Bazı insanlar ışık saçar, bazıları
ışığını çalar... Ben seni öyle biriyle tanıştıracağım ki, hayatının tüm
karanlık noktaları onun ışığıyla aydınlanacak.
Hayata bakışın değişecek. Farklı
bakış açıların gelişecek. Belki de şimdiye kadar beklediğin ama hiç bir
dostundan, yakınından göremediğin desteğe, motivasyona bu röportajla
kavuşacaksın.
Hep kitaplar mı başucu yapılır, işte
sana bir başucu röportajı ;) Işık olsun...
Klişe bir biyografiyle başlamak
yerine kendi ağzından kendisini tanıtmasını yeğliyorum ve hemen soyadı gibi
herkesin hayatına Işık örecek bu keyifli söyleşimize geçiyorum...
PINAR: Sevgili Hilmi Işıkören sizi tanıyabilir
miyiz?
H.IŞIKÖREN: Baba tarafından dört kuşak İstanbul’luyum. Anne tarafı biraz
karışık. Dedem gümrük müdürüymüş. Her yerde bir çocuk doğmuş. Annem de Fatsa'
da doğmuş. Dolayısıyla Karadeniz'lilik de var :) Baba tarafını araştırdık, 4
kuşak öncesi Bulgaristan'dan geliyor.
Babam olabildiğince olumlu bir
insandı. Hayata hep pozitif taraftan bakardı. Çok varlıklı bir aileden
gelmiyoruz. 3 erkek kardeşiz. Biri kendi işini yapıyor mali müşavir, diğeri
kendi işini yapıyordu artık emekli oldu artık çalışmıyor. Babam tüm zorluklara
rağmen olumluda kalabilen biri olarak hepimizin motive kalmasına çalışan biriydi.
Çoğunlukla da bunu başarıyordu. Onun eksik kaldığı zamanlarda annem devreye
girer ve zorluklarda da vardır bir hayır yaklaşımıyla bizi güçlü tutmayı
bilirdi. Böyle yetiştirilen bir kişi olarak büyüdüm. Sağolsun abimler de çok
desteklediler beni. Onlar da hep olumlu tutum ve tavırlarıyla hepimiz için
hayatı kolaylaştırdılar.
PINAR: Eğitim hayatınız ve iş
hayatına başlamanız biliyorum ki franchising sevdasıyla şekil almış. Bunu
sizden dinleyelim mi?
H.IŞIKÖREN: Ben üniversiteyi kazananlardan değilim, tutturanlardanım :)
Marmara üniversitesi ingiliz dili ve edebiyatı bölümünü tutturmuştum. Hoca
olacaktım, ingilizce eğitimler verecektim. Seviyorum hocalığı aslında,
pedogojik formasyonum da var ancak Türkiye' de olmayan şeyler arayışındayım. O
dönemlerde de sene 1984, franchising diye bir şey duydum. Yurtdışında büyüyen,
yayılan bir şey. O zamanlar Türkiye' de hiç bilinmeyen bir konu, dedim ki, bu
ne menem şeyse Türkiye'ye de yayılacak.
Ben bu işi ilk öğrenenlerden biri
olmalıyım. Kafaya bunu taktım ve gördüm ki bunun merkezi Amerika. Amerika' ya
gitmem lazım bu işi öğrenmek için ve oraya gitmek için çok para kazanmam lazım
para biriktirmem gerekli. Evi okula sınıfa çevirdim. Ders veriyorum
öğrencilerime evde ve aynı zamanda da özel dersler veriyorum bir çok kişiye.
Çok çalıştım, para biriktirdim, okulu iki yıl uzattım.
Üniversiteyi bitirdikten sonra
Amerika’ya gidebilmek kısmet oldu şükür. Franchising’le ilgili eğitimler almak
ve işin pratiğini de franchise markalarda yapmak için Amerika’daydım artık.
Sonra kısmet oldu hem teoriğini hem
pratiğini yaptığım bir şey. Önce 2 yıl sürdü sonra da dönem dönem devam etti.
Sadece eğitim 2 yıl sürdü. Orada franchising ile ilgili çalıştıktan sonra
Türkiye' ye döndüm. Burada Amerika’dan gelen bir franchise markanın başına
geçmek istiyordum.
Biraz da şanslı bir insanımdır ben,
neyi düşünürsem neyi istersem o genelde karşıma çıkar. Ondan sonra Hürriyet
gazetesini bir çevirdim, o zamanlar insan kaynakları sayfası meşhur. Bir ilanla
karşılaştım. Amerika' da çalıştığım bir gıda şirketi Türkiye' ye gelmiş ve ilk
açtığı mağazaya müdür arıyor. Dedim ki bu işi ben almalıyım. Telefon
görüşmesini yaptım hemen. Sekreteri geçtim, genel müdüre bağlandım. Genel
müdüre dedim ki ben bu iş için Amerika' ya gittim ve türlü zorluklar çektim.
Sizin markanızın Amerika’daki fabrikasında bile çalıştım. Bu işe beni
almalısınız, doğru kişi benim dedim.
Sonrasında oturduk konuştuk, genel
müdür bana şirketin vizyonundan, hedeflerinden bahsetti, akşam üzeri mağaza’da
yeniden buluşmak üzere ayrıldım. Akşam mağazaya yönetim kurulu üyeleri de
geldiler. Görüşmenin sonunda herkes benim o işin başında olmam gerektiğine
karar verdi.
Kariyer planlarım, iş hedeflerim
doğrultusunda çalışmaya başladım. Hızlı bir yükselişle iki yıl içerisinde
mağazalar koordinatörü oldum. Beni tekrar Amerika' ya gönderdiler o fabrikada
eğitimler almaya. O şirkette 5 yıl çalıştım. 5 yılın sonunda şirket Türkiye' ye
üretim iznini alamayınca operasyonlarını durdurma kararı aldı. Büyük bir şoktu
benim için Genel Müdür olabileceğim bir seviyeye gelmişken böyle bir şeyin
çıkması çok üzücüydü. Ancak hayat hep güzel şeylerle dolu olmuyor.
Geçtiğimiz günlerde paylaştığım
Motivasyon Kartı gibi; “Hayat, sınavlar ve armağanlar arasında bir
yolculuktur.” Babamın da dediği gibi bir sınavdı bu yaşadığım, daha önce
yaşayıp geçmeyi başardığım ve başardığım için armağanını aldığım sınavların bir
benzeriydi. O yüzden gözümde büyütmemeliydim. Kaybedeceğime değil, sahip
olduklarıma odaklanmayı seçtim. Franchising’i işin merkezi Amerika’da öğrenen
ve ülkemizde uygulama şansını yakalayan ilk kişilerden biriydim,teorik
tecrübelerimin yanında bu şirkette 5 yıllık bir pratik tecrübem de oluşmuştu,
Genel Müdür henüz olamamıştım belki ancak bu benim hatam ya da eksikliğimden
değil şirketin kapanmasından kaynaklıydı, motivasyonum yüksek, odağım tek yere
yani franchising ile ilgili markalaşma konusundaydı. O halde devam etmeliydim,
demek daha iyisi gelecek diye bakış açımı değiştirerek yeni fırsatlara bakmaya
başladım ki beni franchising ile büyüyüp markalaşmak isteyen yerli bir şirkete
önermiş bile birileri :)
Arandım ve görüşmeye davet edildim.
