Damarlarında sorun mu var yoksa doğuştan damarın mı tutuyor :) hepsine çaresi olan
biri sizlerle….
Şimdi seni çok sağlıklı çok bilgi dolu harika bir sohbete
davet ediyorum. Hani derler ya, on parmağında on marifet var diye. Gerçekten
fazlası var sevgili Prof. Dr. Murat Aksoy’ da… Sıfır ego ile sanatı, müziği, üstün
empati yeteneğini ve bilgiyi kendine özgü modern ve değişik tekniklerle
birleştirmiş ve bunu her fırsatta öğrencilerine aktarıyor olmaktan sonsuz keyif
alıyor. Sohbet ederken hayretler içinde dinliyorum ve neden bu kadar çok
hayranı var anlıyorum…
Prof. Dr. Murat Aksoy, 1970 İstanbul doğumlu. Şişli Terakki İlkokulu, Kadıköy Anadolu Lisesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra Taksim Devlet Hastanesi’nde ihtisasına başlamış ve arkasından İstanbul Tıp Fakültesinde bitirmiş. Sonrasında da aynı üniversitede öğretim üyesi olarak profesyonel hayatına devam etmiş. Damar cerrahisinde kendini geliştirmek amacı ile bir sene kadar, eşi ve çocuğunu İstanbul’ da bırakarak Fransa’ya giderek orada çalışmış. İlay ile evli ve Melisa (15y) & Tibet (11) adında iki çocuk sahibi. Bakalım neler konuşmuşuz…
Doktorluk mesleğini seçmenizin bir hikâyesi var mı?
Hayatımın amacı buydu diyebilirim. Tabi ki birçok kişi
mesleği için, “bu dünyaya gelsem yine bu mesleği seçerdim” diye düşünür ama benim
için de doktorluk böyle bir şey. Küçüklükten beri oyuncaklarım da hep
doktorlukla ve tıpla ilgili oyuncaklardı. Mesela, ablamın bebeklerini ütü
masasının üzerine koyup ameliyat ettiğimi biliyorumJ Sonrasında, lise çağlarına
geldiğimde de doktorluk benim için 1. sıradaki meslek isteği olmuştu doğrusu.
Üniversite sınavına girerken hedefim genel cerrahi hocası olmaktı, galiba
yüksek tutmuşum hedefi ama hayat bana gerçekten adil davrandı ve kafamdaki bu
hedefi gerçekleştirebildim.
Neden damar cerrahisi?
Aslında damar cerrahisi biraz tesadüfi oldu. Hedefim üniversite hocası olmaktı. İhtisasımı bitirdiğim dönemde üniversitede kadro yoktu. Bu nedenle dışarda çalışmaya başladım. Aynı zamanda dergi editörlüğü yapıyordum ve bir gün, sevgili Şükrü hocanın (Prof. Dr. Şükrü Dilege) beni aradığını gördüm telefonumda çok şaşırdım çünkü kendisiyle daha önce hiç çalışmamıştım. İhtisasıma Taksim Devlet Hastanesi’nde başladığım için damar cerrahisi rotasyonuna yeterli zamanım kalmamıştı dolayısıyla damar cerrahisini sadece acil cerrahide yapmıştım. Şükrü hocadan gelen davet beni gerçekten çok şaşırttı çünkü damar cerrahisinde benimle beraber çalışmayı teklif etti. Tabii üniversitede Şükrü hoca gibi saygıdeğer bir hocayla çalışıyor olmak benim için büyük bir şanstı. Böylece üniversitede kalma şansını yakaladım.
Aslında “ben bundan sonra pek damar cerrahisi yapmıyorum
diye ihtisasımı bitirirken kendimi tam da damar cerrahisinin göbeğinde buldum.”
Damarı bir daha hiç ellemem “ diye büyük konuşmak atasözünde olduğu gibi başıma
geldi. Büyük lokma ye büyük laf etme demişler! Elimi damara koymam derken,
elimi damardan çekemez hale geldim ama çok zevk aldım. Bu konuda yolumu açan
çok hocalarım oldu. Avrupa genel sekreterliği pozisyonuna kadar gelerek damar
cerrahisine çok profesyonel olarak devam etme şansını yakaladım.
Damar
cerrahisi herkese çok tanıdık gelmeyebilir? Bu cerrahi dal ne ile ilgilenir?
