SEN NEREYE AİTSİN?

By | Cumartesi, Aralık 01, 2018


Hayvanların gözünden kendini hiç görmediysen, kendini tanıdığını söyleyemezsin diyor röportajımın kahramanı…

Kendisi oldukça başarılı bir yaban hayatı fotoğrafçısı. 80’den fazla ülkede yaban hayatında çalışmış. Hayatının yarıdan fazlasını ormanda geçirmiş yani… Çocukluğundan beri hep bir gidesi varmış. Sürekli evden kaçmalar, kaybolup bulunmalar falan derken çok önemli bir şeyi fark etmiş. Hani senin, benim, onun kısacası biz şehirlilerin idrak edemediği şeyi , “istemediği şeyleri yapmama şansı ve hakkı olduğunu”…

Bu değerli söyleşide en önemli kişiyle tanışıyor olacaksın, “kendinle”… “Sen nereye aitsin” demem bundan sebep. Birazdan okuyacakların hayatına çok şey katacak. Şehrin gürültüsünden, sahteliklerinden, yalanlarından uzak gerçek bir dünyaya götüreceğim seni. Özlediğin her ne varsa bulman dileğiyle…

Ne zaman başladı bu serüven? Şehirden kopma isteği miydi?

Şehir hayatından kopmak olarak başlamadı. Bu benim ta çocukluğuma dayanan bir hikâye. Ben çocukken, istemediğim hiçbir şeyi yapmayacağımı keşfettim. İlkokulda bir gün öğretmen annemi çağırmış ve benden şikâyet etmiş.” Bu çocuk hep dışarı bakıyor, dersi hiç dinlemiyor” demiş. Annem de , “sıkılmıştır çocuk, arada bir dışarı çıkartın” demiş. O günden itibaren hiçbir dersin tamamını dinlemedim. Öğretmen bana bakardı, “sen sıkılmışsın, çık bir gez” derdi. Ben de 10-15 dakika çıkar dolaşırdım, geri dönerdim. İşte o zaman, ben istemediğim şeyleri yapmayacağımı, o yolla keşfetmiş oldum. Çünkü orada olmak istemiyordum, gerçekten de hayatım boyunca istemediğim hiçbir şeyi yapmadım.

Hayat bu kadar basit mi sizce? Yani fark edip bunu hayata geçirebilmek…

Bana göre hayat basit. Mutlu olmak için yaşıyoruz. Ben, beni mutsuz eden her şeyden uzak durmaya çalışıyorum. Tembel biriyim, çok fazla çalışmadan yaşamak gerektiğine inanıyorum. Sevdiğim şeyi yapmayı da çalışmak olarak görmüyorum.

Fark ettiğim diğer bir şey ise şu oldu; aslında annelerimiz, babalarımız hepsi bizi çok seviyor olsalar da, çocukluğumuzdan itibaren bize bir sürü, işimize hiç yaramayacak hatta bazen yine farkında olmadan ama asla kötü niyetle değil tabii, bize zarar verecek şeyler de öğretiyorlar. Okul süreci de dâhil buna. Hayatımın büyük bölümü doğada geçtiği için, orada işime yaramayacak hiçbir şeyi öğrenmek istemedim. Hatta öğretilenlerin büyük bölümünü yok saymaya çalışarak yaşıyorum.

Doğada öğrendikleriniz size neler kazandırdı?

Doğada işime yarayan şeyler benim için en kıymetli şeyler. Orada öğrendiğim birçok şeyin, şehir hayatında öğretilenlerden daha iyi bir öğreti olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çok işime yarayan şeyler öğrendim. Bunları pazarlayarak, bunların üzerinden seyahat projeleri oluşturdum, hayatıma bu şekilde devam ettim.

İş dünyasına nasıl uyarladınız hayvanlardan öğrendiklerinizi?

İş dünyasında hangi firma olursa olsun, ne üretiyor olursa olsun, ürettiği şey bir ürün olabilir, elle tutulmayan bir hizmet olabilir, bu firmaların hedeflerini, vizyonunu, marka değerlerini, doğada yaşam ve hayvan davranışları üzerinden anlatmanın mümkün olduğunu fark ettim. Çünkü her şeyin mükemmel örneği orada ve görselleri de bende var. Ayrıca doğada çok uzun zaman geçirdiğim için bunların hikâyesine de sahibim.

Neler anlatılabilir doğa üzerinden?

