The Latest

Cafe & Restaurant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cafe & Restaurant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
THE KADIN



Araştırmayı, gözlemlemeyi, okumayı çok seven biri olarak, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesini gezmek, o havayı solumak ve bize öğretilenleri yerinde görmek istedim. Gözünle görmeden inanma derler ya, e şimdi tarihimizi görme şansımız yok belki ama en azından anlamaya çalışmak, araştırmak diye birşey var. Her kendine göre yorum yapan, tarih profesörü oluyor günümüzde ama tarihi gerçekten tarafsız gözle inceleyenleri dinlemeyi ve  okumayı tercih edenlerdenim.






Hepimiz biliyoruz ki, Türk kadını, Osmanlı’dan günümüze çeşitli zorluklar ve engellerle dolu bir seyir izleyerek bugünlere geldi. Kadınlara değer veren, Mustafa Kemal Atatürk gibi ileri görüşlü bir liderin torunlarıyız. Bunun kıymetini bilmek lazım. Tarihimize sahip çıkmak ve iyi öğrenmek için zaman zaman müzeleri sarayları ziyaret etmek çok önemli bir değer bence. En son nezaman buraları gezdiniz bir düşünün, Bu muhteşem yerler turistlere özel değil ki.... Üstelik size tavsiyem benim yaptığım gibi, buraları gezmeden önce İstanbul'un en önemli meydanlarından biri olan ve tarihi eserlerin ev sahibi Sultanahmet'te hoşunuza giden ( ki her kafesi, restoranı ayrı güzel ve keyifli) biryerde oturup güzel bir Türk kahvesi içmeniz ve etrafın keyfini çıkarmanız.


Öncelikle, tarihte biz kadınlar için neler yapılmış hatırlayalım.

1858 yılında yayınlanan “Arazi Kanunnamesi” nde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer alırken, kadınlar miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı. Aynı yıl Kız Rüştiyeleri açıldı. Kadınlar ilk dergilerine 1869 yılında kavuştu. Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen haftalık “Terakk-i Muhadderat” dergisi yayımlanmaya başlandı. Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi” ise 1869 yılında yayımlandı. Bundan bir yıl sonra da kız öğretmen okulu “Dar-ül Muallimat” açıldı. Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması ve zorla evlendirmelerin geçersiz sayılmasını düzenleyen Hukuk-ı Aile Kararnamesi 1871’de çıkarıldı. 1876’da ise ilk anayasa olan Kanun-i Esasi ile kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi.

Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi'nde etkilenmediğim tek bir yer , tek bir eser yok. Hangibirini anlatsam, yazsam yerinde görmek kadar etkili olmaz inanın.Resimler de yetmez anlatmaya. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478'de yaptırılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid'in Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuştur. Beni bir kadın olarak en etkileyen bölümlerden biri elbette "Harem".

Sorsak herkesin soyu saraylı:) Gelin de gerçek saraylılar neler yaşamış nerede yaşamış görelim.


HAREM:

Kocaman saray da olsa yaşanan yer, bir noktada sıkılır  insan. Ben şahsen dayanamaz kaçardım ama kaçılacak yer en fazla sarayın bahçesi olurdu. Tabi hal böyle olunca, ozamanki kadınlar da sıkıntıdan birbirlerine sarmışlar. Padişahlar, sultanlar hangibiriyle uğraşsın? Toprak peşine mi düşsünler, entrikalarla kıskançlıklarla mı uğraşsınlar?Kimbilir daha bilmediğimiz neler var.

Tam da bu noktada sevdigim bir cumle geciyor aklimdan: 
  •  Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. 
  •  Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar. Hz.Ali r.a.                                 
  •  Gunumuz kadinlari olarak calisabilmenin ve ekonomik ozgurlugumuzun olmasinin gercek bir hazine ve zenginlik oldugunun farkindamiyiz?Sarayda da yasasak birilerine bagimliysak o sarayin samanliktan ne farki var?Ayrica birsey uretmeden zaman gecer mi....

Gezerken büyülenmemek mümkün değil.Biryere bakıp tarihini okurken hop diğer yere gözünüz takılıyor, telaşlı geziyorsunuz birnevi. Harem sadece bunlardan biri. Hepsini ayrı ayrı kaleme alacak olsam günlerce yazmam gerekir. Bu yüzden, ben etkilendiğim "Harem"e torpil geçtim.