Aradığım yine karşıma çıkmıştı şükür. Genel Müdür ile kısa bir görüşmeden sonra
kendimi yönetim kurulu başkanının karşısında buldum. Şimdilerdeki Teknosa gibi
büyük bir teknoloji marketi zinciri kurulması hedefleniyordu. Franchise
sistemini kuracak bir deneyimli bir uzman arıyorlardı yani beni. O dönemde
sayılı kişiler var ülkemizde franchising konusuna deneyimli. Hedef 3 yıl
içerisinde ülke çapında 100 franchise mağazası açmaktı. 3 yıl içerisinde 99
tane franchise mağaza açmayı başardık. Hedefe göre 1 mağaza eksiktik ancak
yönetim kurulu başkanı bir taneden bir şey olmaz sizi ekstra ödüllendiriyoruz
diyerek onöre etti beni eksik olmasın...
4 yıl boyunca franchise departmanının
başında yer aldıktan sonra 1997 yılında Türk gayrimenkul sektöründe franchising
konusunda büyük bir açık olduğunu keşfettim. Çok büyük rakamların döndüğü ancak
işlerin son derece amatörce yapıldığı emlak danışmanlığı hizmetlerine profesyonelleşme
gelmeli, sektör regüle edilmeliydi. Amerika’dayken emlak zincirlerinin ne kadar
güçlü olduğunu görmüştüm. Re/max Türkiye çok yeniydi ve Türkiye franchise
müdürü arıyordu. Biri beni önermiş onlara. Görüşmelere başladık, uzun süren
görüşmeler sonucu karşılıklı karar verdik ve ben markanın başına Türkiye
franchise müdürü olarak geçtim. 2 yıl remax Türkiye' de görev yaptım. Amerikalı
uzmanlardan hem franchising yönetimi hem de emlak danışmanlığı konusunda çok
eğitim aldım.
Franchise’lar vermeye başladım, iki
yıl sonra 1999 depreminden iki gün önce ayrılarak sahaya geçtim, yani emlak
danışmanlığı yapmaya başladım ayrıca bazı Re/max franchise ofislerinin emlak
danışmanı eğitimlerini de vermeye başladım. Yurt dışında çalıştığım insanların
hepsi dedi ki Türkiye' de 5 yıl emlak işini unutun çünkü Amerika' da da böyle
olmuştu ve her şey durmuştu. Böyle bir şeyi duyduğunuzda ürküp korkarsınız, bu
çok doğaldır, ben de korktum tabi ki. Ancak iki tür korku olduğunu biliyordum.
Biri gerçek korkular ki bu yaşadığım gerçek bir korkuydu. Diğeri ise üretilmiş
korkular.
Bu ayrımı doğru yaptığınızda
hayatınızı kolaylaştırabiliyorsunuz. Bu yaşadığım gerçek, doğal, insani bir
korkuydu. Eyvah şimdi her şey duracaksa ben de iş yapamayacağım, kazanamayacak,
başaramayacağım diye üretilmiş korkuya dönüşmemeliydi. Bu bilinçle bu yaşadığım
durumu üretilmiş korkuya dönüştürmeden çalışmaya odaklandım. Depremden en çok
etkilenen bölgelerden biri olan Yeşilyurt-Yeşilköy bölgesinde çalışıyordum.
Birkaç ay tohum atmakla geçti, sonra bereketli ürünler yeşermeye başladı.
Olumsuzda kalınca seçeneksiz kalacaktım. Olumluda kalmayı tercih ederek
seçeneklerimi çoğalttım.
Yine bir Motivasyon Kartımdaki gibi;
“Olumlu olmak, istediğimiz her şey, elde edeceğimizin garantisi olamaz. Ancak
olumsuz olmak, istediğimiz hiçbir şeyi elde edemeyeceğimizin garantisidir.”
2001 yılında ise emlak franchise
markası Century 21 Türkiye’nin başına geçtim. Amerika’lı hocalardan çok sayıda
eğitim alıp kendi bilgi ve saha tecrübelerimle sentezleyerek oluşturduğum
programları franchise verdiğim Century 21 ofislerinde uygulamaya başladım. Bir
yandan franchise’lar verip bir yandan eğitimler de verirken sisteme çok sayıda
gayrimenkul projesi de kazandırdım.
PINAR: Bu noktadan sonra kendi
markanızı getirme fikrinden bahsetmiştiniz...
H.IŞIKÖREN: Evet Pınar Hn., 5 yıl sonra kendi markamı Türkiye' ye getirmek
istedim ve 8 ortak ki bunların içerisinde iş dünyasında çok bilinen önemli
insanlar vardı, bu isimlerle beraber 2005' de Türkiye' ye emlak franchise
markası Realty World’ü getirdik.
İlk başvurumu Realty World Amerika
merkez ofisine yaptığımda gelen cevap çok enteresandı. "Hilmi Işıkören,
zaten biz sizi ve başarılarınızı takip ediyoruz marka olarak, çok isteriz
birlikte yürümeyi" diye bir cevap geldi markanın o zamanki CEO’su
sevgili Gary
Longobardo’dan. Çok iyi dostum oldu
sonra, halen de görüşürüz kendisiyle.
Realty World Türkiye’nin genel
merkezini Nişantaşı’nda açtık. Şirketin kurucu ortağı ve genel müdürü olarak
güzel bir ekip oluşturdum. Ekipte pazarlama ve kurumsal iletişimin başındaki
sevgili Belgin Benek 2010’da Işıkören Danışmanlık şirketimizin ortağı oldu. Çok
çalıştık ve 2 yıl içerisinde markayı bulunduğumuz kulvarda çok iyi bir yere
getirmek kısmet oldu ve bu yükselen değerle beraber inşaat firması Garanti Koza
markaya talip oldu. Biz markayı sattık. Sözleşmemiz gereği orada 3 yıl daha
Genel Müdürlük yaptım. 2005 – 2010 yılları arasında yine Amerika’lı hocalardan
burada ve Amerika’da çok sayıda eğitim aldım ve kendi geliştirdiğim eğitim
programlarını franchise verdiğimiz ofislere vermeye devam ettim.
PINAR: Kendi şirketinizi nasıl
kurduğunuzu bunun süreçlerini ve neler yaptığınızı ben yakın takipçiniz olarak
biliyorum, okurlarım için tekrarlayabilir miyiz?
H.IŞIKÖREN: Teşekkür ediyorum. 2010 yılında Belgin Benek ile Işıkören
Danışmanlığı kurduk. Amacımız markalaşmak isteyen firmalara yardımcı olmaktı.