Mesela strateji gelişimini anlatabilirsiniz. Bir aslan ailesinin avını izlemek bir strateji dersi izlemek gibidir. Hız ve performansın doğru zamanlama ile kullanımını anlatabilirsiniz. Risk yönetimini anlatabilirsiniz. Güç ve liderlik konusunu anlatabilirsiniz. Bunların sonu yok, çok fazla şeyi anlatabilirsiniz doğa üzerinden…

Doğduğu andan itibaren yavrularına fazlasıyla tolerans gösteren ve onların eğitimleri için özel olarak zaman ayıran fil aileleri şirket içi iş geliştirme seminerlerini dinlemiş olabilirler mi? Ya da ailenin birey sayısı oranında, ona orantılı olarak av büyüklüğü seçen aslan aileleri, hedef odaklılık üzerine kaç seminere katılmış olabilir?

Bunların hepsinin mükemmel örneği orada var ve örnekleri orada izleyip öğrenmiş olmak hayatıma çok şey kattı.

Ya hayatımıza onca şey katmaya çalışan biz insanlar?

İşte fark ettiğim önemli bir şey de bu. Biz insanların hayatımız boyunca kendimize katmaya çalıştığımız birtakım yetiler var. Bunlar için hayatımızı vakfediyoruz, buna göre yaşıyoruz. Bütün hayatı buna göre şekillendiriyor, ödünler veriyoruz.

Bunların hepsi hayvanlarda doğuştan ve mükemmellik derecesinde var…

Nasıl yani?

Şöyle ki; otomobillerin 100 km’ ye minimize edilmiş yakıt tüketimine ulaşması için insanoğlu ARGE’ye milyon dolar harcıyor ama çitalar 3 saniyede 70 km’ ye çıkıyor ve bundan birkaç saniye sonrasında 128 km hıza ulaşabiliyor.

Kadınlar hamile kaldıklarında kilo alıyorlar, bununla baş edemiyorlar. Kutup ayıları ise hamile kaldıklarında 450 kg’ dan 80 kg’ a düşüyorlar ve o şekilde doğum yapıyorlar.

Bir halterci hayatını o kürsüye çıkmaya adayarak yaşıyor. O ağırlığı kaldıracak sonra da kürsüde birinci olacak. Her zaman da başarısının garantisi yok, çıkamıyor o kürsüye yani. Bir leopar ise, her gün kendinden daha ağır bir avı ağaca çıkartabiliyor hem de defalarca…

Dolayısıyla bizim kendimize katmaya çalıştığımız yetilerin büyük çoğunluğunun orada var olduğunu gördükçe ben de daha çok doğadan öğrendim her şeyi…

Hayvanlarla iletişim konusuna gelelim. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Bu işe başlamadan önce Güney Afrika’da hayvan davranışı eğitimi aldım. Tanımanın dışında, ayak izi, yaş, cinsiyet, tür belirlemede, hayvanın aç mı tok mu olduğunu anlamada, hayvanın önceden ne yapacağını bilmede ustalaştım. Özel aparatlar kullanarak (genelde bambudan yapılmış olan) çıkardığım seslerle hayvanların davranışlarını önceden yönlendirebiliyorum. Bazı fotoğraflarda kükreyen aslanlar gördünüz, aslında kükremiyorlar, çıkardığım özel seslerin etkisiyle esniyorlar. Zaten kükrüyor olsalardı bu röportajı şuanda yapamıyor olurduk (gülüyoruz)

İnsanlarla iletişimden daha mı kolay?

Hayvanlarla kurduğum iletişimin şehir hayatında çok faydasını gördüm. Daha kolay algılıyorsunuz her şeyi. Daha basit düşünüyorsunuz. Orada hayvanlar rol yapmıyorlar, son derece netler, yalan söylemiyorlar.

Mesela ben kızmış bir aslanın ne yapacağını önceden söyleyebilirim ama sevgilisini kızdıran biri akşam sevgilisinin ona ne yapacağını asla önceden kestiremez!

Bana henüz bir tane bile hayvan saldırmadı ama saldıran insan oldu mu diye sorarsanız, “bir sürü oldu” derim…

Fotoğraf konusuna dönmek istiyorum. İlk ne zaman fotoğraf makinasını elinize aldınız?

Çok geçti aslında, 20’li yaşlarda… Herkes erken başlamıştır ya, benim öyle değil. Hobi olarak başladım ama çok kısa süre sonra profesyonelliğe dönüştü. Yaptığım işleri, en iyi şekilde yapmak gibi bir takıntım var. Hızlı geliştirdiğimi düşünüyorum kendimi.

Eğitimler aldınız değil mi?