Haklısın. Damar cerrahisi kalp ve beyin dışında vücudumuzda bulunan
damarların hastalıkları ile ilgilenir. Poliklinik başvuruları arasında üst
sıralarda varis hastaları yer alır. İster kılcal damar olsun ister parmak gibi
belirgin olan varis tipleri bizim işimizdir. Yeri gelmişken kılcal damarlarda
iğne veya köpük tedavisi denilen yöntem, diğer tipinde ise lazer ile tedaviyi
sık kullanıyorum. Bu hasta grubunun yanı sıra bacak damarlarındaki tıkanma
nedeni ile bacağını kaybetme riski altında olan hastalar, damar balonlaşması
olan hastalar ve boyun damarlarında tıkanıklık nedeni ile felç riski ile
karşılaşan hastalar da bizim hizmet sunduğumuz gruptur.
Hasta profillerine baktığınız zaman en çok neden şikâyetçiler?
Poliklinikte başvuran hastalar genelde varis hastaları
oluyor. Bu hasta profili yıllar içinde değişiklik gösterdi açıkçası. Çapa’da
daha çok atar damar tıkanıklıkları olan hastalar bana başvuruyordu. Şeker
hastalığı olup ayağında yara çıkan veya sigara nedeniyle bacak damarları
tıkanan ve bacağı kesilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan hasta grubuyla daha
fazla hizmet veriyordum. Son yıllarda biraz daha fazla varis ağırlık kazanmaya
başladı. Bugün için poliklinikte en sık gördüğüm hasta grubu, toplar damar
hastalıkları ve onların dışında da varis hastaları.
Doğru bilinen yanlışlar nelerdir sizce?
Esasen doğru bilinen yanlışların ötesinde, mucizeye inanma
eğilimi var herkeste. Yani basit bir tedaviyle bütün dertlerinden kurtulmayı
bekliyor herkes. Örneğin, bir yeşil çay içerek kansere karşı korunmayı
bekliyor. Bir krem sürerek bütün varislerinden kurtulacağını umuyor. Buna
inanıp para vererek bu kremleri satın alıyorlar. Bu gerçekten çok üzücü.
Bence en sık yapılan hata bu. Yani mucizelerin peşinde koşmak…
Maalesef internet bir bilgi çöplüğü haline gelmeye başladı.
Hepimiz, kendi konumuz dışındaki şeyler için bir uzamana danışmaktansa, google’
a danışmayı tercih ediyoruz. Mesela şöyle bir şey gördüm internette gezerken, “eğer
kustuktan sonra su içerseniz veba olursunuz”. Kadın okuyuculara hitap eden bir
site bunu yazmıştı ve ben çok şaşırmıştım. Çünkü veba tamamen mikroplarla
bulaşan bir hastalık yoksa kustuktan sonra ister su iç ister portakal suyu iç
hiçbir şekilde kendinde vebayı oluşturamazsın.
Bu hayat dediğimiz nehirde, akıntıya
paralel kürek çekersek mutlu oluyoruz…
Kitapla ilgili konuşalım mı biraz?
Hayatta pek çok şey aslında akması gerektiği gibi akıyor. Bu hayat dediğimiz nehirde, akıntıya
paralel kürek çekersek mutlu oluyoruz… Yoksa akıntıya karşı bir şeyler yapmaya
çalışıp aksi yönde gitmeye çalışırsak hayat bizi çok zorluyor.
Kitap projesi, benim çok uzun süredir aklımda olan bir
projeydi. Hemen burada çocukluğuma dönmek istiyorum. Bir dönem çok ciddi bir
şekilde yazarlığa kafayı takmıştım. Profesyonel olarak değil ama kendi duygu ve
düşüncelerimi ifade etmek için yazarlığın iyi bir yol olduğunu düşünüyordum.
Ortaokul zamanlarında babama çok baskı yaptığımı
hatırlıyorum “baba ne olur bana bir daktilo al” diye. Çünkü o zamanlar henüz
commodore bile çıkmamıştı. Sağ olsun babam yeşil bir daktilo aldı ve orada hikâyeler
yazmaya başladım. Babama da söz verdim, “bir gün bu daktiloyla bir kitap
yazacağım” diye…
O daktilo ile yazmak mümkün olmadı ama kafamda doktor
olduktan sonra gelişen hep acaba bu zamana özgü hastalıklar var mı, onlara bu
dönemde verebildiğimiz yeni tedaviler var mı diye bir kitap düşüncesi varken,
Asi yayınevinden sevgili Gürkan Hacır bana ulaştı. “Hocam biz size bir kitap
yapmak istiyoruz” dedi. Bununla birlikte tam da istediğim kitap projesi
canlanmış oldu. Benim için çok güzel bir tecrübeydi. Sevgili Özlem Küskü ile
beraber çalıştık ve onun da çok güzel yönlendirmesiyle bana göre bir başucu kitabı ortaya çıktı.