Özellikle inşaat sektörüne yeni giren çok firma vardı o dönemde ve bu
firmaların markalaşmaya çok ihtiyaçları vardı. Konut projeleri üretiyorlardı
fakat bu projelerin markalarına nasıl değer katacağı konusunda yol göstermek
gerekliydi.
Ayrıca pazarlama faaliyetleri ve
satış konusunda da çalışılması şarttı. Onlara faydaları olabileceğimizi
düşündük. İşler almaya ve eğitimler vermeye başladık.
Programlarımız olumlu sonuçlar verdi, yüksek müşteri memnuniyeti ile
referanslarla yeni müşteriler almaya başladık.
2012 yılında paylaşmayı çok seven iki
ortak olarak www.isikoren.com
sayfamızda iş ve hayatı dair fikirlerimizi yayınlamaya başladık. İlk bir sene
yavaş yavaş büyüyen bir kitle oluşmaya başladı. İsmini Belgin Hanımın koyduğu
benim özlü sözlerimden oluşan Motivasyon Kartları özellikle en çok beğenilen
bölümümüz oldu. Bu özlü sözler tamamen özgün ve farklı konularda hemen hemen
her gün bir yenisini yayınlayarak devam etti.
Motivasyon Kartlarının tasarımlarını
da takipçilerimden tasarım konusunda uzman Ahmet Ceyhan yapıyor. Sonra ne oldu?
Kartlar şu anda 800' ü
geçti. Sonra Gülümseten Gündem diye bir bölüm açtık orada da
insanları gülümsetecek olumlu yazılar paylaşalım istedik.
Gülümseten Gündem, Motivasyon
Kartları gibi bölümlerden oluşan www.isikoren.com belli bir süre
ivme kazandı sonra öyle bir yere geldi ki büyük bir kitle izlemeye başladı
hatta bir inceleme yaptık 140 ülkedeki Türkler takip ediyormuş yani sadece
Türkiye' den değil, her yerden takip
edildiğimizi fark ettik:)
Bu sene siteyi farklı bir isimle
ilerletme kararı aldık. Biz aramızda bir şeyi beğendiğimiz zaman 10 numara
deriz, bu iş aklımıza geldi www.10numaramotivasyon.com isimli
sitemizi kurduk. Çok sevildi, paylaşımlarımız hızla devam ediyor. Yoğun iş
tempomuz el verdiğince yeni şeyler paylaşmaya devam ediyoruz ayrıca www.isikoren.com sayfamızı da sadece danışmanlık hizmetleri içeren bir sayfa
haline sokup öyle devam ettirdik. Şu an şöyle bir noktadayız ki hiç reklam
yapmadan yeni müşteriler oluşturabiliyoruz şükürler olsun. Paylaşımlarımızın
etkisi büyük bu konuda.
Ayrıca bizden hizmet alıp memnun
kalan müşterilerimizin sözleşmelerini uzatması ve başkalarını da bizi
yönlendirmesi reklam yapmak zorunda bırakmıyor bizi. Çok yoğun bir program
içindeyiz. Haftanın belli günleri Antalya’da belli günleri Gaziantep’te
müşterilimiz için danışmanlık hizmeti vermek üzere seyahat ediyoruz. Üniversitelerde
başarı üzerine motivasyon konuşmaları yapmak için farklı şehirlere gidiyoruz.
Arada nefes almak için kendimi D&R’lara atıyorum, kitap bakıyorum. Sizi de
bugün burada beklerken aynı şeyi yaptım :)
Pınar: Gelelim olmazsa olmazım
soruma:) Spor yapıyor musunuz? Bu tempoya uyum sağlamak eminim oldukça
zordur...
H.IŞIKÖREN: Çok doğru söylüyorsunuz ama maalesef çok fazla yapmıyorum. Zaman
oldukça yapmaya çalışıyorum diyelim:)
Güzel bir diyet programı uyguluyorum
Dr. Ayşegül Çoruhlu' ya giderek. Gençliğin şifrelerini veren çok iyi bir doktor
kendisi. Onun sayesinde akşam yemeklerini kestim. Sabah yiyorum, öğlen 15:00/16:00 arası yiyorum. 16:00' dan 17:00' ye kadar atıştırmalık. 18:00' den sonra hiçbir şey yemiyorum.
Kilo vermemi ve kendimi daha iyi hissetmemi sağladı bu ama tabi yine de fit
olmak için spora ihtiyaç var.
Sizin çok iyi spor yaptığınızı
biliyorum, görüyor ve okuyorum paylaşımlarınızdan. O yüzden yavaş yavaş
başladım şimdilerde ve arttıracağım. Çok ağır olmasa da spor yapacağım.
Pınar: Paylaşımlarım ve yazılarımla
buna teşvik ettiysem ne mutlu bana diyorum...
Peki, Hilmi Işıkören hayata nasıl
bakıyor?
H.IŞIKÖREN: Hayata daima olumlu bakan bir insanım. Kolay kolay demotive
olmuyorum. Çok kötü zamanları çok hızlı süreçte atlatabiliyorum. Yani benim
üstümde üzüntü günlerce kalmaz. Yakın kaybı olmadığı sürece bir insanın üzülüp
kendisini olumsuza sokmasının çok faydasız olduğunu düşünüyorum. Dünyada
üzülecek hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorum. Korkuların, korkuya dayalı bütün
üzüntü ve acıların kaynağının korku olduğuna inanıyorum. Korkudan kaynaklı
olarak kendi kafamızda ürettiğimiz şeylerden dolayı endişeler duyduğumuza
inanıyorum.
Pınar: Bunun için ne yapılabilir?
H.IŞIKÖREN: Bir kere önce farkında olmak lazım. Öyle bir toplumda yaşıyoruz
ki, acılarını yarıştırıyor insanlar. Yani birisi birine acısını anlatırken
öbürü diyor ki, " yaa senin yaşadığın da acı mı, bak ben öyle şeyler
yaşıyorum ki vs. ...." gibi şeylerle yarışıyorlar. Bizim toplum
maalesef acılarla beslenen bir toplum. Bunu kabul etmek lazım öncelikle. Bu
teşhisi koyduktan sonra tedavisine bakmak lazım... Bir de, insanları kesinlikle
iyileştiremeyiz. Onun farkında olmamız lazım çünkü bu bir uzmanlık işi.
Psikolog da değiliz, psikiyatrist de
değiliz, şifacı da değiliz. O yüzden, insanları düzelteyim diye kendimizden
enerji vermek biraz manasız geliyor bana. Ama ne yapmamız lazım? Onlara örnek
olabilmemiz için kendimizi değiştirmemiz lazım. Kendimizi değiştirirken de şunu
yapmamız lazım, çevremizdeki olumsuz düşünen insanlardan mümkün olduğunca uzak
durmamız lazım. Kesinlikle uzak durmalıyız böyle insanlardan çünkü kendilerine
mutsuzluklarıyla bir kuyu kazıyorlar ve o kuyuya sizi de çekiyorlar.