Fotoğraf derneklerinde kursa gittim o kadar. Onun dışında, kendim araştırdım ve geliştirdim. Önce Cumhuriyet Gazetesi sonra Atlas Dergisi, Marie Claire sonra ben bir dergi çıkarttım Sabah Gurubunda, ( 1 numara yayıncılık bünyesinde) , National Geographic Traveller ‘ın Türkiye edisyonunu çıkarttım. 2,5 yıl orada çalıştıktan sonra oradan ayrıldım, 1 yıl kadar bir pr/reklam şirketinde, projeleri nasıl satıyorlar diye öğrenmek için çalıştım. Büyük bir proje sattım ve sonrasında ayrıldım. 

O günden sonra gazetecilik yapmaya devam ettim. Halen daha ediyorum fakat işe gitmeden. Seyahat sayfam var bir tane Vatan Gazetesinde yazdığım,” Süha Derbent’le Gezi” diye. O devam ediyor. Arşivim çok büyük çünkü. Her hafta bir yere gitmek zorunda kalmıyorum. Eskiden çok yapardım bunu. Fotoğrafçılık benim için belirleyici oldu. Sonra o benim için ikincil bir şeye dönüştü. Eskiden fotoğraf çekmek için seyahat eden biriydim, sonradan doğaya gitmeye başladıkça orada olmak için fotoğraf çeken biri oldum. Fotoğraflarım beni ulaşmak istediğim yere götüren bir ulaşım aracına dönüştüler. Fotoğraflarım aracılığı ile istediğim yerde bulunuyor ve istediğim hayatı yaşıyorum. Bana göre başka bir hayat da yok zaten.

Vahşi hayvan fotoğrafçılığı özellikle seçtiğiniz bir şey mi?

Hayır öyle değil. Galiba işin içinde biraz adrenalin olması gerekiyor benim için çekici olabilmesi için. Türkiye’de daha önce yapılmamış bir şey olması da benim için çok çekiciydi. O yıllarda benden başka bu işi yapan biri yoktu, halen daha yok bunu meslek olarak yapıp hayatını sürdüren kimse. Çok gidip gelen var artık oralara. Ben eskiden Afrika’ya gidip gelirken gazetelerde haber oluyordu. Şimdi isteyen herkes gidebiliyor, gitmek isteyen ve bütçesi olan herkes gidiyor.

Oraya daha mı çok ait hissediyorsunuz kendinizi?

Evet, orada daha iyi hissediyorum şehirde hissettiğimden. Daha kendim gibi olabiliyorum ki aslında herkes için geçerli olduğunu düşünüyorum. Orada daha doğal ve olduğumuz gibi olabiliyoruz, üzerimizde bir maske yok, rol yapma gereği yok bir de ben kolay uyum sağlayabilen biriyim koşullara. Hayvan davranışı eğitimi aldıktan sonra ve doğada rehberinden bir şeyler öğrenmeye başladıktan ve orada geçirdiğim zaman içinde bunları geliştirdikten sonra kurduğum küçük çaplı iletişim benim için çok büyük bir tatmin. Dolayısıyla fotoğrafı araç olarak kullanmaya başladım. Aslında herkes beni fotoğrafçı olarak bilse de çok fotoğrafla ilgili biri değilim. Çok sevdiğim birkaç yakın arkadaşımın sergisi dışında bir sergiye gitmişliğim, fotoğrafı takip etmişliğim, fotoğraf camiasıyla iletişim içinde olmuşluğum yok. Sağ olsunlar davet ediyorlar, gidiyorum konuşmalar yapıyorum, bunu birçok şirket için de yapıyorum ama aslında fotoğraf benim için bir araçtan öte bir şey değil. Orada bulundukça ve orada vakit geçirdikçe yaptığım şeyden daha çok keyif alıp kendimi daha iyi hissettikçe böyle devam etti.


