Geçmişten bugüne, her sorunun kaynağında bir sevgisizlik var. Savaşlar, entrikalar, hırslar, kıskançlıklar, egolar...Tüm insani duygular...

Kadın, her dönemde kadın. Uğruna savaşlar çıkan, kayıplar yaşanan, koca bir tarihe adını yazdırabilen , ah biz kadınlar... Çözümlenemeyen bir sır küpü , bir muamma olarak görülen bizleri henüz kendimiz de çözemedik belki ama okadar da zor değil aslında. Hepimizin geçmiş tarihlerden beri istediği şey gerçekten sevilmek değil mi....?

Konu biz olunca Ayasofya arada kaynadı sanki:) . Buyrun oraya da bakalım.


AYASOFYA ayrı bir büyü, gez gez bitmez.Gezerken durup hayale daldıran, düşündüren, kendini sindire sindire izleten eserlerle dolu.Tarihi ise şöyle;


Ayasofya, dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli yapıları arasında yer alıyor. Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami, 1935 yılından bu yana da müze olarak kullanılıyor.

Ayasofya'nın Hiç Bilinmeyen Adı

Ayasofya (Hagia Sophia) ismi Yunanca “Kutsal Bilgelik” anlamına gelir. Ayasofya'nın Osmanlı'nın kullandığı farklı bir adı olduğu, Fatih'in 66 metreyi bulan vakıfnamesinde ortaya çıktı. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz'ün araştırmalarında ortaya çıkan isim, İstanbul'un fethini simgeleyen: Fethiye Camii.

Bizans Dönemi

Ayasofya'nın günümüzde bulunduğu yerde şu ana kadar üç ayrı kilise inşa edilmiş. Günümüze ulaşan ve Ayasofya olarak tanıdığımız yapı üçüncü ve son kez inşa edilmiş olanı. Miladî 360 yılında burada inşa edilen ilk kilise eski bir Roma tapınağı üzerine kurulmuş bir bazilikaydı. Bu yapı 404 yılında, İmparator Arcadius'a karşı çıkan ayaklanmada çıkan bir yangınla kül olmuştu. Yangından 11 yıl sonra, İmparator II. Teodosius döneminde inşa edilen ikinci kilise de yine bir yangınla, 532 yılında çıkan Nika isyanı sırasında yandı. Önceki iki kiliseden çok daha büyük ölçekli üçüncü kilisenin yapımına İmparator I. Justinianus'un emriyle 532 yılında başlandı. İmparator kilisenin inşasının olabildiğince çabuk bitmesini istiyordu. Ülkenin dört bir yanına salınan haberlerle eski kentlerden kalma sütun ve mermerler gemilerle İstanbul'a getirtildi. Yüz ustabaşı, bin usta ve on bin civarında işçinin çalışmasıyla Ayasofya 6 yılda tamamlandı.

Osmanlı Dönemi Eklemeleri

Ayasofya İstanbul'un fethi ile birlikte başlayan Osmanlı döneminde çeşitli onarımlar gördü. Mimar Sinan 16.yy'da binayı depremlere karşı koruyan payanda duvarlar ekledi. Bu duvarlar sayesinde Ayasofya'nın Bizans döneminde defalarca çöken kubbesi bir daha hiç çökmemiştir. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örnekleriyle bezenmiştir.

Ayasofya'nın bahçesinde bulunan Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmed, Sultan III. Murad ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I. Mahmud'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid'in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya'daki Osmanlı çağı örneklerindendir. Ayasofya'daki papaz odaları Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinden sonra medrese olarak kullanılmış, ancak İstanbul Üniversitesi'nin temeli sayılan bu medreseler 1934 yılında Müzeler Müdürlüğü tarafından, her nedense, yıktırılmıştır.

Hat Levhaları

Sultan Abdülhamit döneminde, devrinin büyük hattatlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi, cami içinde 7.50 metre çapında yuvarlak sekiz levha hazırlamıştı. Bu levhalarda, “Allah” ve “Muhammed” isimleri yanısıra, dört büyük halifenin isimleri “Ebu Bekir”, “Ömer”, “Osman”, “Ali”, ve Peygamberimizin torunları “Hasan” ve “Hüseyin” isimleri yazılıdır. Caminin 1935 yılında müzeye çevrilmesinden sonra içeride bulunan eşya ve halılarla birlikte bu levhalarda kaldırılmıştır. Ancak kapılardan sığmayan bu levhalar, uzun bir süre bir köşede bekletildikten sonra tekrar yerlerine asılmışlardır.

Yine Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye ait kubbenin göbeğinde yazılı olan Nur sûresinin 35. ayeti yabancı bir araştırmacı tarafından kazınarak altında bulunması muhtemel mozaikler araştırılmak istenmiş, ancak müsaade edilmemiştir.

Cami Kıblesi

Eskiden kilise olan Ayasofya'nın absidinin yönü diğer kiliselerde olduğu gibi Kudüs'e yönelik olması gerekirken hafifçe kıbleye yöneliktir.    Fatih'in eli ile Ayasofya'nın kıblesini düzelttiği yönündeki rivayetlerin çıkış kaynağı bu olabilir.

