“Ne
kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti, iyi insanlar iyi atlara binip gitti” demiş olsa da Necip Fazıl Kısakürek,
hala iyi olma şansın var derim ben. Ben senin en derinlerini hissedebilirim.
Seni ruhen, fiziken tedavi edebilirim. Hiç düzelmeyecek sandığın acılarına
merhem olabilirim.
Ritmik
yürüme biçimim, senin bu yürüyüşe sürekli uyum sağlamanı gerektirir. Böylece
değişik kas grupların, özellikle de pelvik kasların ve duruş kasların, çalışır.
Zamanla, dik durmak senin için eziyetten ziyade alışkanlık haline gelir. Ben
hızlandıkça senin farklı kas grupların da (kuadriseps ve diz ardı kirişi gibi)
yoğun bir şekilde çalışır.
Koordinasyon,
refleks ve motor sinir sistemi
gelişimindeki etkim bilimsel olarak kanıtlandığı için bana tüm kalbinle
güvenebilirsin… Bu bir egzersiz olsa da, bir eğlence olarak algılanır senin
tarafından ve bu nedenle eğlence süren ne kadar uzarsa, egzersize bağlı kas
gelişimin de o kadar artar. Düzenli şekilde benimle spor yaparsan, çevrene
karşı farkındalığın gelişir, uyanık olur ve acil durumlarla çok daha iyi bir
şekilde baş edersin.
Etrafındaki
kimsenin seni anlamadığını
düşünebilirsin ama bir bakışın bana tüm yaralarını anlatabilir. Bırak seni
tedavi edeyim, en iyi arkadaşın ben olayım..." der yazımın baş kahramanı AT :)
Hayat
insanı yormaz, insanı insanlar yorar. Hayat topraktır! Kuyuyu insanlar kazar...
Topraktan geldik ama şehirlerde özümüzü unuttuk. Nefes almayı, yeşili, doğayı
terapilere bıraktık...
Bu
kahramanları hayatının tam ortasına koyarak ailesiyle birlikte huzurlu bir
yaşam alanı oluşturmuş çok renkli başka bir kahramanla tanıştırmak istiyorum
seni. Kahraman diyorum çünkü günümüzde çoğumuzun yapmak istediği ama
alışkanlıklarının esiri olduğu için bir türlü yapamadığı şeyleri yapmış olan
biri kendisi.
Şehrin
gürültüsü ve karmaşasından uzaklaşmak, köklerine daha yakın olmak ve
çocuklarını doğal ve gerçek bir hayatta yetiştirmek adına eşiyle birlikte cesur
kararlar alarak kendi cennetlerini yaratmışlar...
Gelin
bu cenneti birlikte ziyaret edelim ve bu güzel aile orada nasıl yaşıyor
öğrenelim...
"Bir atın, bir bıçağın varsa her koşulda
her yerde yaşayabilirsin" diyen Murat Tekin ile sohbetimize hoş geldin...
Pınar:
Sizi tanıyabilir miyiz?
Murat: 1969 Çanakkale, Çan doğumluyum.
Çanakkaleliyim ama esas köken Biga. 1989’da Eskişehir Güzel Sanatlar
Fakültesi'ne gittim, Grafik Sanatlar okumaya. Aralarında Beyazın da olduğu
(Beyazıt Öztürk) dört arkadaş ev tuttuk. Güzel, eğleceli ve verimli yıllardı. Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünde
okuyan hayatımın insanı (şairin dediği
gibi 'bir eşi olmalı insanın ...') eşim Gaye ile tanıştık. Okul bitince
birlikte İstanbul'a (Eşim İstanbullu) yerleştik. Nişanlandık ve birlikte reklam
ajansı kurduk. İki yıl sonra kapattık ve evlendik. Değişik ajanslarda ve kendi
ajanslarımda birçok başarılı reklam kampanyasına imza attım.
Pınar:
Kolay bir iş değil sektör olarak da…
Murat: Meslek prensibim olan 'Para hiçbir şey,
Fikir her şey' düşüncesiyle iş yaptığınız zaman beyin çok yoruluyor.
Dolayısıyla ciddi yoruldum. Ve 3 dakikada verdiğim bir kararla ve tabiki eşimin
onayı ile Kilyos’a taşındık. Hatta o dönemde kızımız Hare ilkokula
başlayacaktı, köy ilkokuluna verdim. Oğlum da kızım da köy ilkokulundan mezun
oldular. Kilyos' ta iki dönüm bahçeli bir evimiz ve bir sürü hayvanımız vardı.