Sadece kendisi gitmiyor sizi de oraya
götürüyor. Mesela iş hayatında böyle tipler çok çıkar karşımıza. Bir işe
girersiniz, biri gelir der ki, bu şirkette çalışılmaz abi, bu patron şöyle
böyle, burası şöyle böyle. Hep kötüler bize işyerini ve insanları fakat hiç
aklımıza gelmez "kardeşim sen niye yıllardır burada çalışıyorsun?"
diye sormak. O kişi yıllardır oradadır ve bundan beslenir. Bizi de buna alet
etmeye çalışır. Uyarsanız ona, siz de kötümser düşünmeye başlarsınız ve
olumsuzluğu çekersiniz. Herşey enerji çünkü. Hayatınızı olumsuza çevirirsiniz.
Bu insanlara bulaşmamak gerekiyor çünkü olumsuzluk bulaşıcıdır.
PINAR: Peki annemize, babamıza,
eşimize dostumuza, çok yakınlarımıza ne yapacağız?
H.IŞIKÖREN: Onlara yapılması gereken şey şu; onlarla didişmek yerine,
onlarla bir şekilde uyum sağlayarak, anlayış göstererek yavaş yavaş onları ikna
etmeye çalışmalıyız. Bunun uzun bir süreç alacağını bilmemiz lazım. Mesela, ben
hayatımda yaşadım. Amerika' da okumuşum gelmişim. Dünyanın en büyük dondurma
zincirinin başına geçmişim. Annem bana dedi ki, "Oğlum, okudun okudun
başımıza dondurmacı mı oldun? " Ne kadar olumlu insanlarsa da bir
negatiflikleri var mutlaka. Bundan kurtulamamışlar. Ben annemi buna ikna etmek
için neler yaptım! Remax' ın başına geçtiğimde de babam dedi ki; "Oğlum
şimdi de başımıza emlakçı mı oldun? " ... Sen dedi emlakçıların kim
olduğunu bilmiyor musun, yakışıyor mu sana! Neyse bir gün, NTV’den beni
çağırdılar canlı yayına. "Gayrimenkul ile ilgili şok bir konu ve gelişme
var, mortgage başlıyor gelip katılır mısınız, görüşlerinize ihtiyacımız
var" diye aradılar. Ben de hemen bizimkileri aradım az sonra NTV’de canlı
yayına çıkacağım dedim. Sonra babam ertesi gün, “Benim oğlum dün gece
televizyona çıktı biliyor musunuz:)” diye akrabalara gururla söz ediyordu
benden. İşte bu kadar, yöntemleri bilirseniz, insanları yanınıza
çekebilirsiniz, elbette samimiyetle uyguladığınız yöntemlerle.
Bu olayla fikirleri değişti tabi ki.
Yakınlarımız için, sevdiklerimiz için uğraşmamız lazım. Ancak yakınlarımız
dışındaki olumsuz insanlarla uğraşmamak lazım. Tamamen zaman kaybı olur bu. Onlar
da inşallah bir gün, bir şekilde aydınlanacaklar.
Pınar: Karşınıza gelen müşteri
profili olumsuzsa ne yapıyorsunuz?
H.IŞIKÖREN: Şükürler olsun işimizi öyle bir noktaya getirdik ki artık
müşteri seçebiliyoruz. Firma alırken inceliyoruz önce. En önemlisi, şirket
sahibinin işe bakışı. Vizyonu, ne yapmak istediği, şirketi nereye getirmek
istediği ve bununla ilgili olumlu bir düşünceye sahip mi... Salt para mı odaklı
yoksa uzun vadeli şeylere mi odaklı. Şirketini bir yere getirme nedeninin
farkında mı, bu nedeni az da olsa tarifleyebiliyor mu? Eğer böyle bir şirketse,
biz o kişilerle yürümek istiyoruz.
Çok negatif insanlar karşımıza
çıktığı zaman, ya da salt para odaklı insanlar karşımıza çıktığı zaman, onlarla
bizim uyuşmamız mümkün olamıyor zaten. Frekans tutturamıyoruz. O nedenle,
şükürler olsun seçme özgürlüğümüz var artık.
Pınar: Eğitimde çıkarsa böyle olumsuz
kişiler?
H.IŞIKÖREN: Böyle insanlar elbette çıkabiliyor eğitimlerde. Hatta bu
yaklaşımlarımızı yadırgayanlar bile olabiliyor. Bunlar böyle söyleniyor ama
gerçek hayat böyle değil diye eleştirenler de oluyor. Çünkü olumsuz insanın
yaşadığı hayat başka bir hayat. O buradan besleniyor. Onlarla da konuşmaya
devam ediyoruz ama onların değişime kapalı olanlarını çok fazla koçluğa
almamaya çalışıyoruz.
"Olumlu insan, hayatta en çok
seçeneği olan insandır.” H. Işıkören
Olumsuz insanlar azminizi törpülerler
ve sizi kazdıkları kuyuya çekerler. Ortağım Belgin Hanım da olumlu bir insan.
Şimdi diyeceksiniz ki, sizler olumlu düşünüyorsunuz da her gününüz olumlu mu
geçiyor. Mutlaka bizim de karşımıza zorluklar çıkıyor. O durumda ne yapıyoruz?
Zorluk çıktığı zaman o durumda ne
yapılması gerektiğinin farkındayız. Mesela; trafikte gidiyorsunuz ve trafik
sıkışıyor. Genelde insanlar ne yapıyor? Kornaya basarlar ya da küfrederler.
Tabi bir dönem ben de yapıyordum bunları ama doğru bir şey değil bu çünkü her
öyle yaptığınızda stres kat sayınız artıyor, sindirimi etkiliyor her şeyi
etkiliyor. Kendinize yapıyorsunuz.
Zaten insan ne yaparsa kendisine
yapar. Şimdi buradan kurtulmak için şöyle bir yöntem buldum. Dedim ki, bu
trafik kötü bir şey, evet bizi geciktiriyor ama biraz erken çık işlerini ona
göre planla, ikincisi böyle bir şeyle karşılaşırsan şunu düşün; trafik
sıkışınca yavaş gidiyor araçlar dolayısıyla önemli kazalardan kurtarıyorsun.
Çok hızlı gitsek, hem sağlığımıza zarar gelebilecek hem de malımıza.
Biraz Pollyannacılık gibi görünüyor
bu belki bazıları için ancak aslında olumlu düşünce Pollyannacılık ile
karıştırılıyor. Pollyannacılık gerçek dışı bir şekilde her şeyi pembe
gözlüklerle görmeye denir. Mesela kurt var yanınızda ve sizi yiyecek artık, siz
diyorsunuz ki bu kurt bana bir şey yapmaz. İşte bu Pollyannacılık. Benim
söylediğim ise, gerçekçi olumlu düşünme çünkü olumsuzun faydası yok, zararı
var. Trafikte kızsan küfretsen ne olacak? Trafik açılmıyor ki. Bu yüzden ben
hep erken çıkmaya çalışırım bugünkü toplantılarımı da ben öyle ayarladım. İyi
ki de çıkmışım çünkü yetişemeyecektim.