Terleyen Direk

Bu direk yapısı itibariyle nemli bir görünüm arzetmektedir. Üzerindeki delik, Hristiyanlık devrinden beri bulunmaktadır. Rutubeti emen direklerden hastalar şifa umduklarından, elleri ile delik açmışlardır. Bu direkle ilgili pekçok efsane vardır.


Restorasyon Çalışmaları

Böylesine değerli bir yapının bakımı da tahmin edilebileceği gibi son derece zor. 1992 yılından bu yana Ayasofya restorasyonda. Bu nedenle ziyaretçiler içeride kocaman bir iskele sürpriziyle karşılaşıyorlar.

Şimdilik benden bukadar, gerisi resimlerde...En önemlisi paylaşmaktı, artık topu size attım, siz de gezin ve etrafınızla paylaşın.Her bakışın yorumu farklı olacaktır...

Sevgiyle...
Pınar Tok


























BENZEMEZ KİMSE SANA


Bugün günlerden ATATÜRK, tıpkı hergün gibi...Bugün 29 Ekim 1923/& 

Atatürk, 28 Ekim 1923 akşamı birkaç arkadaşını Çankaya'daki köşküne davet ederek yemek sırasında arkadaşlarına:
"Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz" dedi.Misafirler hiç şaşırmadılar, zaten böyle bir hareketi
bekliyorlardı.Atatürk, teşkilat-ı esasiye( anayasaya) konmak üzere şu öneriyi hazırladı:
Türkiye devletinin şekli CUMHURİYETtir.Türkiye devleti, büyük millet meclisi tarafından idare olunur.Böylelikle yeni devlet şeklinin CUMHURİYET olacağına kesin olarak karar verildi.29 Ekim 1923 pazartesi günü saat 20:30'da Cumhuriyet  ilan edildi.

Doğduğumdan bugüne kadar Atatürk' le ilgili öğrendiğim, dinlediğim, okuduğum herşeyde hissettiğim  gurur ve heyecan hiç değişmiyor.Okulda öğrendiklerimizin yanında, unutamadığım anlardan en güzeli de, ben küçükken, rahmetli dedemin bana "gözyaşlarıyla" anlattığı Atatürk hikayeleri ve kendi kütüphanesinden bana okumam için verdiği Atatürk kitapları.

Bizler böyle bir nesiliz, evet göremedik onu, sesini duyamadık,dokunamadık ama hepimizin yüreğinde bir güneş oldu Atatürk.O, kalplerimizde, fikirlerimizde yaşadı, yaşıyor, yaşayacak.En önemlisi de,pek çok örnek gibi sadece yaşarken büyük olmadı,  öldükten sonra hergün biraz daha büyüdü, hergün biraz daha  güçlendi.

Hızla değişen bir dünyada, hiç değişmeyen bir değer Atatürk.Zekası,planlama konusundaki dehası, derin içgüdüsü, 20. yüzyılın en başarılı devrimcisi olmasını sağlayan niteliklerinden sadece birkaçı.Atatürk'ün eşsiz vizyonu ile kazandığı başarılar bizlere bıraktığı en büyük mirastır.Yetenekli, çalışkan ve gözü pek komutanlığı dışında en etkilendiğim tarafı da, parada ya da makamda gözünün olmayışı.Atatürk sadece vatanına, milletine hizmet eden ve bu kutsal görevi en hasta halinde bile layıkıyla yerine getirmiş olan eşsiz bir lider.

Atatürk'ü anlatmak, özelliklerini saymak tıpkı okuduğum bir kitapta Celal Bayar'ın anlattığı gibi : "Siz bana Atatürk'ün özelliklerini belirleyen birkaç hatıranızı anlatır mısınız?" diyorsunuz.Birkaç hatıra ile Atatürk'ü anlatmak mümkün mü?Bu, koca bir denizi bir bardağa doldurmak gibi bir iş! Ben , olsa olsa, size bu okyanustan birkaç damla sunacağım. 

Nekadar güzel özetlemiş Celal Bayar...
İşte tam da bu duygular icindeyken, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızın anlamına istinaden, Atatürk'e biraz daha yakın olmak istedim ve Dolmabahce Sarayı'nı ziyaret ettim.Herseferinde  ilk defa gitmişim gibi gezdiğim biryer.

Dolmabahçe Sarayı'nda olmak , Atatürk'ün yatağının yanında durup öylece hüzünlenmek, kelimelere taşınmayacak kadar değişik hissettiriyor.Kara sevdalı gibi dalıp gidiyor insan. 

Özellikle, Atatürk'ün hasta olduğu dönemlerinde pembe salona komşu olan tedavi odasını gezerken gözleri dolan turistler gördüm.Onların gözleri, benim ruhum ağladı.

Cumhuriyet'i korumak, kollamak,yaşatmak hepimizin görevidir.Cumhuriyet yönetiminde söz ulusundur.Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

Sevgiyle,

Pınar Tok.