Kelime anlamı olarak tabu, yasaklanmış anlamına gelen harem sözcüğü İslam toplumunda giderek aile kavramı için kullanılmıştır. Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Harem, sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir.

Harem'de yaklaşık 300 oda, 9 hamam, 2 Camii, 1 hastahane ve koğuşlar ile 1 çamaşırlık vardır. Sistematik değil fakat hiyerarşik bir mimari gelişim gösteren Harem, 1665 yılında büyük ölçüde yanmıştır. Günümüze gelen Harem, bu yangından sonraki yenilenmelerle ve zaman içindeki genişletmelerle biçimlenmiştir. Harem'in genel şeması, ard arda kapılarla ayrılan girişleri çevreleyen koğuşlarla, odalarla, köşk ve servis binalarıyla oluşur.

Harem deyince, sadece entrikalarıyla değil aklı zekası ve vicdani ile de Hürrem Sultan’dan bahsetmek gerekli diye düşünüyorum. Haksızlık etmemek lazım. Empati yapmak ve ogünlerde sarayda gerçekten neler yaşandığını bilmeden, sadece tarihçilerin yorumlarına dayanarak kuru kuruya inanmamak en doğrusu. 
Hürrem Sultan'ın devletin entrikalarında bize abartıldığı  kadar yüksek rolü olduğunu tartışmak gerekir. Bir monogam olan, tek eş seçen Süleyman Han karısını dinlermiş ama öz oğlunu öldürtecek kadar değil. Sebepler ayrıdır. Özel hayatlarımızda olduğu gibi, Türkiye tarihinde de fesad eksik olmaz ve fesad her zaman kendine bir baş arar. Bu kural bazen Şehzade Mustafa gibi cevherlerin hayatına da mal olur. Hürrem’in bütün kudretli padişah eşleri ve anaları gibi hayır eserleri de vardır. Sultanahmet’teki hamam, bugün bile kullandığımız Haseki Hürrem Hastanesi, Kudüs’teki vakıfları bunlar arasında sayılır.

Hürrem Sultan'ın , doğuşuna sebep olduğu en önemli eser ise Topkapı Sarayı’nın Harem bölümüdür.Nasıl mı yapılmış?

Topkapı’da harem yoktu ve yeni mimari kompleks sarayın simetrisini de bozdu. O vakte kadar Harem Halkı bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu Eski Saray’da otururdu. Süleyman Han, sevgili hasekisi ısrar edince onu kırmadı, Mimar Sinan’a Harem ısmarlandı. Koca Osmanlı saltanatının Mimar Sinan’dan görüp göreceği eser de bu olacaktı. Onun tersim ettiği başka bir padişah sarayı veya ikametgâh yok. Harem geometrik yönden hoş bir yapıdır.

Harem de yaşananlar, kadınların acıları, sevinçleri, umutları, umutsuzlukları, korkuları nelerdi bir düşünün, o dönemde yaşadığınızı hayal edin.Bu tv karşısına oturup Muhteşem Yüzyıl izlemek kadar basit değil bence.Onlar değiştirilebilir bir senaryoyu oynamadılar onlar gerçek bir dünyada yaşadılar, geçmişimizde yaşadılar.Yerinde gördüğünüz zaman okadar büyüsüne kapılıyorsunuz ki, empati yapmaya başlıyorsunuz. Kadına verilen değer nekadar değişti, ileri mi gitti geri mi geldi işte o tartışılır....

Topkapı Sarayı'nda bulunan Harem dışındaki tüm odalar, eserler, koridorlar, resimlenmesine izin verilmeyen mücevher bölümleri ve dini eserlerin yer aldığı bölümler özellikle görülmeli.

Okuduğum kitaplar, gezdiğim yerler, konuştuğum insanlar, araştırmalar... Geçmişten bugüne, her sorunun kaynağında bir sevgisizlik var. Savaşlar, entrikalar, hırslar, kıskançlıklar, egolar...Tüm insani duygular...

Kadın, her dönemde kadın. Uğruna savaşlar çıkan, kayıplar yaşanan, koca bir tarihe adını yazdırabilen , ah biz kadınlar... Çözümlenemeyen bir sır küpü , bir muamma olarak görülen bizleri henüz kendimiz de çözemedik belki ama okadar da zor değil aslında. Hepimizin geçmiş tarihlerden beri istediği şey gerçekten sevilmek değil mi....?