“Hayatı değiştirmekle boğuşmak yerine
hayatını değiştir.” . Bizdeki yaklaşım bu. Olumluda kalan
iki insanız biz. Bu nedenle de işlerimizi yaparken bunun çok faydasını
görüyoruz.
Pınar: İş bölümü?
H.IŞIKÖREN: Şöyle; benim bildiğim her şeyi ortağım da biliyor maaşallah,
onun bildiği her şeyi benim de bildiğim gibi. Eğitimleri verirken birlikte
veriyoruz. Danışmanlığı verirken yine birlikte veriyoruz.
Ancak koçluk ve bire bir eğitim ve
danışmanlıklar da ayrılıyoruz. Yine de zaman zaman müşterilerimize dönüşümlü de
gidebiliyoruz çok fazla bir şey eksilmiyor çünkü ikimiz de her şeye hakimiz.
Mesela şu anda ortağım 13 günlük bir tatile gitti Japonya' ya neden bana
güvendiği için. Şu anda bütün işleri ben yürütüyorum. Gaziantep, Antalya
danışmanlık seyahatlerim, buradaki işlerim, eğitimler, bire bir eğitimler ve
danışmanlıklar vs. oldukça yoğun bir program var. Sonra o gelecek ben
gideceğim.
Bu keyif veriyor gerçekten. Tabi şuna
çok dikkat ediyoruz, biz kendi işimizi yapıyoruz sonuçta. Arada diyoruz ki, biz
kendi işimizi yapıyoruz ancak acaba işimizin kölesi olmaya başladık mı...
Kölesi olduysak yanlış yoldayız. Eğer işimizin kölesi olmaya başladıysak veya
tam tersi, işimizin efendisi olduysak bence bu da yanlış. İkisi de tehlikeli
noktalar. Benim seçimim işimizin sevgilisi olmak. Böyle bir kartım var:
“Ne kölesi ne de efendisi, işinin
sevgilisi olmalı insan.” Eğer işimizin kölesi olduysak
derim ki, girelim o zaman bir şirkete maaşlı çalışalım. O daha faydalı
sağlığımız için çünkü kendi işinde köle olmuşsun. Her dakika iş beni yönetiyor.
O zaman sırf para için çalışıyorum. Günah. Bu özellikle ruh sağlığım için çok
zararlı. Ruh sağlığım bozulursa, sağlığım da bozulacak, o zaman nasıl motive
edeceğim kendimi, insanları…
Pınar: İstemeden, sevmeden
çalıştığınız bir iş oldu mu hiç? Kendinizi başarı yönünden nasıl değerlendiriyorsunuz?
H.IŞIKÖREN: 27 YILDA 8 Ay!
Bir insan bir şeyİ yapıyorsa ve
bundan haz alıyorsa, bunu karşı tarafa anlatırken gerçekten yaşadığını
anlatması lazım. Ben bugün motivasyon seminerleri veriyorsam başarı üzerine,
ben gerçekten başarılı ve motive bir insan olduğum için verebilirim. Böyle bir
insan değilsem veremem ki bunu.
İş hayatındaki en önemli başarımı ben
şöyle görüyorum; şirketleri hep bir yerlere getirmiş bir insanım ancak en büyük
başarım bunlar değil bence. Benim en büyük başarım 27 yıllık iş hayatımda
sadece sevdiğim ve inandığım işlerin peşinde olmam.
Sevmediğim ve inanmadığım bir işte
sadece 8 ay çalışabildim. O işteyken ayaklarım geri geri gidiyordu. İki ayrı
şirketten maaşım ve primim vardı ancak sevmiyordum işi. Eve para götürmem lazım
yoksa mahvolurum gibi bir endişem, bir üretilmiş korkum vardı o dönemde. İşte
bu düşünce yanlışına düşerek 8 ay kendime yazık ettim. Korku bana bunu yaptırdı
ancak sevmeden yaptığım bir iş olduğu için anlayamıyordum işi tam olarak. Benim
böyle bir huyum var, sevmediğim şeyi anlamıyorum. 8 ayın sonunda patronlarıma
dedim ki, ben istifa ediyorum. Dediler ki, "biz sana ne yaptık?"
Dedim siz hiçbir şey yapmadınız ama ben kendime çok şey yaptım. Sevmediğim
istemediğim bir işi yapıyorum ve başarılı olamıyorum, haz alamıyorum kusura
bakmayın. Perakende sektöründe başarılı bir şirketti. Halen de kendileriyle
görüşürüz, eksik olmasınlar çok iyi insanlardır.
Toparlayacak olursak acılarını
yarıştıran bir toplumda sadece 8 ay hariç 27 yıl sevdiğin, istediğin ve inandığın
bir iş kariyerin varsa çok ama çok başarılı olmuşsun demektir.
Başarı ile ilgili Mıchael Jordan' ın
çok güzel bir sözü var bununla ilgili: “Hiçbir maçı kaybetmedim; sadece
kazanamam için süre yetmedi. Ben de böyle bakıyorum bu konuya. “Başarı hırsı
kibri, başarı azmi kazancı çoğaltır.” “Şükürler olsun ki iş hayatında hiç
hırslarım olmadı ancak azmim hep yanımdaydı”
Pınar: Olumluda kalmaktan
bahsediyorsunuz, hiç mi olumsuza geçmiyorsunuz? Bunu nasıl kontrol ediyorsunuz?
H.IŞIKÖREN: Daima azimle ve olumluda da kalarak başarmaya gayret ettim.
İnsanlar bunu farkediyorlar verdiğimiz eğitimlerde. Her zaman motive
olamıyoruz, zaman zaman demotive oluyoruz biz de ancak ne yapıyoruz biliyor
musunuz?
Mesela Belgin Hanım mı olumsuz oldu
bugün, ben onu düzeltmekle ilgili zaman harcıyorum nasıl onu olumluya
çevirebilirim, motive edebilirim diye...
Gerçekten emek harcıyorum. İsteyerek,
severek, samimiyetle. Aynı şekilde o da bana bunu yapıyor ve ikimiz de
birbirimize hem ilham hem de motivasyon kaynağı olduğumuz için ikimizin de günü
iyi geçiyor. Dostluk da böyle bir şey. İnsanın hayatında böyle dostlar, böyle
ortaklar olması lazım.
Normalde motive olmak için insanın
sadece kendisine ihtiyacı vardır ama zaman zaman kendin başaramıyorsun bir düşünce
hatasına saplanıp kalıyorsun. Birisi size farklı bir bakış açısı getirirse
orada, bir dostluk elini uzatırsa, samimiyetle sizi kucaklarsa o zaman çok
çabuk düzeliyorsunuz.