 Bir hedef belirlemiştiniz ama…

Tabii ki, adım adım bir yere ulaşmak için bir hedef belirlemek gerekiyor. Aslında bir sürü genç insan da bana soruyor “ne yapmalıyım “ diye. Ne kadar çok şey yapmaya çalışırsanız, hiçbirini o kadar başaramayacaksınız. Hepsi yarım kalacak. Tek bir şeye fokus olmak lazım. Ben de çok kolay olmayan bir hedef seçtim o zaman. Biraz iddialı bir hedefti benim için o dönemin ve Türkiye’nin koşulları açısından. Çünkü yaban hayatı fotoğrafçılığı, diğer birçok fotoğrafçılık türüne göre pahalı.
Bunu bir örnekle açıklayabilirim. Hani herkes diyor ki, benim şöyle bir ekipmanım var, bunlar da pahalı şeyler. Bazı insanlar için ucuz/ pahalı biraz göreceli bir konu ama bunlar gerçekten kolay elde edilir şeyler değil. Benim bir seyahatimin maliyeti 3 set ekipman seti bütçesi kadar tutuyor. Dolayısıyla böyle bir zorluğu var. Bu yüzden Türkiye’den başka kimse çıkmıyor bence yoksa bir sürü iyi fotoğraf çeken insan var, belki benden bile iyi olabilecekler var. Maddi imkân olmadığı için gidip yapamıyorlar…

Çok kapsamlı ve sıra dışı turlar düzenliyorsunuz, bunların detaylarını öğrenebilir miyim?

Evet, gerçekten doğal ortamlara gidiyoruz. Öncelerde bunu kendim yapmaya başlamıştım. Bu işi legal olarak yapabilmek için TURSAB’ a kayıtlı bir acente olmak gerekiyor, benim acentem olmadığı için var olan kayıtlı bir acente üzerinden yapmaya başladım turları.

O dönem rahmetli iş adamı arkadaşım Mustafa Koç ‘un fotoğraf danışmanlığını yapıyordum. Onunla da haftada 2-3 gün beraberdik. Beni arayıp bulamayıp, nerede olduğumu sorduğunda her seferinde Afrika’dayım deyince “gel bakalım neymiş bu” dedi. Anlattım, “madem böyle bir iş var, sen de yapıyorsun, o zaman bu işi birlikte yapalım” dedi ve benim için bir şirket kurdu Koç’ ta. İsmini de kendi koydu. Ben de şirkette ortak olarak bu işe başladım.

Mustafa’nın vefatından sonra oradan ayrıldım ve kişiye özel turlar yapmaya başladım. Sonrasında TAV’ da çalışmaya başladım. Sizin arayıp bulamadığınız kitabımın da yayıncısı TAV’ dır . TAV işletme Hizmetleri’ nin altında TAVPORT.COM diye bir portalımız var. Oradaki sekmelerden bir tanesi de Nature by Süha Derbent. Burada tüm turları ayrıntılarıyla inceleyebilir, bilgi alabilirsiniz. Gurup turları son zamanlarda rağbet görmüyor kurların yükselmesi nedeniyle ama özel turlar her zaman devam ediyor. Eski müşterilerim de var yıl içinde birkaç kez tur alan. Onlarla devam ediyorum.

Kişiye göre tur bütçesi nedir?

Bunu kişinin kendisi belirliyor. Şöyle ki; nasıl bir seviyede kalacaksın, kaç gün kalacaksın, transferin karayolu ile mi olsun helikopter ile mi, VIP helikopter ile mi yani “nasıl bir talebiniz var” sorusu turun bütçesini belirliyor. Ben de o talebe göre bir program oluşturuyorum, gönderiyorum. Sonra birlikte oturup o programın son halini veriyor ve bütçelendiriyoruz. Bu tür turlarda her zaman yüz yüze görüşüyoruz çünkü çok fazla detay var…

“Ben çita ve/veya diğer vahşi hayvanları görmek istiyorum” diyen birinin bunu görememe riski var mı?

Ben size hayvanları göstermeyi değil, hayvanların fotoğrafını çekmeyi değil, çekmeyi istediğiniz fotoğrafları çekmeyi garanti ediyorum. Fotoğraf çekiyorsanız eğer bu seviyeye getirebilirim. İstediğiniz pozların fotoğraflarını internetten bulun getirin, ben onları size çektiririm. Yaptığım iş bu.

Fotoğrafçı değilseniz, hiçbir risk almadan onları yakından görmenizi, izlemenizi, davranışlarına tanık olmanızı, onunla iletişim kurduğumu görmenizi sağlarım. Bir çita mı görmek istiyorsunuz, hemen size bir çita gösterebilirim. Bulurum, bulduktan sonra biraz hayvanı izlerim yaklaşık 15 dakika kadar, izledikten sonra artık o hayvanın hiçbir hareketi sizin için bilinmeyen bir hareket değildir ya da sürpriz değildir. Hepsini önceden söylerim, sola bakacak derim sola bakar, ağaca çıkacak derim ağaca çıkar, çıkarken bu tarafından çıkacak, inerken bu tarafından inecek, şimdi karnı tok uyuyor, 2 saat kadar kalkmaz, biz şimdi gidelim 20 dakika uzakta başka çitalar var, onları gidip görelim sonra bunun başına geri geliriz derim… 