Konu biz olunca Ayasofya arada kaynadı sanki:) . Buyrun oraya da bakalım.


AYASOFYA ayrı bir büyü, gez gez bitmez.Gezerken durup hayale daldıran, düşündüren, kendini sindire sindire izleten eserlerle dolu.Tarihi ise şöyle;


Ayasofya, dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli yapıları arasında yer alıyor. Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami, 1935 yılından bu yana da müze olarak kullanılıyor.

Ayasofya'nın Hiç Bilinmeyen Adı

Ayasofya (Hagia Sophia) ismi Yunanca “Kutsal Bilgelik” anlamına gelir. Ayasofya'nın Osmanlı'nın kullandığı farklı bir adı olduğu, Fatih'in 66 metreyi bulan vakıfnamesinde ortaya çıktı. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz'ün araştırmalarında ortaya çıkan isim, İstanbul'un fethini simgeleyen: Fethiye Camii.

Bizans Dönemi

Ayasofya'nın günümüzde bulunduğu yerde şu ana kadar üç ayrı kilise inşa edilmiş. Günümüze ulaşan ve Ayasofya olarak tanıdığımız yapı üçüncü ve son kez inşa edilmiş olanı. Miladî 360 yılında burada inşa edilen ilk kilise eski bir Roma tapınağı üzerine kurulmuş bir bazilikaydı. Bu yapı 404 yılında, İmparator Arcadius'a karşı çıkan ayaklanmada çıkan bir yangınla kül olmuştu. Yangından 11 yıl sonra, İmparator II. Teodosius döneminde inşa edilen ikinci kilise de yine bir yangınla, 532 yılında çıkan Nika isyanı sırasında yandı. Önceki iki kiliseden çok daha büyük ölçekli üçüncü kilisenin yapımına İmparator I. Justinianus'un emriyle 532 yılında başlandı. İmparator kilisenin inşasının olabildiğince çabuk bitmesini istiyordu. Ülkenin dört bir yanına salınan haberlerle eski kentlerden kalma sütun ve mermerler gemilerle İstanbul'a getirtildi. Yüz ustabaşı, bin usta ve on bin civarında işçinin çalışmasıyla Ayasofya 6 yılda tamamlandı.

Osmanlı Dönemi Eklemeleri

Ayasofya İstanbul'un fethi ile birlikte başlayan Osmanlı döneminde çeşitli onarımlar gördü. Mimar Sinan 16.yy'da binayı depremlere karşı koruyan payanda duvarlar ekledi. Bu duvarlar sayesinde Ayasofya'nın Bizans döneminde defalarca çöken kubbesi bir daha hiç çökmemiştir. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örnekleriyle bezenmiştir.

Ayasofya'nın bahçesinde bulunan Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmed, Sultan III. Murad ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I. Mahmud'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid'in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya'daki Osmanlı çağı örneklerindendir. Ayasofya'daki papaz odaları Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinden sonra medrese olarak kullanılmış, ancak İstanbul Üniversitesi'nin temeli sayılan bu medreseler 1934 yılında Müzeler Müdürlüğü tarafından, her nedense, yıktırılmıştır.

Hat Levhaları

Sultan Abdülhamit döneminde, devrinin büyük hattatlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi, cami içinde 7.50 metre çapında yuvarlak sekiz levha hazırlamıştı. Bu levhalarda, “Allah” ve “Muhammed” isimleri yanısıra, dört büyük halifenin isimleri “Ebu Bekir”, “Ömer”, “Osman”, “Ali”, ve Peygamberimizin torunları “Hasan” ve “Hüseyin” isimleri yazılıdır. Caminin 1935 yılında müzeye çevrilmesinden sonra içeride bulunan eşya ve halılarla birlikte bu levhalarda kaldırılmıştır. Ancak kapılardan sığmayan bu levhalar, uzun bir süre bir köşede bekletildikten sonra tekrar yerlerine asılmışlardır.

Yine Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye ait kubbenin göbeğinde yazılı olan Nur sûresinin 35. ayeti yabancı bir araştırmacı tarafından kazınarak altında bulunması muhtemel mozaikler araştırılmak istenmiş, ancak müsaade edilmemiştir.