Peki diyeceksiniz ki bir gün, ikiniz
birden olumsuzsunuz, ne yapıyorsunuz böyle durumlarda? İkimiz de birbirimizle
görüşmüyoruz :) Bu en fazla bir gün sürer bu şekilde. Sonraki gün tamamen
düzelmiş bir şekilde devam ediyoruz veya birimiz düzelmiştir ve bizde birimizin
düzelmesi yeterlidir, çünkü diğerine elini uzatabilir. Dost dediğin olumlu
insandır. Kötü zamanlarda sizi motive etmeye çalışır. İlham veren insandır aynı
zamanda. İnsanlardan ilham verenleri seçmemiz lazım.
Bugün şirketler müşterilerinin neye
ihtiyaçları var sorusuna dikkat ediyorlar. Onu bulalım, ona göre bir şey üretelim
ve hizmet verelim. Doğru mu doğru fakat unuttukları bir şey var, insanları bir
yere götürmeleri de lazım. Yani ihtiyacı belki sizin de yaratmanız gerekiyor.
Henry Ford ne demiş " ben eğer insanların sözünü dinlemek isteseydim,
daha hızlı koşan atlar yapardım" Steve Jobs da aynı şekilde dinlememiş
kimseyi. Bir şey yarattı, oraya yolculuk yaptı ve insanları oraya taşıdı. İlham
veren insanlarla birlikte biz başka insanları bir yere götürmeliyiz.
Sadece ihtiyaç ve beklentilerini
karşılamak, artık sıradan şeyler bunlar. Bunu tüm şirketler yaptığı için
rekabet var. Herkes bu riski almıyor, dolayısıyla haz da alınmıyor yapılan
işlerden. Özel olmak için insanları bir yer götürmek lazım. Rekabet havuzundan
çıkıp başka bir kulvara girmek lazım. Bu özel hayatta da böyle olmalı. Bunun
için sizin de ilham veren bir insan olmanız lazım. Yaratıcılığınızın olması
lazım.Bir konu daha var İLK DEFA sizinle açıklayacağım bunu:
İnsanların gelişmeye ihtiyacı var
diyoruz, peki gelişeceğiz, gelişeceğiz.. Bizim de bir kabımız var, kap taşacak.
Bizim kabımızı genişletmemiz genişlememiz lazım. Yani derinlemesine
düşünebilmek, farklı bakış açılarından bakabilmek. Genişleyip daha fazla
bilgiyle doluyor olmamız lazım. Kısacası, GELİŞMEK İÇİN GENİŞLEMEMİZ LAZIM!
Pınar: Harika! Tesekkürler bu
paylasim için… Liderlik konusundaki düşünceleriniz neler?
H.IŞIKÖREN: Eğitim ve seminerlerde soruyorum, içinizde yönetici olmak
isteyen var mı diye. O kadar çok parmak kalkıyor ki. Sonra ben o parmak
kaldıranlara diyorum ki, peki neden yönetici olmak istiyorsun. Açıkladıkları
şey aslında yöneticilik değil çocukların. Hepsi diyor ki, insanlara yardımcı
olmak istiyorum. İnsanlara yol göstermek istiyorum. Aslında bu arkadaşlar lider
olmaktan bahsediyorlar fakat bunu yöneticilik zannediyorlar. Biz bu kavramları
bile karıştırıyoruz. “Yöneticilerin belli sayıda çalışanları varken,
liderlerin artan sayıda takipçileri vardır.”
İnsanlar lider olmak yerine yönetici
olmaya çalışıyor ancak burada ince bir çizgi var. Bugüne kadar hiç bir gurunun
bunları söylediğini duymadım, okumadım. Lider olmaya heves edilirse, şöyle bir
sıkıntı doğabilir, diktatörlüğe gidebilirsiniz. Buna örnek iki lider verelim.
Birisi Hitler birisi ATATÜRK. Hitler, insanları mahveden bir liderken, Atatürk
Türkiye' de yaşayabilmemizin nedenlerinden başta geleni. Yoktan var etmiş bir
kişi. Ulu Önderimiz. İkisi de lider ancak biri yani Hitler liderliği kötülüğe
kullanmış. O zaman liderliğe heves etmek yetmiyor. Bunun yerine daha önemli bir
şey var. LİDERLİK ETMEK! İnsanlara samimiyetle yardım etmek, onlara yol
göstermek ve bunu siz bir elemanken de yapabilirsiniz, bir müdürken de
yapabilirsiniz, bir ev hanımıyken de yapabilirsiniz, bir çocukken de
yapabilirsiniz. Bunun mevkiyle, unvanla, yaşla bir alakası yok. Siz liderlik
ettikçe, insanlar sizin yanınızda yer almaya başlıyorlar. Sizin başarmanız için
onlar da size yardımcı olmaya çalışıyorlar. Siz o zaman doğal lider
oluyorsunuz. Bundan güzel bir şey var mı? Doğal liderliğin içinde ne ego ne
kibir var. Diğerinde " ben lider olacağım! " düşünsenize belki
insanların istemediği şeyleri yapacağım, belki insanları öldüreceğim lider
olunca. O yüzden bu ayrımı ortaya koymak istiyorum. Önümüzde üç seçim var.
Yöneticilik yapmak, lider olmak, liderlik etmek. Bence herkes liderlik etmeli.
Pınar: Kibirle ilgili düşünceleriniz?
Bunu özellikle soruyorum çünkü bununla ilgili harika bir sözünüz var
biliyorum:)
H.IŞIKÖREN: Teşekkürler:) Dünyada insanların en sevmediği şey, bir insanın
egosunu ve kibrini arttırması. Kibirli insanı kimse sevmez. Özellikle bizim
Türk toplumunda, kibirli insanlar sevilmez. Dinimizle de çok alakalı bir şey
bu. Benim bu konudaki sözüm kısaca şöyle; KİBİR BİTİRİR!
Muhteşem Yüzyıl' da muhteşem bir
sahne vardı hatırlarsanız, herkesin dünyanın hakimi diye hitap ettiği Sultan
Süleyman savaşa gittiğinde, kendi çadırında yatmadı, mezar kazdırdı mezarın
içinde yattı egosundan ve kibrinden arınmak için. Çok güzel bir örnek bu. Bunu
eğitimlerde daima anlatırım. İnsanlar durumun farkında olması lazım. Kibir
gerçekten bitiriyor. Mütevazı bir insan olmak lazım. Tevazu sahibi olmak lazım.
Bu insan olmanın kurallarından bir tanesi bence çünkü kimse kimseden üstün
değil.
Ben mesela birisiyle görüşürken ki
Belgin hanımın tekniğidir bu, çok üst düzey birisiyle mi görüşeceğiz onun bebeklik
halini düşünürüz biz, ağzında meme emerken. Aynıyız yani, bir sıkıntı yok. O
yüzden uyumlama yapabiliyorsunuz. Burada teknik bilmek çok önemli, teknik
bilmekten daha da önce, şu mağdur zihniyetinden çıkmamız lazım. Yani hepimiz
mağdur psikolojisiyle yaşıyoruz. Fazla arabesk yapıyoruz.
