SIRA DIŞI PROJELERİN YILDIZI KUZU HOLDİNG

By | Cuma, Haziran 29, 2018



"Gençler ileriye, ihtiyarlar geriye bakarlar" demişler. Kuzu Holding' in ileriye bakan, bunu yaparken sadece kendisini değil, yaş almış gençleri ve onların ihtiyaçlarını da düşünen yenilikçi lideriyle,hayatı ve hayallerini gerçekleştirdiği projelerini konuştuk. 

Lider dediğin önde yürüyen değil yol gösterendir...İmzasını attığı her proje ile fark yaratan ve ekibine tıpkı bir yıldız gibi yol gösteren Kuzu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Selim Kuzu ile neler konuşmuşuz birlikte bakalım...


Sizi tanıyabilir miyiz?

Pınar Hanım, öncelikle bizlere zaman ayırarak burada bizim misafirimiz olduğunuz için ve insanların yaşam hikayelerine önem verdiğiniz için teşekkür ederim size.

Misafirperverliğiniz için ben teşekkür ederim Selim Bey...

Benim hikayem, 1975 yılında Berlin’de başladı. Ortaokuldan sonra eğitim için başlayan seyahatlerimi, son olarak Uluslararası Ekonomi ve Siyasi Bilimler alanında Almanya ve İsviçre’de tamamladım.

İş hayatımın ilk adresi Allianz grup sigorta şirketi oldu. Allianz grupta Varlık Yönetimi ve Yatırım Risk Yönetimi departmanında görev aldım.

Allianz' ta iken oldukça hareketli zamanlara denk geldiğinizi söylemiştiniz...

Evet kesinlikle öyle idi. Allianz’ta olduğum dönemde, Berlin Duvarı’nın yıkılmasına, komünizmin çöküşüne, dünya ekonomi dengelerinin değişmesine ve Mark’tan Euro’ya geçişe, kısacası ekonomi tarihinin en büyük olaylarına tanık oldum.

Dev bir kuruluşun içinde, köklü dönüşümlerin farklı başlıklar altında, ama aynı anda, hem de ben işin mutfağındayken tarihe tanıklık etmiş olmak benim için büyük bir şanstı.

Dünyada ne kadar farklı şeylerin olduğunu izlerken, ilerleyen zamanın ne kadar daha farklı şeyler doğuracağını düşünürdüm ve bu düşünce beni çok heyecanlandırırdı. Bu sebeplerle, içinde bulunduğum dönemi de düşünürsek Allianz grup benim mihenk taşlarımdan ilkiydi.

“Hayatımın projesi Selim Kuzu olmuştur” dediniz, bunu açar mısınız?


Şöyle ki; Hayatımın ikinci mihenk taşı BAC idi. BAC’de en genç fon yöneticilerinden biri olarak Yönetim Kurulu üyesiydim. Ekonomi dünyasında, dergilere kapak olan, ağızlarından çıkan her sözün ekonomi tarihine başlık olduğu insanlarla aynı masadaydım. Hayatımda bir çok farklı proje varken, buradan sonra hayatımın en önemli projesi SELİM KUZU oldu. Çünkü dergilerdeki, kapaklardaki kişilerle aynı masada olmanın heyecanını yaşarken, artık ben de o dergilerde o kapaklarda yer almaya başlamıştım. Söylediğim sözler önemli olmaya başlamıştı, artık çok daha dikkatli konuşmam gerekiyordu.

O aşamada yardım almaya, profesyonel koçlara danışmaya başlamıştım zaten. Çünkü ilginç olan şey şu ki, zirveye geldiğiniz noktada ne kadar çok eksiklerinizin olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Eğer görmüyorsanız da etrafınız size bunu gösteriyor zaten, çünkü o ligde hareket etmek çok daha fazla özellik gerektiriyor.

Yazmış olduğunuz, oldukça değerli kitaplarınız var...

Yönetim Kurulu üyesi olduğunuzda aldığınız kararlar, yatırımlar çok büyük önem taşıyor. Bir de ben işin Risk Yönetimi mutfağından geldiğim için, neyi neden yaptığım, projelerin detaylandırması bunları hep bir hayat rotası haline getirdim. Her projemde, her fon yönetimimde bu şekilde ilerledim. Tüm bu notlarım ve denetlemeler olduğu zaman hazırlıklı olmak adına aldığım tüm raporlarımı kitap haline getirdim. Şu anda Almanya’da birçok üniversitede ders kitabı olarak okutuluyor yazdığım kitaplar. Mesleğimin, eğitimimin zekatı olarak görüyorum bunları.