Ve
bir gün uzun zamandır istediğim bir at aldım kendime. Arkadaşım ve dostum
Hakan'la bahçeye bir günde iki ahır yaptık. Sonra küçük bir at da oğluma aldım.
Sonra Hakan'a bir at, üç at, dört at derken… baktım bu iki dönüm yerde olmuyor.
Sonra Hakan'ın 12 dönüm arazisini kiraladım. Bir buçuk iki sene içerisinde 25
atlı bir tesis oldu. Baya bir tesis oldu yani:) Yani bir nevi ikinci bir hayat
ama amacımız hiçbir zaman para kazanmak değil, sadece o döngüyü sağlayabilmek.
Onu da gayet güzel keyifle yapıyorduk. Bir gün bir telefon... burada
(Çanakkale’de) büyük abim vardı benim 49 yaşında (Faruk Tekin). Kalp krizinden
bir anda vefat etti. Hatta kızımın doğum günüydü 13 Ocak 2013’ de. Ondan üç
sene önce de babam ölmüştü kalpten…
Pınar:
Başınız sağ olsun.
Murat: Teşekkür ederim... İşte o telefonla
birlikte bizim hayatımız değişti. Cenazeye geldik, defnettik falan filan.
Baktım ki bize bir görev düşmüş. Buraya taşınma görevi. Çünkü bir abim (O da
Çan'da oturuyor) ve annem dışında kimse kalmadı. Biz dedik taşınıyoruz buraya.
İki ay içerisinde de taşınmıştık. Bütün ev, çiftlik ve 16 at.
Yani
bir beklentiyle "gidelim oraya, çiftlik kuralım" diye bir hayalimiz
de yok. Çünkü orada durumumuz gayet güzeldi. Haa bu 25-30 sene zarfında her gün
gelmek istiyor insan, memleketine dönmek istiyor ama öyle bir şey olmadı.
Neyse,
geldik işte... istedim ki kimsenin rahatsız etmediği bir yerde ben bu hayatıma
devam edeyim. Yani bir çiftlik yapayım da şöyle olsun, böyle olsun değil...
Pınar:
Burayı bilen çok az kişi var. Siz nereden buldunuz?
Murat: Buldum işte arayınca buluyor insan :)
Kendime
bir hedef çizdim. Hatta Google Earth’den çizdim. Oklar koydum 15 km. merkeze.
Çok yer aradım. Yaklaşık bir ay gezmediğim yer kalmadı. Sonra aklıma vefat eden
abimin üç sene önce, karlı bir günde, beni arazi aracıyla götürdüğü köy aklıma
geldi. Bu köy sizin de dediğiniz gibi, çok da bilinmeyen bir köy. Radar tepesi
denir buraya, güzel bir manzarası vardır. Radar’dan sonra kimse geçmez. Herkes
bu tepeye belli bir yere kadar gelir ve belli bir yerden geri dönerler. İlk
başta, yer bulamamıştım. Evde oturuyordum bir gün ve az önce bahsettiğim gibi
üç sene öncesi aklıma geldi. Evde dayım da var o anda. 'Ya' dedim ‘Dayı şurada
ilerde bir köy vardı, askeriyenin orda ama yolunu bulabilir miyiz?’
"Gel
bakalım gidelim" dedi.
Geldik,
baktım işte ‘Selamın Aleyküm’, ‘Aleykül selam’. Zaten üç hane var, toplam dokuz
kişiler. Yaş ortalaması 70-80. Ben dedim ‘Yer arıyorum’. Baktığımız yerler
hisseli tapu olduğu, bir sürü karışanı olduğu ve bir de terk edilen bir köy
olduğu için bir ay geldim gittim buraya. Her gün gide gele, en son işte burası
oldu. Tek tapuydu çünkü. Tamam dedim. Hemen yolunu, elektriğini, suyunu,
çadırını kurdum. Tırları (tırları diyorum çünkü iki büyük tır, dört kamyon; bir
de at kamyonu vardı, atları özel taşımak için...) ayarladık. Baya yoğun bir
lojistik çalışma oldu ve bir haftalık bir taşınma süreci oldu.