Dolayısıyla bütün tur bu şekilde devam eder. Bütün hayvanların görmek istediğiniz davranışlarının hepsini görürsünüz. Görmeden dönme olasılığınız olan bir hayvan yok. Şöyle ki bu yanlış anlaşılmasın; İki günlük tura katılıp böyle şeyler göremezsiniz. Sizin görmek istediğiniz, beklentiniz ne seviyede, nasıl bir lokasyonda, hangi mevsimde, nasıl bir araçla ve hangi saatler arasında doğada gezerek görebileceğinizi belirtirsiniz, ben bunları bir araya getirir, size sunarım.

Şöyle düşünebilirsiniz, iyi bir fotoğraf çekebilmek, üretebilmek için gereken şeyleri burada saymaya kalksam saatler sürer, yani ne zaman başlıyor? Sizin o fotoğrafla ilgili daha önce baktığınız fotoğraflardan başlıyor, oralardan bir şeyler beyninize giriyor, bir şeylerden etkileniyorsunuz, bir şeyler hayal ediyorsunuz, sonra oraya ne zaman gidilir, kiminle gidilir, nasıl bir kıyafet giyilir, nasıl ekipman hazırlanır, hazırlanan bu ekipmanları kullanırken nasıl kurallar vardır, hayvanla nasıl iletişim kurulur, ya da kuramıyorsanız yanınızda kuracak biri mi olmalıdır, bu iletişimi kurarken nelere dikkat etmeli, hangi davranışlardan kaçınmalısınız gibi her şeyin bir araya getirildiği bir mükemmelliğe ulaşmayı gerektiren bir organizasyondan bahsediyorum. Doğal olarak özel turların bütçeleri, kişiye özel olduğu için, her şey katılımcının beklentilerine göre organize edildiği ve hayvan davranışları ile ilgili desteği de içerdiği için gurup turlarına göre biraz daha bütçesi yüksek oluyor. Gurup turları, tüm masraflar grup kaç kişiyse o sayıya bölündüğü için daha uygun oluyor.

Kaliteyi aşağıya çekmeden minimize ettik gurup turlarının fiyatlarını.  5 tane gurup turuna katıldığınızda turun bedeli atıyorum 3.000 dolarsa 1 tane özel tura katıldığınızda fotografik açıdan alacağınız sonucu alamazsınız. Arada çok büyük fark var çünkü özel turda her saniye (dakika değil) sizin beklentilerinize göre organize ediliyor, bu beklentileri de ben öncesinde yaptığım görüşmelerde tespit ediyorum. Benim işim bu, kusursuz bir organizasyon gerçekleştirmek ve sonrasında sizin memnuniyetinize tanıklık etmek.

Hayatınız boyunca anlatacağınız anılarınız olur, çekmek istediğiniz her şeyi çeker, görmek istediğiniz her şeyi görür ve dönersiniz.

Bunlar vahşi hayvan sonuçta, aniden bir şey olabilir, bunun kontrolünü nasıl sağlayabiliyorsunuz? Mesela turdaki biri yanlış bir hareket yapsa…

Yanınızda ben olacağım için yanlış yapma olasılığınız yok. Siz tek başınıza giderseniz yapabilirsiniz. Mesela bir leoparın size göre zararsız görünen hangi davranışlardan rahatsız olduğunu ben bildiğim için bu konularda sizi uyarıyorum.

Nelerden rahatsız olabilir?

Çok fazla göz temasından, daha doğrusu böyle çok somut “şunu yapmayın” diye bir şey söylemek çok zor ama bir iki tanesi var. Araçtan inmeyeceksin leopar çekimi yaparken, elini kolunu hayvan 5 metreden yakınsa dışarıya uzatmayacaksın. Onun tanımadığı sesler çıkarmayacaksın. Bunun dışında da bize normal gelen birçok şeyden rahatsız olabilir, onu o zaman o söylüyor bana bazı davranışlarıyla. Kuyruğu ile kulakları ile rahatsızlığını belirtiyor. Bunları, normal davranışlarını göstermeye başlayınca yaklaşıp, ne zamanki artık yaklaşma diyor o zaman yaklaşmıyoruz. Bu kadar izin veriyor diyorum ve buradan devam ediyoruz diyorum. Hayvanlara göre değişen farklı güvenlik önlemleri var. İklime, coğrafyaya, gidilen yere, ülkeye, milli parkın kurallarına göre değişen kurallar var. Bunlar insanı zorlayan kurallar değil.