Hayaliniz olan ve çok başarılı olduğunuz bir projenin hikayesine gelelim, nedir bu üç dakikanın sırrı? (gülüyoruz)

O dönemlerde, eğer Satış Şefi değil de Yönetim Kurulu üyesi olursam, Yönetim Kurulu üyesinin Yönetim Kurulu Başkanından belirli bir bütçeyle istediğim projeyi hayata geçirmem için bir hak doğacağı söylendi.

“Bu projenin başlığı senin, içerik de sana ait, sen şu an bütçeyi belirle ve söyle” dediler. Düşünebiliyor musunuz, daha önce yapmadığım bir şeyin, bütçelendirmesini istiyorlardı benden.

Biraz müsade istedim ‘’Sıkıntı yok Selim, 3 dakikan var.’’ dedi başkan. 3 dakika sonra belirlemiştim bütçeyi, ''50 milyon dolar.’’ dedim. Projenin konusunu sordular, ‘’Gayrimenkul olmayacak.’’ dedim ve kabul edildi. Dünya ekonomisinin önemli isimlerinin yanındayken ve sunumum tamamen hazır değilken aklımdan geçenleri anlatmaya cesaret edemedim o an açıkçası. Belgesel hikayemin başlangıcı da böyledir.


En büyük hayalinizi gerçekleştirmekle kalmadınız aynı zamanda ciddi bir rekora da imza attınız...Bu nasıl bir his?

Biraz önce de söylediğim gibi, hayatımın en önemli projesi Selim Kuzu’ydu. Selim Kuzu’nun ise en büyük hayali bir belgesel çekmekti. Evet hayatı yaşıyorsunuz, doğanın içinde oluyorsunuz, ama belgesel gözlüğüyle dünyayı izlediğinizde her şeyin ne kadar ilginç olduğunu, birçok şeyin sandığınızdan bile daha farklı olduğunu görüyorsunuz. Ben eskiden de gece gündüz demeden, yaz kış demeden hep doğadaydım. Geceleri eğlencemiz biterdi, herkes evlerine giderken ben sabaha karşı soğukta üzerimi değiştirir, ormana giderdim. 

Bu arada bu bütçenin çoğu belgeseli çekmek için kullandığımız ekipman içindi aslında. Saniyede 18 fotoğraf çeken bir kamerayı geliştirdi arkadaşım o zamanlarda. Çünkü ben vahşi doğayı gözlemlemeyi çok sevdim, leoparın o hızına, köpek balığının saniyelik avına herhangi bir ekipmanla erişmemiz mümkün değildi.


Belgesel tamamlandığında sunumumuz oldu ve Yönetim Kurulu Başkanımıza baktım, gözleri dolu doluydu. Bana baktı ve ‘’Selim, sen ne yaptın?’’ dedi. Dünyanın bakış açısını değiştirecek bir proje yaptığımı ve kendisinin de böyle bir projede payı olduğu için çok mutlu olduğunu söyledi. Sonrasında ise BBC’yi aradı ve projem Deep Blue Sea Harry Potter’ın izlenme oranlarını geçerek bir rekor kırdı. İnsanların sinemaya, bir belgesel filmi izlemek için gittiklerini düşündüğümde hala tüylerim diken diken oluyor.


Bu başarıya rağmen göz önünde olmayı hiç tercih etmediniz, neden?

Finans, ekonomi ne kadar önemli olursa olsun, halkın sürekli bir ilgi alanı değildir. Ben bir sanatçı değilim ya da bir yazar değilim, ben bir ekonomisttim ve sürekli göz önünde olmam gerektiğini düşünmemiştim hiçbir zaman.

Hayatımda ilk defa belgeselle sahnenin en ön kısmına geçtiğimde bile, göz önünde olmayı istemedim.  Sonuç olarak belgesel benim hayalimdi ve hayalimi gerçekleştirmiştim. Belgeseli seri halinde devam ettirmeyeceğime göre, mütevazı hayatıma devam etmeliydim.

“Babam, babam olmasaydı en iyi arkadaşım olurdu” diyorsunuz.
Bu cümlenize istinaden sormak istiyorum, Çocukların “birey” olduğunun farkında olmayan aileler var. Siz çocuklarınıza bunu nasıl empoze ediyorsunuz? Bunların çocuklar üzerindeki etkileri nasıl oluyor?