Mesela ben Adana' ya seminer vermeye
gittiğimde, taksiye bindik taksici koymuş Ferdi Tayfur' u Allaaah gidiyor.
Baktım böyle yol bitmeyecek dedim neşeli bir şey yok mu? Dedi var abicim. Bir
değiştirdi ki Orhan Gencebay Batsın Bu dünya başladı:)))
Pınar: :)) harikaymış bu...
Motivasyona çok ihtiyacı var insanların öyle değil mi?
H.IŞIKÖREN: Kesinlikle öyle. Hepimiz bu dünyada öğrenciyiz ve bu
öğrenciliğimiz hiç bitmiyor. Hayat bir okul ve sürekli bir şeyler öğreniyoruz.
Sınanıyoruz ve armağanlar alıyoruz. Hayat da zaten, sınavlar ve armağanlarla
dolu.
Böyle bir hayatın içinde yaşıyoruz,
sürekli bir şeyler öğrenme durumundayız ancak bu yolculukta her birimizin başka
bir tarafa da geçmemiz gerekiyor. Öğretmeyi de öğrenmeliyiz! Yani herkes
öğrenmeye çalışıyor tamam süper güzel de bir de öğretmeye çalış öğrendiğini.
İnsanlara bir şey paylaş, yol göster, yardımcı ol. Bu tarafta eksik kalıyoruz.
Bence yanlış. Sadece öğrenci olarak kalmak yanlış.
Pedogojik formasyon al ya da
öğretmenlik diploması al demiyorum ama bir insana yol göster, o insanın neyi
başarmak istediğini öğren, gerekirse gizliden yardım et ya da açıkça yardımda
bulun. Bunları yapmıyoruz maalesef. Bir kısmımız yapıyor ama çoğunluk yapmıyor.
İnşallah bunu yapanlar çoğalır.
Pınar: Danışmanlık yaptığınız
şirketlerle çalışmalarınız nasıl oluyor?
H.IŞIKÖREN: Danışmanlık yaptığımız bütün şirketlerin sahipleriyle dostuz
biz. Bir kez danışmanlık yaptığımızda müşterilerimiz bizi kolay kolay
bırakmıyor.
Uzun vadeli oluyor çalışmalarımız ve
onlarla bir müşteri boyutundan çıkıyor ve dost oluyoruz. Tabi profesyonel
tarafımız daima kalmaya devam ediyor. Bunu dengeleyerek onların çok yakınları
olarak hayatlarında yer alıyoruz. Onları asla aldatmayan, hizmetinde eksiklik etmeyen,
en iyi hizmeti sunan insanlar olarak...
Onlar da sağolsunlar ihtimam
gösteriyorlar bizi kaybetmemek için. Eğitim tarafında da şu oluyor, insanlara
öncelikle bir yüzleşme yapıyoruz. Mesela satış eğitimi vereceksek hemen satış
tekniklerini öğretmiyoruz bunu doğru bulmuyoruz çünkü bir insanın eğer yokluk
bilincinde yaşıyorsa ki ülkemizde çoğu insan bu bilinçle yaşıyor, kendine
güveni yoksa, istediği kadar teknikleri öğrensin karşısındakine bunu
geçiremiyor.
Ben hep şunu söylerim, karşınızda iki
insan olabilir, hiç okumamış bir çoban bir de 2 üniversite bitirmiş bir
profesör, İkisi de hisseder bu tavrınızı, beden dilinizi. Çünkü insan hisseder.
Okumasına gerek yok. Bu yüzden 1-0 yenik başlıyorsun, satış olmaz istediğin
kadar teknik bil. Önce bakış açını değiştirmen lazım. Yokluk bilincinden
kurtulman lazım. Varlık bilincine geçmen lazım. Bakış açını pozitife çekmen
lazım ve dünyada herkes satış işinde, hepimiz birbirimize bir şey satıyoruz.
Fikir satıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz. Satış işinde olup da satışı
öğrenmemek kadar manasız bir şey olduğunu düşünmüyorum ama satışın da sadece
tekniklerden oluşmadığını da kabul ediyorum. Öncelikle bakış açısı, motivasyon,
varlık bilincine geçmek ondan sonra teknikler. Biz böyle bir sistem
uyguluyoruz.
Mesela ilk haftalar sadece bakış
açısıyla uğraşıyoruz, varlık bilincine geçmeye çalışıyoruz ve satışlar yüzde
yüze yakın artıyor.
Pınar: Ne kadar sürüyor eğitimler?
H.IŞIKÖREN: Biz inşaat şirketlerine 16 hafta eğitim veriyoruz ama 16
haftanın her günü değil, haftada bir gün. Bu 16 haftanın 4.' cü gününde
satışlar artıyor. Bu süre içinde satışın s' si yok. Sadece bakış açısı, varlık
bilinci ve motivasyon var. Olumlu düşünmeyle satışlar artıyor, düşünebiliyor musunuz
nasıl bir durum var ortada.
Satıcıların çoğu maalesef olumlu
düşünme becerilerine sahip değiller. Farkında değiller. Kitaplar da bizi bir
yere kadar taşıyor. Kitabın da dışına çıkmamız lazım, eğitimler almamız lazım.
Bir düşüş olmuyor mu oluyor, demotivasyon yaşıyoruz o zaman bizi arıyorlar
görüşüyoruz. Yardımcı oluyoruz.
Her şey para değil. Bizim bir
başarımız varsa eğer, kendi bakış açımızı, kendi inandıklarımızı, kendi
hayatımızda yaşadıklarımızı onlarla paylaşmaktır. Benim geçmediğim yollardan ben
onları geçiremem ki. Ben hiç yaşamamışım o başarıyı, ben sana diyorum ki şunu
yap. Olmaz! Ben örneklerle anlatıyorum bunu. Denemeden yanılınmaz, dene
diyorum.
Pınar: İşini sevmeyen ne yapsın?
H.IŞIKÖREN: Sevdiği işi bulsun bulamıyorsa, öncelikle bakış açısını
değiştirsin. Zorlasın kendini, sevebilme yöntemlerini arasın işinde, hemen
kestirip atmasın...
Tanrı hepimizi güçlü yönlerimizle
dünyaya getirdi buna çok inanıyorum. Baktı olmuyor o zaman Tanrı’nın bize
bahşettiği o güçlü yönlerini arasın. Bu bir işaret aslında, Tanrı diyor ki bak
ben sana bunları verdim bunları bulursan çok mutlu bir hayat yaşayacaksın.
Bunların farkında olmadan hayatın
sonuna gelenler var. 80 yaşına geliyoruz keşke diyoruz ve ölüp gidiyoruz.
Günah, ne insanlara bir faydamız oluyor ne de kendimize. Mutsuz bir hayat
yaşıyoruz.
En erken yaşta mümkünse bunu
keşfetmek lazım. Sormak lazım, benim güçlü yanlarım nelerdir, neyde
yetenekliyim, burada var olma sebeplerim ne, nelerim ön planda...