Cami Kıblesi

Eskiden kilise olan Ayasofya'nın absidinin yönü diğer kiliselerde olduğu gibi Kudüs'e yönelik olması gerekirken hafifçe kıbleye yöneliktir.    Fatih'in eli ile Ayasofya'nın kıblesini düzelttiği yönündeki rivayetlerin çıkış kaynağı bu olabilir.

Terleyen Direk

Bu direk yapısı itibariyle nemli bir görünüm arzetmektedir. Üzerindeki delik, Hristiyanlık devrinden beri bulunmaktadır. Rutubeti emen direklerden hastalar şifa umduklarından, elleri ile delik açmışlardır. Bu direkle ilgili pekçok efsane vardır.


Restorasyon Çalışmaları

Böylesine değerli bir yapının bakımı da tahmin edilebileceği gibi son derece zor. 1992 yılından bu yana Ayasofya restorasyonda. Bu nedenle ziyaretçiler içeride kocaman bir iskele sürpriziyle karşılaşıyorlar.

Şimdilik benden bukadar, gerisi resimlerde...En önemlisi paylaşmaktı, artık topu size attım, siz de gezin ve etrafınızla paylaşın.Her bakışın yorumu farklı olacaktır...

Sevgiyle...
Pınar Tok


























SU ve ADALAR ŞEHRİ STOCKHOLM :

Yapıları, parkları, tarihî yerleri, yeşil alanları ve eğitim merkezleriyle oldukça ileri bir Avrupa şehrindeydim ve sıkça ziyaret ettiğim  bu şehri bu defa ,sizler için he kaleme aldım.Kendi gözlemlerim dışında, İsveç'de kadın olmaktan tutun, çocuk olmaya, eğitim sisteminden, yaşam şartlarına kadar birçok konuyu, uzun yıllardır orada yaşayan Türklerle ve benim için de çok değerli olan, yıllarını eğitime adamış emekli öğretmen sevgili Sevil Torpare ile konuştum.Bu güzel söyleşiden önce gelin bu şehri biraz benim gözümle gezelim.

İsveç'in başkenti ve en büyük şehri olan Stockholm,  on dört adaya ve Mälaren Gölü'nün denizle birleştiği bir kanala sahip. Kentin adalara ve kanallara yayılmış olması, ona Kuzeyin Venediği sıfatını kazandırmış.Bana göre en keyifli yanı, harika sokakların, binaların,müzelerin, şirin dükkanların, sarayın bulunduğu şehir merkezinin;  yaya olarak gezilebilir olması.Böylece heryanı benim yaptığım gibi özgürce fotoğraflayabilir, alışveriş keyfiyle tarihi, sanatı , kültürü birarada yaşabilirsiniz.

"Ne yemeli, nasıl gezmeli, nereleri görmeli?"

İsveç' de bir ormanda mahsur kalırsanız korkmayın, yıllarca yetecek kadar organik besinle dolu harika ve sağlıklı bir yaşam sizi bekliyor olacak:) Keşfe çıktığımda, ağaçlardan sarkan kuşburnunu, meyvaları yerken beni çocukluğuma döndüren ve her adımımda beni şaşırtan yiyeceklerle dolu İsveç ormanları! Ayrıca,yüzlerce çeşit yenilebilir mantar türü de  bu ormanlarda bulunuyor.

İsveç mutfağının zirvesi, geleneksel olarak et suyu ve haşlanmış patates ile sunulan İsveç köftesidir , bunun haricinde  İsveç'e özgü yiyecekler arasında en tanınmışları Knäckebröd(kuru, sert, peksimete benzeyen bir 'çıtır ekmek') ve lingondur (yabani kızılcık reçeli).Çıtır ekmeklerin üzerine bayıla bayıla sürdüğüm karidesli tüp peynirlerin de lezzeti harika.Yöresel yemeklerden Surströmming (Kuzey İsveç'e ait bir tür balık yemeği) ve Güney İsveç'te de yılanbalığı, örnek olarak verilebilir. Konusu gelmişken,şehrin göbeğinde tutulan ve en yararlı balık çeşidi olan somondan bahsetmezsem olmaz, evet yanlış okumadınız şöyle bir oltayı atıp rahatlıkla somon balığı yakalayabilirsiniz.Neyazık ki, mesela Galata köprüsünde stres atmak, hobi ya da güzel bir ziyafet çekmek için saatlerce  uğraşan ve oltalarına  bırakın balığı, çoğunlukla çöp takılan amatör&usta  balıkçılarımızı kıskandıracak boyutta bir bolluk ve temizlik sözkonusu.Buradan o çöpleri atan "çevreci!" vatandaşlarımıza selam olsun.