Bu kitap daha önce söylediğim gibi yeni zamanda tanıştığımız
hastalıkları veya yeni zamanda bu hastalıklara bulunan tedavileri anlatıyor.
Sağlıklı yaşam için neler yapmak gerekiyor aslında biraz bunu anlatıyoruz. Bu
kitapta vereceğimiz öğütlere uymaya çalışmak güzel ve yararlı olacak diye
düşünüyorum. Geçenlerde bana “sen cerrahsın neden koruyucu hekimlikle bu kadar
ilgileniyorsun” diye bir soru gelmişti…Koruyucu hekimlik çünkü eğer sağlığımızı
koruyabilirsek inanın bu çok daha kolay. Bu nedenle, sağlığı kaybetmemeleri
için insanlara yardım etmeyi seviyorum. Bu kitap da o amaca hizmet ediyor.
Koruyucu sağlıkla ilgili çok güzel bir siteniz var…
Esasen koruyucu sağlık işine kafayı takarken ben kendimi
koruyorum (gülüyor). İnsanları sağlıklı kılarak kendi iş yükümü azaltıyorum diyebilirim.
Bu konuda beraber çalıştığımız sevgili Dilara Koçak ve Onur Özbek ile beraber
çok güzel bir projenin içindeyiz şu anda. Hepimizin üye olduğu, Sağlıklı Yaşam
Derneği ve Bayer ortaklığı ile birlikte www.365gun.com
diye bir site açtık. Sitenin amacı da tamamen koruyucu sağlık üzerinden
gidiyor. Bir yıl 365 gün ve biz bir yıl içinde 4 günü grip
nedeniyle kaybediyoruz, 2 günü baş ağrısı nedeniyle kaybediyoruz, belki 5 günü
bacak ağrısı nedeniyle kaybediyoruz. İşte bu noktaya gelmeden biz diyoruz ki,
365 günü sağlıklı yaşayalım. İşte bu 365 günü sağlıklı yaşamak adına neler
yapmamız gerekiyor, bunu anlatıyoruz.
Televizyon programları nasıl başladı?
Televizyon programları da tamamen tesadüf oldu diyebilirim.
O dönemde çalışmaya başladığım Liv Hastanesi diş hekimi arkadaşım Fırat, beni
eşiyle tanıştırdı. Onun eşi de Kanal D’ de yöneticiydi o dönem. Dedi ki, “
senin enerjin çok güzel Murat, acaba ekranda bir şeyler yapabilir miyiz”… Benim
hiç tecrübem olan bir şey değil ama isterim, sıcak bakarım, sahne sanatlarına
hep yakın olmuşumdur dedim.
O dönemde, Aytu Kolankaya ve Zahide Yetiş’ in beraber
sunduğu doktorum programı vardı. İkisi de programdan ayrılınca yeni bir sunucu
arayışına girdiler ve sonuçta sevgili Ceyda Düvenci ile birlikte bir sezon
boyunca programı biz sunduk. Benim için çok güzel bir tecrübeydi. Bana çok
katkısı oldu. Beden dilini, ses tonunu daha iyi kullanmayı, ifadeleri herkesin
anlayabileceği şekilde gerçekleştirmeyi burada daha fazla pekiştirdiğimi
söyleyebilirim. Farklı kitlelere anlatım dilinin nasıl olması gerektiğini çok
daha net öğrendim açıkçası.
Bilgiyi paylaşmayı çok seviyorum. Bunu daha önce öğretim
üyesi olduğum Çapa’ da çok büyük keyifle yapmıştım. Öğrencilerle birlikte
olmak, onlara bir şeyler anlatmak çok
zevkliydi. Televizyon bana, bu bilgiyi halkla paylaşma şansını verdi. Bunun
için hayata gerçekten teşekkür ediyorum.
Öğretim üyeliği sizin için vazgeçilmez bir tutku öyle değil
mi?