Bir başka görüş de var mesela, zayıf
yönlerini geliştir. Ben buna katılmıyorum. Ben, güçlü yanların daha da
güçlendirilmesinden yanayım. Çünkü işaret orada! “Tanrı vergisi
yeteneklerinizin hakkını verin. Yeteneğinize karşı günah işlemeyin.”
Bence Tanrı vergisi yeteneklerimizi
kullanmamak günah işlemektir. Yukarıda soracaklar hesabını. Ben sana yetenekler
verdim, işaretler verdim neden bir şey yapmadın diye soracak bence. Annemi
dinledim, niye dinledin? Kim dedi sana dinle diye. E ama annem o benim. Olur mu
öyle şey! Annense sen anneni ikna edeceksin. İkna etmek için de satışı çok iyi
bilmen gerekir. Çünkü satış eşittir ikna etmektir.
Pınar: Tüketim kültürü hakkında neler
düşünüyorsunuz? İnsanlar mutluluğu bu şekilde mi arıyor?
H.IŞIKÖREN: Bir çocuk doğduktan sonra, ailesi onu iki tane eğitime
göndermeli, bir satış ikincisi kişisel finansman. İnsanlar henüz bütçelerini
yapamıyorlar. Kredi kartları aşmış gitmiş. Ben iddia ediyorum, sizinle şimdi
bir dükkana, bir şirkete girelim, çalışanları alalım karşımıza, diyelim ki
bankaya ne kadar borcunuz var. 10 bin Tl’den aşağı borcu çıkan varsa ben
bilmiyorum bu işi. Herkesin ödeyemeyeceği kadar borcu var çünkü bütçelerini
yönetemiyorlar.
Bunda tüketim kültürünün de bir
baskısı var tabi. Orada da şu sıkıntı var; mutluluğun bize bir arayış olduğu
söyleniyor. Bazı sözde kişisel gelişimciler de, mutluluğun bir seçim olduğunu
söylüyorlar. Ben bu kadar kolay olduğunu düşünmüyorum. Mutluluk biz
doğduğumuzda bize verilen bir şeydi. Bu da bir işaretti. Yüce Yaratıcı için
hepimiz eşitiz, doğarken hepimiz mutlu doğuyoruz. Bize büyüdükçe mutlu
olduğumuz unutturuluyor, çevremiz tarafından, ailemiz tarafından, tüketim
kültürü tarafından…Bize denildi ki reklamlarda, şu diş macununu kullan yoksa
dişlerin dökülür. Şu şampuanı kullanırsan saçın parlar, insanlar seni daha çok
beğenir, kullanmazsan saçın dökülür. Altta korku vererek bize bunu kullanırsan
mutlu olacaksın diyerek mutluluğun bir arayış olduğunu öğrettiler. Fakat
bunların geçici olduğunu biliyoruz.
Mesela spor bir araba reklamında
güzel bir kız yakışıklı bir erkek görüyorsun hemen o arabayı almam gerekiyor
diyorsun. Paranı biriktiriyor alıyorsun 2 ay sonra mutsuz oluyorsun yeniden ve
başka bir araba mutluluğu arıyorsun. MUTLULUĞU SEÇMEK DEĞİL, MUTLU KALMAYI
SEÇMEKTİR DOĞRUSU! ‘Mutluluk bir oluş hali, arayış boşuna.’
Mutluluk bir oluş halidir. Doğumla
birlikte var olan fakat sonrasında unuttuğumuz bir konu. Kafamızda kurduğumuz
şeylerle kendimizi mutsuz ediyoruz. Bugün profesörler var, uzmanlar var mutsuz.
Adam bilim adamı ama mutsuz. Çözememiş onu. Çünkü kafasında kurmuş ve kendi
gerçeklerini değiştirmiş.
Bunlardan kurtulmamız lazım, bunlar
bizi mahvediyor. İnsanları hasta eden şey aslında bunlar. Kötü düşünceler,
başarıyı farklı algılamalar. Mesela para kazanmak başarı olarak endeksleniyor
ya, paralı olmak aslında o. Parası olan insan başarılı demek değil. Nice
insanlar var parası yok ama çok başarılı çünkü mutlu adam. Çok parası olan
adamlar mutsuz. Çok paralı olup mutlu olanlar da var.
Tabi ki doğrusu hangisi? Para da
kazanıyor olman çünkü para da bir enerji ve emeğinin karşılığında aldığın bir
ödül, o da lazım ancak mutlu kalman en önemlisi. Bunu yapabilmek için de
bunların farkında olman lazım. Sürekli okumak lazım, çözmek lazım bazı şeyleri,
farklı görüşleri de okumak lazım, önyargılardan kurtulmak lazım.
Pınar: Nazik hediyeniz için teşekkür
ederim. Herkes hediye almayı sever ama kitap bazılarını benim gibi çok mutlu
eder:) . Peki neden bu kitap?
H.IŞIKÖREN: Rica ederim Pınar Hanım. Keyifle okuyacağınıza eminim.
Korku kitabı benim hayatımdaki en birinci
kitaplardan bir tanesi çünkü ben hayatta hepimizin sıkıntısının korku endeksli
olduğuna inanıyorum ve bir görüşüm daha var, dünyaya kadınlar ve erkekler
gelirken aslında bir pozitif ayrımcılık var orada.
Kadınlar daha şanslı ve güçlüler
erkeklere göre çünkü kadınlar ya korkusuz ya da cesur olarak geliyorlar dünyaya
ancak erkekler korkusuz, cesur ya da korkak olarak. Kadınlar bunu fark etmeli,
cesurlar korkusuzluğa geçmeli, korkusuzlar dilediğini seçmeli. Umarım size
hediye ettiğim Osho’nun Korku kitabı sizin için de bir başucu kitabı olur.
Pınar: Bu harika söyleşi için çok
teşekkür ediyorum. Eminim bir çok kişinin hayatına soyadınız gibi ışık örülecek
:) Son olarak eklemek istediğiniz bir
şey var mı?
H.IŞIKÖREN: :) Çok keyifli bir söyleşi oldu, çok teşekkür ederim. Söyleşiyi
motivasyon konuşmalarımdaki sözümle tamamlamak isterim. “Gece bile ay ve
yıldızlarını bize göstermek için kararıyorsa, umutsuz ve karamsar olmak niye?”
"Birileriyle her karşılaştığımda, sessizce
onlara mutluluk, sevinç ve kahkahalarla dolu bir hayat dileyeceğim" diyen
Deepak Chopra gibi ben de gönülden diliyorum bunu herkese ve etrafımda böyle
düşünen insanları bulundurmayı yeğliyorum. Buna bir kişi daha dahil olduğu için
ayrıca çok mutluyum.
Umarım herkes bizim kadar keyif
almıştır. Hilmi Işıkören gibi pozitif insanlar çoğalmalı çevremizde...
Işığını kimsenin söndürmesine izin
verme!
Sevgiyle,
Pınar Tok