"Ya kaybolursam?" korkunuzun olmayacağı bir şehir çünkü heryerde "şimdi buradasınız" haritaları var, yani kaybolmak zor.Engelliler ve bebek arabalı aileler de düşünülmüş, yürürken güzeller güzeli bebekler dışında, bu insani detaylar da çok dikkatimi çekenler arasındaydı.Keşke ülkemizde de bukadar duyarlı olunsa diye içimden geçirmedim değil."Yürümek istemem" derseniz, son derece dakik çalışan toplu taşıma araçlarını,  tablo gibi duvarlarıyla, heykelleriyle,içinde sanat barındıran metro istasyonlarını kullanabilirsiniz(bkz. resimler)

Stockholm tiyatrolarıyla da ünlü bir kent.Şehirdeki Kraliyet Dramatik Tiyatrosu (Kungliga Dramatiska Teatern) Avrupa'nın en bilinen tiyatroları arasında. Yine Kraliyet İsveç Operası da 1773 yılında açılan eski bir opera binası.Ayrıca,Stockholm, dünyanın en büyük müze kentlerinden biri.Kentte yılda 1 milyon insan tarafından ziyaret edilen 100 kadar müze yer almakta ve hepsi de görülmeye değer.

Şehrin en eski yerleşim bölgesi olan Gamla Stan(eski şehir)'ın arnavut kaldırımı sokakları,bir kişinin geçebileceği daracık geçitleri,kral mezarlarının olduğu Büyük Kilise'si ve İsveç kralının bir bölümü müze olarak gezilebilen sarayı oldukça büyüleyici.Sarayın karşısında, iki kanal arasında minik bir köprüyle birbirine bağlanmış  İsveç Parlamentosu binası ve hemen ona yürüme mesafesinde karşı adada bulunan başbakanlık konutu da harika.Buarada başbakanlık konutunda güvenlik kulübesi yok!Masal şehri gibi...

 Büyülendiğim bir başka  detay da şöyle( eminim tüm kadınlar buna bayılacak); 1980 yılında anayasal bir değişiklikle "cinsiyetine bakılmaksızın ilk doğan çocuğun tahtın varisi olması kabul edilmiş.Böylece artık taht babadan oğula geçmeyecek ve İsveç kraliyet geleneğini bir prenses sürdürecek.Üstelik, o da babası Carl XVI.Gustaf gibi halktan biriyle evlenerek  İsveç halkının gönlünü fethetmiş.Buarada prensesin ilk çocuğu da bir kız:)

Harika sokakları, yazlık&kışlık sarayları , binaları , uçsuz bucaksız bereketli ormanları, dükkanları hatta cadılar bayramına denk gelişimin tatlı karelerini yazının devamında  gezebilirsiniz.

Şimdi, İsveç'de yaşayan  Türk öğretmene sevgili Sevil Torpare'ye neler sormuşum ve ne yanıtlar almışım buyrun birlikte bakalım -röportaj boyunca , kendisi yakınım olduğu için samimi bir hitap şeklim olacak:) 

PINAR: Sevil teyzeciğim, öncelikle kendini sevgili okurlarımıza biraz tanıtır mısın, neden İsveç ?

SEVİL: Dogum tarihim sart  ise 1943:) 1979 da aşkımın peşinden evlenerek İsveç'e gittim (sen henuz 15 aylik bir bebektin) .

Türkiye'de 1973 yılında Edeb.fak. sanat tarihi bölümünü bitirince,ögretmenlik için tayin istedim. Uşak Eşme lisesinde 5 yil sanat tarihi ögretmenliği, İsveç'te 30 yıl bilfiil anadil ögretmenliği ile  toplam 35 yıl hizmet yaptim. 

PINAR: Ben de yaşlanmışım desene:) Aşkının peşinden İsveç'e gitme konusuna saygı duyarak alkışlıyorum ve "nerede şimdi öyle aşklar" demiyorum ki konudan sapmayalım:) 
Peki,İsveç'e yabancı bir ülkeden gelip de öğretmen olabilmek bukadar kolay mı? 