Babamın bana ve kardeşlerime aşıladıkları olmasaydı, böyle biri olamazdım. Babam, babam olmasaydı en iyi arkadaşım olurdu. Çocuklarımız küçük insanlar aslında, hepsi birer birey. Çocukların bir birey olduğunu, duygularını ve konu hakkındaki düşüncelerini önemserseniz, karşılığında sizin ve toplumun alacağı muazzam faydalarla karşılaşırsınız.

Ben 4 kız babasıyım. Yaşlarından dolayı belli başlı sınırlarımız vardır, ama ben çocuklarıma hak ve özgürlük tanırım öncelikle. Onlar da benim bu tavrımın karşılığında, kendilerini özgüvenle ifade edip, kararlı tutumlar sergiliyorlar. Ama tabi bu tavırların sadece aile içinde olması yeterli değil, eğitmenlerinin de aynı tutumda olması gerekiyor.

Çocuklarımız Urla’da Alman Okulu’nda okuyorlar. Doğanın içinde, hobilerini yaşayabildikleri bir yerde eğitim alıyorlar. Çocuklara verilen eğitim ev, okul, hayat olarak bir döngü. Bu döngünün tam olması gerekiyor. Bana sorarsanız İstanbul’da lüks bir semtte çocuklarımın okuması ve hayata hazır olması mı yoksa köyün içinde bir okulda okumaları ve hayata hazır olmaları mı, bence köyün içinde okumaları. Yolda giderken gördükleri şeyin trafik olması, bina olması değil benim için önemli olan. Okula giderken, okuldan dönerken hayvanları izlemeleri, yeşilliklerin içinden geçmeleri. Çocukların hayatın doğal yanını tanımaları ve hayata bu şekilde hazırlanmaları önemli benim için.

Son zamanlardaki şehirlerden köylere, doğaya kaçma isteğini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Metropoller, insanların yaşamak istediklerini vermiyor. Metropoller, modayı insanlara yaşatıyor aslında. İnsanlar yapmak istediklerini yapamıyorlar, kendilerini rahat hissetmiyorlar. İnsanlar doğaya kaçmıyor, doğa insanları çekiyor. İnsanların özü doğada, doğa sizi çağırıyor. Şehir hayatında kendinizi mutlu etmek ve rahat hissetmek istiyorsanız da bunu yapmaya zamanınız yok. Zamanınızın çoğu bir yerlere giderken geçiyor.

Kendinize ayıracak vaktiniz olmadığında, kendinizle baş başa kalamıyor ve ruhunuzu doyuramıyorsunuz. Tabi köyde, sahil hayatı yaşayan insanlar mutlu, şehirdekiler mutsuz değil, şehir hayatına konsantre olmuş ve bu şehir hayatının yüksek sirkülasyonuyla mutlu olan insanlar da var, onlar mutlu oldukları yerde, şehirde kalmalılar işte.

Türkiye genel olarak yeniliklere açık bir ülke, Türkler meraklı insanlar, bunun için de yeniliklere ve gelişmelere hızlı adapte oluyorlar. Tabi ki bu her anlamda olumlu bir durum mu tartışılır, çünkü bazen esas değerlerimizin uğradığı yeniliklere, ya da ekonomideki tüketim alışkanlığına da hızlı alışıyor insanlar. Onun haricinde vatandaşımız çok daha sık seyahat ediyor artık yurt dışına. Yurt dışı seyahati arttıkça da, yeni yaşam alternatifleriyle tanışıyorlar. Şehirlerin mimari kokusunu kokladıkça, oradaki dokuyu ülkelerinde, şehirlerinde de hissetmek istiyorlar. Şu an ülkemizin birçok şehri, farklı özelliklerle kendini geliştiriyor, önümüzdeki yıllarda da birçok şehrimizin daha da gelişeceğine inanıyorum.

Türkiye ile ilgili öngörüleriniz nelerdir? 

''İnşaat sektöründe kriz var, sektörümüz sıkıntıda.’’ son zamanlarda sıklıkla duyuyoruz bunu. Ben bunu tam olarak böyle değerlendirmiyorum. Evet sektörümüzde sıkıntı var, ama bu sıkıntı sektör hızlı büyüdüğü için, şu an doğal olmayan bir büyüme var. Türkiye şu an bir doğum sancısı yaşıyor, çünkü inşaat sektöründen gayrimenkul sektörüne geçiş var ülkemizde. Ben Avrupa’dayken de profesyonel hayatımda bunu yaşadığım için bankaların ve finans sektörünün gelişmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye’de bankacılık var evet, ama finans kaynağı yok, fon şirketleri aktif değil, şirket ortaklıkları minimumda. Dolayısıyla da sektör gelişmesi gerektiği gibi gelişmiyor.