Gezmeden önce Dolmabahçe tarihi ile ilgili hatırlamamız gerekenler ;

Dolmabahçe Sarayı, otuz birinci Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından yaptırılmıştır. İnşasına 13 Haziran 1843 tarihinde başlanan Saray, çevre duvarlarının tamamlanması ile birlikte 7 Haziran 1856 tarihinde kullanıma açılmıştır. Saray'ın ana yapısı; Mâbeyn-i Hümâyûn (Selâmlık), Muâyede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Mâbeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümâyûn; Padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muâyede Salonu ise; Padişah'ın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve kimi önemli devlet törenleri için ayrılmıştır. Ana yapı; denize paralel bölüm boyunca bodrumla birlikte üç katlıdır. Harem dairelerinin bulunduğu kara tarafına uzanan bölümde ise musandıra (tavan arası) katlarıyla birlikte dört katlı bir yapı özelliği kazanmaktadır. Biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin Batı etkileri, İmparatorluğun son döneminde değişen estetik değerlerin bir yansımasıdır. Öte yandan mekân örgütlenmesi, oda ve salon ilişkileri açısından, geleneksel Türk Evi plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapı bütünüdür. Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır. Çağın teknolojisine açık olan Saray’a, 1910-1912 yıllarında elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiştir. 45.000 m²lik kullanılır döşeme alanı, 285 odası, 44 salonu ve 6 hamamı vardır. Padişah'ın devlet işlerini yürüttüğü Mâbeyn; işlevi ve görkemiyle Dolmabahçe Sarayı'nın en önemli bölümüdür. Girişte karşılaşılan Medhal Salon, üst kat ile bağlantıyı sağlayan ve protokol özelliği taşıyan Kristal Merdiven, elçilerin ağırlandığı Süferâ Salonu ve Padişah'ın huzuruna çıktıkları Kırmızı Oda; İmparatorluğun tarihsel görkemini vurgulayacak biçimde süslenmiş ve döşenmiştir. Üst katta yer alan Zülvecheyn Salonu; Padişah'ın Mâbeyn'de kendine özel olarak ayrılmış dairesine bir tür geçiş mekânı oluşturmaktadır. Bu özel dairede, Padişah için, mermerleri Mısır'dan getirilmiş görkemli bir hamam, çalışma odaları ve Sultan’ın günlük yaşantısını sürdürdüğü yemek ve dinlenme odaları yer almaktadır. Aynı bölümde bulunan ve Halife Abdülmecid'in kitaplarından oluşan kütüphane dikkat çekici mekânlardandır. Harem ve Mâbeyn bölümleri arasında yer alan Muâyede Salonu; Dolmabahçe Sarayı'nın en yüksek ve en görkemli salonudur. 2000 m²yi aşan alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 m.yi bulan kubbesi ve bu kubbeye bağlı yaklaşık 4,5 tonluk İngiliz yapımı avizesiyle bu salon, Saray’ın diğer bölümlerinden belirgin bir biçimde ayrılmaktadır. Salonun avizesi, Sultan Abdülmecid tarafından İngiltere’den sipariş verilerek satın alınmıştır. Dolmabahçe Sarayı'nın Batı etkileri altında, Avrupa saraylarından örnek alınarak yapılmış bir saray olmasına karşılık, işlevsel kuruluşu ve iç mekân yapısında, "Harem"in -eskisi kadar kesin çizgilerle olmasa da- ayrı bir bölüm olarak kurulmasına özen gösterilmiştir. Ancak Topkapı Sarayı'nın tersine, Harem, artık Saray’dan ayrı tutulmuş bir yapı ya da yapılar topluluğu değildir; aynı çatı altında, aynı yapı bütünlüğü içinde yerleştirilmiş özel bir yaşama birimidir. Dolmabahçe Sarayı, hizmete açıldığı 1856 yılından, halifeliğin kaldırıldığı 1924’e kadar aralıklarla 6 padişaha ve son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi’ye ev sahipliği yapmıştır. 1927- 1949 yılları arasında Saray, Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullanılmıştır. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında İstanbul’daki çalışmalarında Dolmabahçe Sarayı’nı kullanmış ve burada vefat etmiştir. 1926-1984 yılları arasında protokol ve ziyarete kısmen açık olan Saray, 1984 yılından itibaren “müze- saray” olarak geziye açılmıştır.

(Saraydan çıkarken mutlaka hediyelik eşyaların satıldığı dükkanları da ziyaret edin derim.Heryerde bulamayacağınız, çok anlamlı hediyelikler var.)
























İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜
Annem

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *


Bu Blogda Ara

Translate

Blog Arşivi

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE
GÜLÜMSEMEK GÜLÜMSEMEYİ ÇEKER ;)

sporun her rengi

sporun her rengi
JET SKİ sevenler

PİLATES AŞKI

PİLATES AŞKI
SAĞLIKLI YAŞ ALMAK İÇİN