Pınar:
Buraya geldiğinizde işe ilk nereden başladınız?
Murat: İlk geldiğimde hiçbir şey yoktu tabi
burada. Her yer taş, çalı çırpı. Köşeye bir çadır kurdum. Hayvanların ilk
çadırı vardı orada. Girişin sol tarafında, çamın altına bir masa koydum, hatta
şu an oturduğumuz masaydı... Oraya sandalyemsi, taştan bir şey yaptım.
Çaydanlığımı koydum ve ilk oradan başladık Bismillah diye.
Ondan
sonra "hadi bakalım orayı yapalım, burayı yapalım, işte şuraya bir kümes
yapalım" dedik ama işte kafa öyle bir işliyor ki, ilk geldiğimde bile
bundan üç sene sonrasında neyin nerede olacağı kafamdaydı. Yani nasıl bir şey
olacağı...
Pınar:
Bu reklamcılık mesleğinizden de kalma bir şey diye düşünüyorum:)
Murat: :) Her halde ondan, kesinlikle etkisi
vardır. Yani tuvaletin yeri, kafeteryanın yeri, akacak derenin yeri belliydi,
hayvanların yeri, manej belliydi at koşturacak yer belliydi… Şimdi adım adım
ilerliyoruz.
BEN
BURAYI CANLI BİR TABLO OLARAK GÖRÜYORUM...
...diyorum
ki burası benim tablom (sohbetimiz
esnasında öğreniyorum ki, ilkokuldan bu yana resim yapıyor, İlk ve orta öğrenim
sırasında birkaç karma sergiye katılmış ve resim konusunda birkaç ödül almış).
Biliyorum kafamdaki şeyi. Tablonun genelini görüyorum. Adım adım onu işliyoruz.
Çoğu şey de doğaçlama gidiyor.
Pınar:
Burası gerçekten çok güzel. Hem ailenizle yaşadığınız, hem de bu güzellikten
insanlar da yararlansın istediğiniz bir mekan. Nasıl bir iş bölümü var
aranızda?
Murat:
Çok teşekkürler
sevgili Pınar. Şöyle ki, ilk önce AT ve Doğal Yaşam. Bu bağlamda eşim Gaye ile
'nedir eksik, nedir çözüm' diye düşünüp hallederiz ve herkes en iyi yaptığı işe
sahip çıkar. Mesela ben kafeteryaya hiç karışmam, tamamen Gaye halleder.
Cumartesi
ve Pazar günleri rezervasyonlu kahvaltılar veriyoruz, hepsi doğal çoğu kendi
ürettiğimiz ürünler. Özel kendimiz hazırlıyoruz. Reçeller, börekler, zeytinler,
gözleme, yeşillikler CANIM ANNEME
ait. Peynir ve sucuk özel yaptırıyoruz. Yakında toprak fırın yapıp ekmeğimizi
de yapacağız.
Biz
burada harala gürele açık büfe kahvaltı verelim derdinde değiliz. İlk defa
geçenlerde rekor kırdık ve 54 kişiye kahvaltı verdik. Sayı rezervasyonun
üzerine çıkınca biraz zorlandık.
Şu
an sadece ve sadece benim ilgilendiğim iş, bu gördüğünüz genel inşaat ve genel
yapı dışında, AT' tır. Binicilikten tamamen ben sorumluyum. Zaten asıl bizim
işimiz burada binicilik eğitimi vermek.
Pınar:
İşte konumuz en iyi dostlarımıza, kahramanlarımıza yani atlara geldi... Öncelikle şunu sormak
istiyorum, binicilik eğitimi almak isteyenler buraya geldikleri zaman eğitim
programında neler yapılıyor ve ne kadar ücret alınıyor?
Murat: Ödeme bir şekilde hallediliyor tabi ki
bir karşılığı var. Ama karşılığı hiçbir zaman şu değil: "büyük bir ticari
gelir". Böyle bir beklentimiz yok. Binicilik eğitimi ya da diğer hizmetler
karşılığında talep ettiğim ücret ise tamamen bu çarkı, bu döngüyü devam
ettirmek için...