Mesela, buradan arabaya binip nasıl ki yolun ters şeridinden gitmiyorsanız böyle basit kurallar var. İstanbul trafiğinde benimle röportaj yapmaya gelirken aldığınız risk kadar bile almayacağınız, çocuk bile götürdüğünüz (belli yerlere, goril dışında) turlar bunlar...

Çocukları kontrol etmek zor olmuyor mu?

Araçtan inmemesi gerekiyor. Hayvan çok yakınken bağırmaması gerekiyor. Bunları ailelere baştan anlatıyoruz. Zaten çocuğu sakin olmayan gelmiyor, “biraz daha büyüsün” diyorlar veya “bizimki çok sakindir” deyip geliyorlar… Bir sorun yaşamadık yani. Sadece gorile götüremiyoruz, 15 yaş sınırı var.

Ben Güney Afrika Durban’ da bölgeyi çok iyi tanıyan birinin rehberliğinde safari yapmıştım ve oldukça da heyecanlıydı. Peki ülke/ bölge olarak siz nereyi öneriyorsunuz?

Bu ne beklediğinize bağlı aslında ama Durban olmadığı kesin (gülüyoruz). Çok turistik çünkü. Nasıl bir kombinasyon beklediğinizle çok ilgili bu. Hem iyi manzara göreyim, o manzarada hayvan göreyim hem de çok üst seviye konaklayayım diyorsanız yer Botswana’dır. Konaklama o kadar önemli değil, 4-5 yıldız seviyesi benim için yeterli, öncelikli olan çok tür hayvan görmek, her an hayvan görmek diyorsanız yer Kenya’ dır, Tanzanya’ dır. Ova çünkü, dümdüz. Telsizle sürekli haber yağıyor.

Mesela ben aslanlara bakarken kulağınıza eğilip diyorum ki, “10 dakika uzaklıkta bir leopar var, dalda yatıyor ama üstünde parçalı ışık var” veya “15 dakika uzaklıkta bir çita ailesi var, av hazırlığındalar”, “20 dakikalık mesafede bir aslan ailesi var, hangisini istersin” diye soruyorum. Bu sürekli böyle devam ediyor. İçinden sen hangisini seçersen ona götürüyorum.

Unutamadığınız bir anı vardır…

Biraz düşüneyim… Ben kedilerin dışında en son gorillerle de ilgileniyorum. Ruanda’ da bir şey yaşamıştım, o geldi şimdi aklıma. Benim için etkileyici idi. Herkes için öyle olmayabilir.

Reklamcı bir ekiple beraber benim çalışmalarımın sahne arkasını çekmeye gitmiştik. Ormanda gorillere doğru yürüyüş yapıyorduk. Volkanların eteklerinde yaşıyor goriller. 3000 metre civarında. Teknik bir yürüyüş yok, sadece dik ve yüksek bir patika, oksijen de oldukça az. Oraya doğru yürürken bir gurup halinde (kural öyledir, her aileye maksimum günde 8 kişi sadece 1 saatliğine gidebilir, 1 saat 1 dakika değil, 1 saattir ve sadece bunun ücreti 1500 $’dır) , gurubun hızını rehber çok da kibar bir şekilde en yavaş yürüyen kişiye göre ayarlar.

Diyelim ki, herkes çok atletik benden hızlı yürüyorlar, bunu hemen fark eder ve kimseye çaktırmadan birden durur ve etraftaki birtakım bitkilerle ilgili bilgiler vermeye başlar. İşte bunu bu hayvan yer, şu kadar yer vs. gibi veya anılarını anlatır senin nefesinin zorlandığını gördüğü her an… Çok da hoş bilgiler verir. İşte bizim gurupta da yaşlı bir çift vardı ve sürekli geride kaldıkları için gurubu durduruyorlardı, biz önde bekliyorduk… Yaşlı çift çok yavaş geliyordu. Bizim reklamcı arkadaşlar da çok doğal olarak kendilerince “ışık sertleşiyor ve kötü olacak, 1 saat o kadar da para ödeniyor” diye kaçırmayalım istiyorlardı. Yapacak bir şey yok kural böyle ve biz de uymak zorundaydık. Onlara göre hız ayarlanıyordu. Fakat bizimkiler çok söylenince ben de arkaya gittim ve onlarla biraz sohbet ettim. Konuşunca şöyle bir şey öğrendim;

Kadının daha önce geçirdiği bir operasyon nedeniyle akciğerlerinden biri alınmış. 3 ay önce de cilt kanserine yakalandığını ve kısa bir süre sonra öleceğini öğrenmiş. Ölmeden önce dağ gorili görmek istemiş ve eşiyle birlikte yürüyerek o rotayı tamamlamaya çalışıyordu… (gözlerimiz doluyor)
Ben bunu gidip bizimkilere söyleyince, “o zaman taşıyalım kadını hemen” dediler. Hâlbuki orada böyle bir seçenek zaten var. Bacakları olmayan, engelli insanlar geliyorlar ve taşınarak yukarı çıkarılıyorlar gorili görmeleri için.