Türkiye’nin geleceği konusunu sektör ve genel anlamda değerlendirmek gerekirse, öncelikle sektörle alakalı başlayayım. Biraz evvel de anlattığım gibi profesyonel fon yöneticiliği dönemimde dünyanın önde gelen mühendisleriyle, mimarlarıyla birlikte projeler geliştirme şansına sahip oldum. Böyle bir ligde 7 - 8 yıl kadar, böyle insanlarla çalıştığım için, sektörü çok daha farklı bir vizyonla değerlendirebiliyorum. 

Gayrimenkul sektörünün mutfağında iki üçgen söz konusu. Bu üçgenlerden ilki şu, yaptığın proje lüks mü, ihtiyaç mı, tercih mi, ona göre yapman gerekiyor. Diğer üçgen de, yaptığın projenin lokasyonu şehir merkezinde mi, şehir merkezine yakın mı, şehir merkezinin dışında mı, bunu belirlemen gerekiyor. Bunları değerlendirdikten sonra, projeyi gerçekleştireceğin bölgedeki geleneksel değerleri, belirli bir stille harmanlayıp, özgün bir proje yapmış olman gerekiyor. Biz bu konuda biraz eksiğiz işte. Ülkemizdeki mimarlar harika tasarımlar yapıyorlar, binaları, cepheleri çok güzel süslüyorlar, ama tamamen teknik ilerliyorlar. Halbuki tüm bu estetiğin yanı sıra işlevsellik de önemli. İnsanların hareket alanları, güneşle temasları, insanların hayatlarını kolaylaştırma çabaları da çok önemli. Türkiye’nin bu anlamda dönüşüme ihtiyacı var. Önceden, olmayan bir şeyi üretiyordunuz ve bu lüks olarak değerlendirildiği için, bu tercih ediliyordu. Şimdi öyle değil, şimdi seçenek fazla, insanlar tüm bu seçenekleri araştırıyor, değerlendiriyor ve kendilerine hitap eden şeyi seçiyorlar. Tüm bu seçenekler arasında insanların ruhuna, hayatına, isteklerine hitap eden bir proje geliştirmiyorsanız, onu tercih etmiyorlar. Burada bizim şansımız uluslararası bir ekip olmamız. Biraz önce de bahsettiğim gibi, vatandaşımızın yurt dışı seyahatleri arttıkça, orada gördüklerini burada uygulamamızı istiyorlar. Biz daha önce Almanya’da, İngiltere’de ve Amerika’da projeler geliştirdiğimiz ve başarıyla sonuçlandırdığımız için, Türkiye’de bunları çok daha hızlı yapabiliyor ve rahatlıkla uygulayabiliyoruz.


Eğitim tek başına yeterli midir sizce?

Ben eğitimi tek yönlü görmüyorum. Eğitim sadece okul, üniversite, diploma, akademisyenlik demek değil. Eğitim kadar önemli olan bir mevzu daha var, ahlak. Eğitimle ahlak doğru orantılı ilerlemeli. Ülkenin ekonomik anlamda ilerlemesi, toplumsal gelişimi, toplumsal ilerlemesi anlamına gelmiyor. Ahlakla eğitilmiş bir toplum, toplumsal refaha ulaşıyor.

Gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Gençlere tavsiyelerim ne olur, çok güzel bir soru. Tüm samimiyetimle söylüyorum, gençlerimizin aklında çok soru var, bu çok güzel. Ama bu soruların cevabını sadece internette arıyorlar. İnterneti verimli kullansınlar, ama kitap okumayı hiç bırakmasınlar. Muhakkak yabancı diller öğrensinler ve yurt dışı ziyaretleri yapsınlar. Yurt dışında yeni yaşam stilleriyle tanışsınlar. Yabancı dil, insanın hayata ve dünyaya bakış açısının değişmesinde en önemli şeylerden biri. Kendilerini iyi tanısınlar. 