Temel
binicilik eğitiminde neler yapıldığına gelince; 10-15 dakikalık turlar için bir
eğitim gerekmiyor. Çünkü seyis eşliğinde yapılıyor. Binici olmak için 10 temel
eğitim dersimiz var. Birer saatten oluşan 10 dersi almak zorunda binicilik
eğitimi alan kişiler. Temel binicilik eğitimi sonunda tabi ki yaş gurupları
önemli ama Binici atıyla dörtnala koşar hale geliyor.
Ve
daha sonra orman ve arazide serbest biniş yapabiliyorlar.
Burada
olmamızın esas amaçlarından biri de, ata binerken orman turu yaptırabilmek ve
orman yollarını kullanabilmek. Yoksa manej içinde burada ata binmek değil. İlk
geldiğimiz zaman benim ilk işim ata binip mekanı, ormanı, yolları, şurayı
burayı keşfetmek oldu. Buradan Bayramiç’ e, Çan'a, Biga'ya kadar gidebilirsiniz
hem de hiçbir yola çıkmadan. Dolayısıyla güzel bir konumdayız. Eğitim verdimiz
arkadaşlar ile ormana tura gidiyoruz.
Pınar:
Ne kadar güzel! O tur ne kadar sürüyor?
Nereye kadar gidiyorsunuz?
Murat: Nereye isterseniz oraya. Size kalmış.
İster saatlik yaparsınız. İster yarım günlük. İster tam günlük. Mesela yarım
günlük turlar yapıyorum. Üç dört arkadaş buluşuyor ben de biniyorum. 5 - 6 at
gidiyoruz. Amacım bunu ileride gecelik turlar olarak yapmak.
Mesela,
Kapadokya’da atlı safari turları yapılır, gidersiniz oraya, tıkır tıkır atlar
belirli bir yolda yürür, dolaşır gelirsiniz. Buna safari deniyor. E biz de bir
nevi onu yapıyoruz ama biz yoldan çıkıyoruz ve istediğimiz yöne gidiyoruz. Yani
birilerinin yoluna ihtiyacımız yok. Bu turlar genelde doğaçlama oluyor. Gerek
koşuyoruz, gerek yürüyoruz, gerekse attan inip yürüyoruz...
Pınar:
Yüzeysel bir şey olmuyor sizin turlar...
Murat: Kesinlikle... Kısacası atla yaşamayı
öğreniyoruz. Öbür türlü tıkır tıkır tıkır tıkır hep aynı... :)
BİR
DÜŞÜŞ İKİ DERSE BEDELDİR...
Pınar:
Sohbete ara verdiğimizde Gece ve Ihlamur isimli dünyalar tatlısı iki ayrı atla
küçük bir eğitim turuna çıkardınız beni, o sırada öğrendim ki bana eşlik eden
Gece baya bir ünlüymüş ve bir çok dizide rol almış:)... Hayvan kast
ajansınızdan bahsetmek istiyorum biraz...
MURAT: Evet iyi işler çıkarıyorlar... :)
Hayvan
kast ajansını daha İstanbul'da iken kurmuştuk. Orada da hayvanlarımız çeşitli
projelerde yer alıyordu. Mesela bahsettiğiniz gibi, "Öyle bir geçer zaman
ki" dizisinde atlarımız ve Gümüş ismindeki köpeğimiz 4 bölüm oynadı. Beyaz
eşya, çamaşır makinesi reklamında Beagle cinsi köpeğimiz oynadı ve çeşitli
hayvanlarımız (şahin, doğan, karga, baykuş, keçi, martı, serçe, yılan gibi) bir
çok klip, dizi ve filmde rol aldılar. İstanbul için hatırladıklarım bu kadar.
Çanakkale’de
de 100. Yıl nedeniyle çekilen film ve dizilerde de atlarımız rol aldı. Mesela
Seddülbahir 32 Saat’te Gece, Komutan atını ; Ihlamur da Ulak atını oynadı. Yine
Çanakkale' de çekilen "Ağlatan Dans" dizisinde iki atımız rol aldı.
Sahneler için de oyuncuların binicilik eğitimleri tarafımızdan verildi.
Pınar:
Harika... Peki Hipoterapi konusuna gelmek istiyorum. Biliyorum ki bu hassas
konuya maalesef yeteri kadar önem verilmiyor ülkemizde. Tıbbi tedavilere destek
olarak at üstünde rehabilitasyon yönteminden çoğu bedensel ve zihinsel engelli
çocuk ve yetişkinler, atla terapi uygulayan tesislerin yaygın olmaması ve maddi
şartlardan dolayı yararlanamıyor, bu da beni çok üzüyor.