Kadın bunu asla kabul etmedi. “Ben kendim yürüyerek gelmeliyim” dedi. En son çıktık işte, eşiyle birlikte onların gorillerle filmlerini, fotoğraflarını çektik ve onlara hediye ettik.

Bizim memleketimizde, 1 saatlik goril ziyaretine bugün 6000 TL’ ye ulaşan rakamı kim öder bilemem ama dünyanın her yerinden insanlar gidiyorlar, sayıları sadece 700-800 civarında kalmış bu gorilleri yerinde, doğal yaşam ortamlarında 1 saat boyunca izliyorlar. Hem de oldukça kısa bir mesafeden.

Dokunabiliyorlar mı?

Hayır, dokunmak yasak. Özellikle yavrular temasa geçmeye çalışıyor oynamak istedikleri için, rehberler hemen engelliyorlar. Belli sesler var bunlar için. Buna izin verilmeme sebebi çok mantıklı çünkü hayvanın doğasında insanla bir iletişimde bulunmak yok yani bu hayvanı koruma amaçlı bir şey. Bizim taşıdığımız bazı hastalıklar bizim için ölümcül değildir, nezle grip gibi fakat hayvan için ölümcüldür. Aynı zamanda bu durumun tersi de tehlikelidir. Onların taşıdığı bazı hastalıklar bizim için ölümcül olabilir. Ama hepsinden önemlisi doğada ilk öğrenmeniz gereken hayvanları dokunmadan sevmektir. Dokunmadan da sevebilirizi öğrenmek bence insan için değerli.

Özellikle turistik yerler için bir tepki oluyor, hayvanları uyuşturdukları için… Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu Tayland gibi turistik yerler için geçerli. Biz hayvanları doğal yaşam alanlarında ziyaret ediyoruz. Bu gibi söylemleri aptalca buluyorum. Dünyada para etmeyen hiçbir şey varlığını sürdüremiyor. Siz gelip saatine 1500 $ verip gorili ziyaret etmezseniz, siz gelip Kenya’ da, Tanzanya’ da safarilere katılmazsanız, o araziler gelir elde etmezse, oralarda fabrika kurulur, altın aranır, doğal yaşam alanı diye bir şey kalmaz.

Bugün dünyada kontrolsüzce çiftleşen tek bir tür var o da insan! O kadar çok artıyoruz ki, hayvanlar eskiden avlanma sebebiyle yok olurken artık doğal yaşam alanlarının daralması sebebiyle yok oluyorlar. Bizim yüzümüzden yok oluyorlar. Bu yüzden bu arazilerin günden güne boş alan kalmadığı için değeri artıyor ve bu değeri korumak için bu ziyaretlerin bedeli de artıyor çok da iyi oluyor bence.
Evet, maalesef, bizim ülkemizde tatil denince otelin önüne, havuzun kenarına gidip saatlerce yatmak anlaşıldığı için bu tür turlara ilgi yok, bir de gitmek isteyenlerin de yeterince bilgisi yok. Hemen “ne kadar pahalı!” Yahu bir bak internete kim ne kadara satıyor diye incele ondan sonra bu tura pahalı de

Oldukça göreceli bir kavram bu. İyi ki de ucuz değil çünkü ne kadar çok insan giderse orası o kadar çok bozulacak. Buna bu parayı ayırmak için 2 yıl para biriktiren müşterilerim var benim. Nasıl mutlu dönüyorlar anlatamam. Bu bir seyahat değil, bu bir hayat deneyimi. Bir dağ gorilinin karşısına oturduğunda yanından geçerken yer sallanıyor 240 kilo bir hayvandan bahsediyoruz, ilk 15 dakika korkuyorsun ama 15 dakika sonra ilk hissettiğin şey, “BEN NE KADAR KÖTÜYÜM” oluyor. O kadar iyiler ki onu görüyorsun. Hiçbir zarar gelmeyeceğini anlıyorsun. Kötülük yapmayı bilmek diye bir şey yok DNA’ larında. Avlanmadan, hayatları boyunca detox yaparak yaşayan hayvanlar ve asla saldırmazlar…

Orada öğrendiklerini ve kendine kattıklarını şehir hayatında yapabilmen pek olası değil çünkü öyle bir şeyle hiç karşılaşamıyorsun!