SEVİL: İsveç'le Türkiye arasinda kültür ve eğitim anlaşmasi hiç olmamış, İsveç buna yanaşmıyor  bu nedenle , öğretmen diplomasina sahip kişiler  İsveç'e gelince bireysel olarak başvurarak öğretmenlik alabiliyorlar, ben de öyle yaptim. Almanya'da olduğu gibi  TR'den seçilip  gönderilmedim.

PINAR: İsveç'de kadın olmak desem ve tek cümlede tanımlamanı istesem nedersin?

SEVİL: Eğer İsveçli olarak doğmuş ve o kültür  içinde yetişmişsen eşitsin yani kadın olmak eşitlik demek.İsveçli değilsen de yetiştirilmen,aldığın eğitim ve kişiliğine bağlı olmak koşuluyla yine eşit haklara sahipsin elbette.

PINAR: Buradaki insanlar soğuk görünseler de aslında kaliteli bir samimiyet içerisinde, sence?

SEVİL: Kesinlikle öyle Pınarcım.Buradaki demokratik yaşamı belirtmek açısından özellikle şunu söylemek  isterim ki; İsveçte 70 li yillarda  DU=sen  reformu kabul edilmis, herkes birbirine  du yani sen diyor  Kral'la bile konuşurken sen diyorlar. Okulda müdürle öğretmen arasında bir fark yok, birbirlerine sen diyorlar.Ayrica, biriyle konuşurken  siz diye hitap edersen samimiyetsiz damgasini yiyorsun :)

PINAR: Egosuz hava sahası desene! İşte bu harikaymış."Sizli bizli cümlelerden ibaret sanılan saygıya" güzel bir açıklama  oldu.Harika öğrenciler yetiştirdiğini biliyorum, İsveç'teki çocuklar neden bukadar mutlu?

SEVİL:  Teşekkürler canım.Seni de yakından ilgilendiren bir konu bu sorunun ilk cevabı yani  spor.Spor, aileden başlayan, okul öncesi eğitimde de çok önem verilen sonrasında da teşvik edilen , eğitim sisteminin , yaşamın olmazsa olmazı.Bu bilinçle eğitilen çocuklar kötü alışkanlıklardan uzak büyüyor.Ayrıca mutlu olmalarının bir diğer nedeni de tabi ki aldıkları eğitimin kalitesi.Burada, okul ve ders araçları ücretsiz.Özel ya da devlet farketmiyor, ailenin ekonomik durumuna göre ödeme yapılıyor.

Çocukları eğitecekseniz onlar gibi düşünmelisiniz, esneklik gerekir şöyle ki,  eğitim sistemi, çalışma hayatının gereksinmelerine,öğrencilerin yetenekleriyle isteklerine ve değişik verilere uygun olarak esneklik göstermektedir.Bu esneklik öğrencilerin, sisteme 
dinamik ekonominin gereklerine,toplum üyelerinin değişen eğitim istekleriyle biçimlenen yapıya uyum göstermelerine olanak verir.Ayrıca esneklik, öğrencilerin ortaöğretimde sonuçsuz bir seçimden kaçınmalarını ve dal değiştirmelerini de kolaylaştırır.

Sürekli yenilenme de çok önemli.Eğitimcilere göre sürekli reform 2 nedenle önem taşıyor.Toplum ve bilgiler o denli sürekli değişmektedir ki tüm sistem zamanla geçerliliğini yitirmektedir.Eğitim sisteminin tutarlı olabilmesi için yenileştirme zorunludur.Bunun için bilimsellik önemlidir.Bilimsel yöntem ve eleştirici düşünce tüm alanlarda geçerlidir çünkü İsveç de tahminciliğe değil bilime saygı duyulur.Bundan dolayı toplumbilim uzmanları politik kişiler ve plancılar arasında diyalog kolaylıkla sağlanır.Değişikliği ve gelişmeyi yadsımamak sürekli reformu kabul etmek İsveç eğitim felsefesinin temelini oluşturur.