Bu
konuda sizin çok güzel şeyler yaptığınızı biliyorum, anlatabilir misiniz?
Murat: Evet maalesef bu beni de çok üzüyor. Atın
insan üzerindeki tedavi edici etkileri bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Tıp
dünyasında Hipoterapi olarak bilinen atla terapi yöntemi çok eski yıllardan
itibaren Avrupa'da uygulanmakta olup birçok engel türünde büyük oranda tıpa
destek olarak fayda sağlamakta.
Bir çok
örneğimiz var burada. Bunlardan biri küçük bir çocuktu ve hiç konuşamıyordu.
Buraya gele gide, ata dokunarak, binerek, onunla sessizce iletişim kurarak
birdenbire konuşmaya başlamıştı. O anı, annesiyle babasının şaşkınlıklarını ve
mutluluk çığlıklarını hayatım boyunca unutamam... Bunun dışında Çanakkale'de
bulunan engelliler okulu ile özel organizasyonlar düzenliyor ve çocukları karşılıksız
sevgileri ve iletişimleri olan hayvanlarla ve özellikle atlarla bir araya
getiriyoruz. Diğer okullar da gruplar halinde sık sık ziyaretimize geliyor.
Binicilik, karakteri,
özgüveni, mücadele gücünü geliştiren bir spor dalıdır.
Atlar
büyük ölçüde bakım ve ihtimama gereksinim duyarlar. Bir süre sonra biniciler
atlarına yürekten bağlanırlar. Onlara karşı ilgileri artarken bakımını da
yapmayı öğrenirler. Önce atın ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenirler.
Temelde
amaç binicilik disiplinini öğretmek olsa da terapatik etki kendiliğinden
gelmekte. Bir atın yürüyüşünün çok boyutlu salınma ritmi kişinin leğen kuşağı
kemiklerine normal insan yürüyüşünün iki katı kadar etki etmekte. Binicinin at
yardımıyla oluşan hareketi sinir sistemi ve beyin dahil olmak üzere tüm vücuda
uyarılar gönderiyor. Bunlara eklem hareketinin algılanması denge hissi dokunma
ve görme duyusu da dahil.
Ayrıca
atın vücut ısısı insanlardan fazladır bu sayede kişi doğal olarak sıcaklık
hisseder. Bu sıcaklık solunum sisteminin çalışmasını artırdığı gibi
bağırsaklarda itme hareketini uyararak bu organlardaki sorunlara yardımcı olur.
Omurga ve kalça eklem hareketliliğini artırır. Baş ve gövde kontrolünü
artırarak postürü (vücut düzgünlüğünü) geliştirir. Kas kuvvetini geliştirir.
Eklem hareketliliğini, el becerilerini, konuşma becerisini geliştirir.
Metabolizmayı uyarır. Kas sertliklerini ve kısalıklarını azaltırken anormal
refleksleri önler.
Ata
binmenin insanlar üzerindeki pozitif duyusal etkileri inkar edilemez. Bu
etkiler çocuklar üzerinde daha fazladır. Çocuk at üzerinde komut vermeye
çalışırken konuşma gelişimi desteklenmiş olur. Bu nedenle konuşma problemi
çocuklarda, çocuk ata komut vererek veya atla konuşarak konuşma olgusu
oluşturulabilir ve iletişim kurmayı başarır.
Sonuç
olarak hipoterapi, hem fiziksel, hem sosyal, hem de psikolojik gelişimi doğal
ortamlarda, doğal bir şekilde ve keyifli bir şekilde oluşturan eşsiz bir
programdır.
ATIN
İKİ KULAĞI ARASINDAN ESEN RÜZGAR CENNETTEN GELEN RÜZGARDIR.
PINAR:
Açıklanamayan boyutta bir enerji ve his söz konusu sanırım...