Anlatmayı çok seviyorum aslında. Benim için bilgiyi
paylaşmak çok kıymetli. Öğretmenler gününde bir mesaj aldım, mesajda diyordu
ki; “ Murat abi, damarlarla ilgili her şeyi sizden öğrendik. Çok teşekkür
ederiz, öğretmenler günün kutlu olsun”. Benim için çok güzel bir mesajdı.
Her zaman mesleğimi çok sevdiğimi söylerim. Benim mesleğimin
iki önemli kolu var. Bunlardan biri hekimlik yani hizmet yönü, bir diğeri de öğretim üyeliği yani öğrencileri eğitmek, asistanları
eğitmek… Bana göre öğretim üyeliği bir tık daha önde gidiyor. Farklı şekilde,
deneysel öğretmeyi çok seviyorum. Bahçeşehir ve İstinye Tıp Fakültesi’ lerinde
devam etmiş olduğum Medical Humanities (Tıbbi Beşeri Sanatlar) diye bir seçmeli
dersimiz var. Sanatı tıpla birleştiriyoruz. Müzelere gidiyoruz, müzelerdeki
eserleri inceliyoruz ve oradaki eserlerin tıbbi yönlerini buluyoruz. Bu sadece
sanatı tıpla birleştirmek değil, yeni yetişen tıp doktorlarının gözlem ve
empati yeteneğini geliştirmek . Empati grup çalışmalarımız var, bu
çalışmalarda hastayı nasıl daha iyi anlayabiliriz, meslektaşlarımızı daha iyi
nasıl anlayabiliriz bunları çözmeye çalışıyoruz.
Doktorlukta hep karşıma oturan
insanları tedavi ediyorum ama müzikle ben kendimi tedavi ediyorum.
Harika bir müzik grubunuz var ve konserler veriyorsunuz.
Müzik sizin için ne ifade ediyor?
Benim mesleğim doktorluk. Doktorlukta hep karşıma oturan
insanları tedavi ediyorum ama müzikle ben kendimi tedavi ediyorum. Herkesin
farklı hobileri vardır stres atıp kafayı dağıtmak için, ben de stresimi müzikle
atıyorum.
Küçüklüğümden beri ben şarkı söylemeyi çok severim. Hatta
annemler toplandıkları zaman, ben henüz okula gitmediğim dönemlerde bana şarkı
söyletirlerdi. Sonrasında da okul döneminde hep korolardaydım , solisttim
arkasından da KORD VOKAL ile birlikte hayatımı daha da renkli bir hale getirdim.
Tamamen doktorlardan oluşan bir grup KORD VOKAL. İki ayda bir konserler
veriyoruz. Tıp kongrelerinin gala gecelerini yapıyoruz. Birbirimizle gerçekten
çok iyi anlaşan bir ekip olduğumuz için bizim de tam bir deşarj yolumuz oluyor.
Ben hayatı hep bir kumbara gibi
görüyorum...
Son olarak okurlarım için bir mesajınız var mı?
Bu satırları okuyan herkes ister eğitim aşamasında olsun
ister sonrasında olsun ben hayatı hep bir kumbara gibi görüyorum ve bu
kumbaraya yaşadığımız süre içerisinde sürekli bir şeyler atıyoruz. Neler
atıyoruz? Ben mesela, tiyatro yaptım bu kumbaranın içine attım, müziği attım,
sahne sanatlarını attım, doktorluğu attım ve gün geldi ben kumbarayı açtım
bunların birkaçını kullandım gün geldi bazısını kullandım. Bu kumbaranın en
önemli özelliği, sadece yeteneklerinizi ve tecrübelerinizi değil bu kumbaraya
dostluklarınızı, sevdiklerinizi de atıyor olmanız. Bir gün geliyor insanlara
ihtiyacınız oluyor, dara düşüyorsunuz ve arayacağınız kişiyi o kumbarada
buluyorsunuz. Dolayısıyla benim mesajım şu; hayatı zengin yaşamaya çalışın ve
kumbaranızı hep dolu tutun!
Bu röportaj için çok teşekkür ediyorum…
Hepimiz adına bu harika bilgiler için ben teşekkür ediyorum.
Sağlığı olanın umudu, umudu olanın her şeyi vardır ve sağlıktan büyük zenginlik
yoktur. Sağlığını bozacak her şeyden uzak dur buna insanlar da dahil :)
Prof. Dr. Murat Aksoy’ a ulaşmak için;
instagram @profdrmurataksoy
facebook @profdrmurataksoy
twitter @drmurataksoy
Sağlıkla,
PINAR TOK