PINAR: Dünyadaki tüm çocukların hakkı bunlar, dilerim her çocuk buradaki çocuklar kadar güzel bir yaşamın sahibi olurlar...Buradaki insanlarla konuştuklarımdan ve okulları yerlerinde gezerken gördüklerimden yola çıkarak soruyorum, neden okul içerisinde her fotoğraf çekmek istediğimde kesinlikle izin veremeyecekleri söylendi senden dinleyebilir miyiz?

SEVİL: Bu güzel dileğine ben de gönülden katılıyorum. Okulda çekim konusuna gelince, kesinlikle güvenlik sebebiyle.Ayrılan anne babalar olabiliyor ve haliyle içlerinde şiddet ve baskı görmüş kadınlar da oluyor.Bu gibi durumlarda hemen kimlik ve adres bilgileri değiştiriliyor ve yeni bir hayata başlıyorlar.Dolayısıyla, kadının ve çocuğun herhangi kötü bir olaya mağruz kalmaması ve yerlerinin bilinmemesi için buna çok fazla özen gösteriliyor.

PINAR: Dünyanın heryerinde olduğu gibi,ülkemizde de maalesef gün geçmiyor ki bir kadın cinayeti haberi duymayalım.Bu gibi olaylar gerçekten çok üzücü.Önemli olan , buradaki gibi tedbirin kuvvetli,hızlı ve kapsamlı birşekilde önceden alınması.Peki ya evlilikler? Doğum yaşı? Bunlarla ilgili de biraz bilgilendirir misin bizleri?

SEVİL: Bir kadın olarak, eşitliğin olduğu bir ülkede yaşadığımı belirtmiştim.Eşim İsveç'li ve ev işlerinin sadece kadına ait olmadığının farkında.Elinden geldiğince de yardımcı oluyor.

Mesela araştırman dahilinde görüştüğün  arkadaşımın kızı Huri' nin de sana anlattığı gibi İsveç'de, doğum izninin bir ayı tamamen babalara ait.Hatta isterlerse maaşlarının %30 una razı olup bu izni uzatabiliyorlar.Anneler ise çocuk 4 yaşına gelene kadar izin kullanabiliyor.Huri'de olduğu gibi, çocuklar  ikizlerse extra 180 gün hak veriliyor.

Genelde güzel bir işbirliği var evet ama çevremden gördüklerime,duyduklarıma istinaden söyleyebilirim ki herkesin evliliği bu şekilde olmayabiliyor da.

Hepsi olmasa da bir kısım İsveç'li erkekler/kadınlar  diğer ülkelerdeki insanlarla evlilikleri daha çok tercih eder oldu.Erkek gözüyle bakarsak,dominant ve kariyer düşkünü bir kadını tercih etmek istemiyorlar,aksine tam bir evhanımı arıyorlar.Kadın gözüyle bakarsak da, evlilik ve çocuktan önce kariyeri birinci sırada tutuyorlar.Genelleme yaparsam, doğum yaşı kesinlikle 30'un üzerinde diyebilirim.Elbette bu gibi şeyler herkesin kendi tercihi.

PINAR: Ev işleri konusunda eminim birçok Türk kadını derin bir iç çekmiştir okurken.Teşekkürler bu güzel bilgiler için.Son olarak eklemek istediğin birşeyler var mı?

SEVİL: Öncelikle sana çok teşekkür ediyorum bu güzel araştırmaların ve söyleşi için.Başarıların daim olsun Pınarcım.
Bir eğitimci olarak, kadınlar hangi ülkede hangi şartlarda olurlarsa olsunlar mutlaka kendi ayakları üzerinde durmalılar diye düşünüyorum.Biz kadınlara çalışmak ve güçlü durmak yakışır.

Koskoca bir masal  kentini  özetle kaleme almak hiç kolay olmadı.Umarım merak edenlere,  henüz ziyaret etmemiş olanlara ya da sadece araştıranlara ışık olmuştur.Görmeniz gereken yerler listesinde  İsveç ilk sıralarda olmalı derim.

Sporla, sevgiyle kalın


PINAR TOK





















































İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜
Annem

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *


Bu Blogda Ara

Translate

Blog Arşivi

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE
GÜLÜMSEMEK GÜLÜMSEMEYİ ÇEKER ;)

sporun her rengi

sporun her rengi
JET SKİ sevenler

PİLATES AŞKI

PİLATES AŞKI
SAĞLIKLI YAŞ ALMAK İÇİN