MURAT: Kesinlikle öyle. Dokunmadan olmaz bu
iş. El titreşiminiz atı uyarıyor. Şu anlamda ben bunu kendi kafamda böyle
yorumluyorum. Eee dizgini tutarız, bir dizgin tutuşumuz vardır. Onun belirli
kuralları vardır. Dizgin gelip direkt gemle dudağına bağlıdır. Dolayısıyla o
elinizdeki titreşim onun en hassas bölümüne etki eder. Ya da dokunduğunuz zaman
o enerji aktarılıyor diye düşünüyorum. Yani at beyninizi okuyor değil. Ona
dokunuyorsunuz ya, ya ürkekliği ya sevinci, duygunuzu aktarıyorsunuz. Orada at
sizi anlıyor. Bu noktada işte engelliler örneği çıkıyor. Saf bir enerji o.
Birazcık ürkeklik var. Birazcık korku var. Orada hiçbir zaman çözülemeyecek
olan bir bağlantı kuruluyor. Atlar bunu yapıyor. Atlar bunu beceriyor. Nasıl
beceriyor, bilmiyorum. Yani siz gidin. Sizi hisseder. Ürktüğünüzü hisseder.
Sizin beyninizi okuyamaz. Anlatabildim mi? Yani öyle diye düşünüyorum ben.
Belki böyle bir şey yazılmamış edilmemiştir. Ama ben böyle hissediyorum...
Pınar:
Projelerinizden bahsedelim mi... Neler yapacaksınız?
Murat: Asıl bizim amaçlarımızdan biri de ne
biliyor musunuz? Siz geleceksiniz sabah. Gideceksiniz ineği sağacaksınız. (Tabi
yapabiliyorsanız ve yapmak istiyorsanız). O yumurtaları toplayacaksınız. Orada
bir bahçe çevirdik. Domatesi, biberi toplayacaksınız. Bütün her şeyi kendiniz
yapacaksınız. Sütü kaynak mı istiyorsunuz, direkt sağılmış mı istiyorsunuz...
gelip kendi kahvaltınızı kendiniz oturup yapacaksınız. Ama bu sirkülasyonda bu şeyde
imkansız oluyor. Benim daha İstanbul'daki düşüncem oydu. Ama bunun için
insanları çok iyi yönetmek lazım. Şuradan gireceksin, ineğe şöyle
yaklaşacaksın...vs gibi...
Çocuklarımız
da çok seviyor biniciliği. İnşallah da devam ederler. Kızım 18'e girecek, oğlum
14 yaşında. Biz atla yaşamaya devam edeceğiz. At bizim olmazsa olmazlarımızdan.
Mesela "Burası nedir?” diyorlar. Diyorum ki “Burası atlarla yaşadığımız
bir yer, bir çiftlik”. Yeme içme sonra gelir bizde. Yani yeme içme var mı,
restoran var mı, et var mı mangal var mı, alkol var mı?... Hiçbiri yok. Bakın
hiçbiri yok diyorum. Hele hele “Mangal ve alkol kesin yasak" diyorum. Ama
hiç kimse aç kalmaz burada...
Pınar:
Biniciliğin dışında neler var burada?
Murat:
At biniciliğinin
yanında ne yapıyoruz.. Koyunlarımız var, kuzularımız var. İneklerimiz,
mandalarımız var. Tavuklarımız, köpeklerimiz, kazlarımız, ördeklerimiz,
kuşlarımız, egzotik hayvanlarımız, tavşanlarımız var. Yakında devekşu, geyik,
lama, maymun gelecek. Yani ilerde yavaş yavaş aslana kadar gideceğiz sanırım..
Pınar:
Bir Afrika esintisi gelecek yani… :)
Murat: :) n’olur bilemeyiz... Bir de şimdi şu
da tartışılıyor ; "hayvan kapalı alanda kalmalı mı " diye. Bunu
mümkün olduğu kadar doğal ortamda yapıyoruz burada. Mesela ormanda
mandalarımıza koskoca bir gölet yaptık. Orada yaşıyorlar. Yani mandalar kapalı
alanda değil. Tavuklar kapalı değil. Serbest. Alabildiğine dolaşıyorlar her
yerde. Yani burada ilk önce hayvan kuralları geçerli. İlk önce hayvan. Biz
onlara uyum sağlamak zorundayız. Ha ben has bel kader bu orkestranın şefi
olmuşum. Tabi ki Allah bize beyin vermiş, akıl vermiş, düşünme yetisi vermiş
birileri düşünecek ve o taşları doğru bir şekilde eksiklere koyacak. Ama
dediğim gibi: ilk önce hayvan kuralları, onların mutluluğu, onların yaşamı.