Gençler ne yazık ki yanlış seçimler yapabiliyorlar meslek konusunda ve mutsuz oluyorlar. Sabırlı olmalarını öneriyorum onlara. Şimdiki gençler her şeyin bir anda olmasını istiyorlar. Tecrübesiz oldukları için, her şeyi kontrol edeceklerini sanıyorlar. Doğru çevrede, doğru insanlarla, doğru konuları değerlendirsinler. Eğitimi, kendilerini eğitmeyi hiç bırakmasınlar. Eğitimin akademik kademesi değil önemli olan, oto tamircisi olmak istiyorlarsa da kendilerini çok iyi eğitsinler ve en iyi oto tamircisi olmak istiyorlarsa kendilerini o alanda geliştirsinler. Sevmediği bir işi yapmak eziyet olur herhalde insana, onun için sevdikleri işi yapsınlar. Doğaya çıksınlar, doğayla bir bütün olarak hareket etmeyi, temiz havada düşünmeyi öğrensinler. Hobi edinsinler kendilerine. Türkiye’de birçok hobi edinebilirler. Spor ne kadar önemliyse, hobiler de o kadar önemlidir insanın hayatında. Kendilerini mutlu edecek, iyi hissettirecek şeylere zaman ayırsınlar.


Projeleriniz diğerlerinden oldukça farklı çizgilere ve özelliklere sahip. Yüzlerce projenin içinden “Kuzu Holding” seçiliyor...En çok neye dikkat ediyorsunuz bu projelerde? Farkınız nedir?

Bizim çıkış noktamız insan! İnsanların sağlığını düşünerek, hayattan beklentilerini, ihtiyaç duydukları şeyleri önemseyerek proje geliştiriyoruz. Analizler yapıyoruz, insanların hayatlarını geçirdikleri yerde ne şekilde yaşamak istediklerini araştırıyoruz, değerlendiriyoruz. Yani bizim için önemli olan inşaat maliyetlerinin fizibilitesi değil, insanların hayallerinin fizibilitesi. İnsanların bu istekleri, beklentileri ve ihtiyaçları bizim projelerimizin konseptini belirliyor.

Türkiye’ de oldukça zayıf kalan bir konuya muhteşem bir proje ile imza attınız ve ortaya eşsiz bir sağlıklı yaşam köyü çıkardınız. Sizce yaşlılara gereken önem ve değer veriliyor mu ülkemizde? Konsept 50+ sağlık köyünün sakinlerini neler bekliyor? 

Biz gelenek ve göreneklerle büyümüş bir toplumuz, önem veriliyor tabi. Fakat belli bir yaştan sonra, bilgi ile donanmış, yaş almış fertleri bir köşede bırakıyoruz. Aslında onların donanımından, yaşanmışlıklarından faydalanmak çok önemliyken, onları köreltiyoruz. Çünkü bedensel yaşlılık illa ki boy gösteriyor, ama ruh yaşlanmıyor. İşte biz 50+ konsepti bu şekilde geliştirdik. Yaş dostu, yaşam dostu bir proje yapmak istedik. Ruhları hiç yaşlanmayanlara spor yapabilecekleri, kurslara katılacakları, arkadaşlarıyla satranç oynayacakları, Sakız Adası’nın panoramik manzarasında, akranlarıyla sohbet edecekleri bir konsept hazırladık. Yaşlarının keyfini yaşarlarken de, 24 saat ulaşabilecekleri doktorları, hemşireleri projeye dahil ettik. Tansiyonları da ölçülecekse, ilaçlarının takibi de yapılacaksa, saç traşları ya da manikürleri yapılacaksa, bunları yaşlıların kendilerini en iyi hissettiği yerde, yani kendi evlerinde yapmak istedik. 12.000 m2 projemizin ortak alanında


7 adet asansör konumlandırdık, ulaşım sıkıntıları olmasın, Çeşme içerisinde istedikleri yerlere gidebilsinler diye transfer araçlarını hizmetlerimize dahil ettik...

Gençler ümitleriyle, ihtiyarlar anılarıyla yaşarlar... Bu anılarına, huzurlu yaşam alanlarıyla daha fazlalarını ekleyebilmelerine ön ayak olan projeleri için Kuzu Holding'i gönülden tebrik ediyorum. Umarım, Türkiye' de gelenek ve göreneklerimize rağmen geri planda kalan yaşlılarımız için nice güzel projelere örnek teşkil eder.

Gençliğin güzel bir yüzü, ihtiyarlığın güzel bir ruhu vardır ve bu ruhları layık oldukları şekilde hayata karıştırmak gerekir. Ne demişler, "Yaşlılık kötü bir alışkanlıktır, çalışkan bir insan böyle bir huy edinmeye vakit bulamaz." 

Sevgiyle,

PINAR TOK

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

Gülümse...

Gülümse...
Dünya tüm yanılsamaların merkezine koyar seni, büyü diye...

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Bu Blogda Ara

Translate