Mesela
şimdi, 15 -16 tane köpek var, hepsini bağlamaya mecburum. Normalde hepsi özgür.
Şimdi niye bağlamaya mecburum? Gelen ay – oy… falan filan korkuyor:) . Şimdi
bir şey de diyemiyorum ürküyorlar, görmemişler. Halbuki hiçbir şey yapmaz. Bak
nerede benim mesela ‘Köpük’ Akbaş... Hiçbir şey yapmaz. Gidiyor af edersin b*ka
yatıyor, leş gibi kokuyor. Gidiyor suya giriyor falan filan. Ama gelenlere bir
şey de diyemiyorum. İşte bir şeyler yapmaya, arasını bulmaya çalışıyoruz. Yoksa
şu an siz görmüyorsunuz, atlar salık olduğu zaman burada 15 -16 tane at
dolaşır, koyunlar burada dolaşır. Ama insanlar geldiği zaman bir şeyleri
bağlamak zorundasınız.
Pınar:
haha bununla ilgili harika örnekler vermiştiniz...
Murat: Çok enteresan şeyler var tabi. Mesela,
geliyor ineği görüyor çocuk;
Çocuk: “Anne bu ne?” Bak şimdi, inek olduğunu
biliyor ama soruyor,
Anne: “İnek yavrum”.
Çocuk:
‘Ee bu ne yapıyor?’
Anne: E kızım, oğlum ‘Süt’ yapıyor.
Çocuk: ‘Nasıl yani? E sütü biz marketten
alıyoruz.
Anne: “Ama süt bundan çıkıyor”.
Ya
bu konuşmalara biz şahit oluyoruz. Yani inekten süt içtiğimizi bile
bilmiyorlar. Marketten alınan bir şey. Allahtan Çanakkale daha köylükten
topraktan kurtulamamış. Keşke daha da kurtulmasa ama çok enteresan böyle bıçak
sırtında. İnsanlar bir hengamedir bir çarkın içine bir giriyorlar. Ya biraz da
o çarkın dışına birileri bir tekme vursun da dışarı çıkın, şöyle bir bu tarafa
doğru bir açılın bakalım neler var, gelin şuraya bir çıkın. Çanakkale’ye bir
tepeden bakın. “Biz burada mı yaşıyoruz?” deyin.
Pınar:
Yazımın başlığı olan bir lafınız var çok sevdiğim. Bir bıçak bir at ile
igili... Açar mısınız bunu?
Murat: Biz bıçaksız çakısız gezmeyiz.
Profesyonel binicilerime de söylerim onu. Bu bizim tedbirimizdir. Bunun tek
hamlede açılanları da var hatta. Allah korusun düşersem diye. Ben şunu iddia
ediyorum. Tabi uç bir iddia: İnsanın bir atı yanında da bir çakısı veya bir
bıçağı olursa, insan hayatını sonuna kadar yaşamını devam ettirir. Bir yere
gider istediği yerde karnını doyurur, hiçbir zaman aç kalmaz, karnını doyurur.
O uç bir nokta. İnsanlar için ihtiyaç denen şey: belirli bir yerden başka bir
yere ulaşım ve bir tane bıçak. Bu kadar basit aslında.
Tabi
düşünceler çok güzel oluyor, hayaller güzel oluyor da… uygulama biraz sıkıntı
yaratıyor. Onun için ben dur bakalım diyorum.
Pınar:
Onu anlayacak zihniyetin oluşması lazım.
Murat:
Aynen öyle. Zihniyet
oluşması lazım. Ama yapmıyor muyuz yapıyoruz. Mesela çoğu arkadaşım vardır.
Gidiyorlar bana bile sormuyorlar. Gidiyorlar "abi kümesten yumurta
aldık"diyorlar.
Ben
mesela küçük at binen çocuklara. “Tamam diyorum şimdi bindik mi? Bindik. Hadi
gidin bakalım kümese yarın sabahlık yumurtanız çıkacak mı?” Alıyorlar ikişer
tane ceplerine gidiyorlar.
Reklamcılıkla
ilgili öyle bir beynim dolmuş ki. Reklam kelimesini bile kaldıramıyorum. Çok ciddi
hizmet verdim. Bir de ben yaptığım şeyi sonuna kadar, dibine kadar yapmaya
çalışıyorum. O da tabi insanı yoruyor. Laylaylom yok benim hayatımda. Mış gibi
yapamıyorum. Ya olacak ya hiç bulaşmayacaksın.
Ya
şimdi bana geliyorlar işte mükemmel bir restoran buraya et, met koysana bilmem
ne. Haa ticaret olarak düşünürsen ayır bu bilinci bir kenara. Ticaret olarak
evet ver birine işletmeyi. Ama diğer taraftan envaı çeşit binlerce sorunu al
bir kere. Tabi tutmaz mı ama yapamadıktan sonra gerek yok...
Şu
an elimizden gelen ne? İşte binicilik yapmaya çalışıyoruz. Doğal bir ortam
sağlamaya çalışıyoruz. Hayvanlara iyi bakmaya çalışıyoruz. Bundan da mutlu
olacak kişileri bekliyoruz. Başka yaptığımız bir şey yok. Artı niye ben kendi
kendimi sıkıntıya sokayım. Haa en büyük hayalim ne, en büyük derdimin şu
olması: Bugün tavuklar kaç yumurta yapmış...
Pınar:
Böyle dert dostlar başına diyorum:)
Murat: En büyük derdimin bu olması lazım.
Anlatabildim mi?
Hele
İstanbul’da. Sevgili eşim Gaye ile bir İstanbul’a gidelim dedik, 3-4 gün
kalalım. Orda tabi hala yerimiz var, evimiz. Sonradan dönüşte fark ettim ki
ben, gidiyorsun, çarkın içine bir giriyorsun. Gayet mutlu mesut 3-4 gün biz laylaylom
ohhh… ışıl ışıl falan. Sonra dönüş yapıyoruz ve düşünüyoruz. Çıktığın zaman
fark ediyorsun o çarkın içinden. İçindeyken hayatta fark etmiyorsun. Onun için
diyorum: insanlar zorla da olsa bi çıksınlar ya yoldan. Hani bir laf vardır
klasik. Yoldan sapmak. Yoldan sap bakalım. Hep yolu takip etme. Sap şuradan
bir. Bir bak bakalım. Bir dur bakalım.
İnsanların
bence buna ihtiyacı var sevgili Pınar. Psikolojik olarak da çocuklarımızın
geleceği açısından da… Kesinlikle ve kesinlikle - dolara molara ihtiyaç yok -
kesinlikle ve kesinlikle toprağa ihtiyaç var. Gel bu toprağa sen. İlla ki
üretme. Bas bu toprağa. Bu toprağın üstüne beton dökme. Anlatabildim mi? Toprak
bizim geleceğimiz. Yoksa NASA nın yaptırdığı uzay filmlerine döneriz. Uzay çağı
filmlerine döneriz ilerde. Ya bunlar derin meseleler....
Pınar:
Bütün bu hikayeler, bilgiler ve içtenliğiniz için sizlere, eğitimde bana eşlik
ettikleri için de oğlunuz Mert ve kızınız Hare’ye çok teşekkür ediyorum. Sizin
zihniyetinizdeki aileler klonlanmalı diye düşünüyorum:)
Doğa
ile gerçek yaşam ile büyüyen, hayvanlarla birebir iletişim kurabilen nesiller
olsun dileğim, betonlaşmış şehirlerde ellerinde sözde akıllı telefon ve
bilgisayarlarla robot gibi yetişen nesiller değil...
Özellikle
henüz İstanbul' da iken mutfağınızın penceresinden atlarınızı besleme
hikayenizi hayatım boyunca unutmayacağım:) . Sizleri tanıdığıma çok mutlu
oldum.
Son
olarak sizin eklemek istedikleriniz var mı? Size nasıl ulaşabilirler...
Murat: Facebook'ta Safkan At Çiftliği olarak
varız oradan arkadaş olabilir dileyen okuyucularınız. 0 532 432 15 14 numaralı telefondan her zaman bize ulaşabilirler.
Toprağı
avuçlamaktan vazgeçmeyin!..
"Bir at, insanların kendileriyle ilgili hayallerinin bir yansımasıdır ve at bize sıradan varlığımızdan kaçış fırsatını verebilecek güce sahiptir..."
Umarım benim kadar keyif almışsındır... Bu
röportaj, hayata, ilişkilere ve aile olmaya dair çok güzel
mesajlarla dolu.
Sevgi, spor ve doğayla,
Pınar TOK