Peki ya diğer hayvanlar?

Diğer hayvanlarda sanılanın aksine vahşi kedilerde mesela, ani karşılaşmalar dışında zaten uzaklaşırlar sizden. Birkaç kez aniden karşılaştım ve onların avlarıyla karşılaştıklarında kullandıkları yöntemi izleyerek onlardan uzaklaştım. Bana baktığı sırada hareket etmeyip, bakmadığı sırada geriye doğru bir adım ata ata uzaklaştım…

Bunu bilmeyenlerin hayatta kalma şansı var mı?

Eğer bunu bilmeden bir arkadaşınızla doğada yürürken birden bir aslanla karşılaşırsanız ve arkadaşınıza “eyvah aslan, hemen kaç” derseniz siz kesinlikle hayatta kalırsınız (gülüyoruz)

Gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? Genelde ülkemizde gençler istedikleri bölümleri okusalar da istedikleri yerlerde olamayabiliyorlar, istedikleri meslekleri yapamıyorlar. Siz iyi bir örneksiniz

Çok iyi bir örnek miyim tartışılır ama amaç mutlu olmak, huzurlu olmaksa evet ben mutlu ve huzurluyum çünkü istediğim işi yaptım ve yapıyorum.

Sevdikleri işi ve bundan para kazanabilmeyi ne kadar birleştirebilirlerse o kadar doğru bir şey yapmış olurlar çünkü hayatı sürdürmek için biraz da para kazanıyor olmak lazım. Ne seviyorlarsa onu yapsınlar. Bu onları mutlu edecektir. Ben gerçekten sevmediğim hiçbir şeyi yapmadığım için çok da fikrim yok bu konuda.

Seyahatleriniz ne sıklıkta şuan?

Giderek azalıyor sıklığı, daha önce de dediğim gibi dövizle ilgili… Bizim 3000 $’a haftalık gurup turlarımız var. Bu turları ilan ettiğimizde 2 sene önce fiyat aynıydı hala aynı ama o zaman dolar 2,5TL idi, şimdi ise 4,5TL…

Turizm dünyada, bakkalda satılan meşrubat gibi, sigara gibi fiyatı belli bir üründür. Biz bunu zaten çok pahalıya satamayız, gider başkasından alır o zaman çünkü herkes aynı ürünü satıyor sonuçta. %10 koyan var % 20 koyan var, bu civarlarda üzerine kar konulan oldukça zor bir hizmet işidir bu. Büyük bir rekabet var. Bu yüzden kar payı yüksek bir iş değil. İşin kendi maliyeti bu zaten. Dedim ya, 1500 $ sadece goril ziyaretine veriyorsunuz, 1000 $ da uçak biletiniz var etti 2500 $. Bunun konaklaması var, yeme içmesi var, transferi var, benden aldığınız bir hizmet var. Bunları da eklediğinizde fiyat yukarı çıkıyor ama bunların hepsi çok makul bir kar payıyla yapılıyor gerçekten.
Şuan ülkemizin durumu nedeniyle tur sıklığım ayda 1’lere düşmüş durumda. Benim burada, kendi evimde 4 gün üst üste kaldığım hiç olmamıştı mesela. Şuradan bakınca (salondaki camdan dışarıya bakıyoruz) Karaköy limanı gözüküyor. Bir süre öncesine kadar ben o limanı hiç görmemiştim çünkü her gün 3 tane Cruise gemisi geliyordu, uzun süredir tek bir tane bile gelmiyor. Bu bugünkü koşullar. Yarın öbür gün umarım düzelir ve daha sık giderim.

Benim de zaten şehirle (sizi de buraya çağırmamdan anlayacağınız üzere) kurduğum iletişimin şöyle bir hedefi var aslında; “ben şehirle iletişimi sadece havaalanından eve, evden havaalanına giderek kurmak istiyorum dolayısıyla bunu şuanda pek gerçekleştiremiyorum…

Son olarak sizi en çok etkileyen hayvan hangisi ve neden?

Bu pek sürpriz olmaz kimse için…

Dünyada üstüne en çok söz söylenmiş, film çevrilmiş, en çok efsane olan, kitap ve şiir yazılmış hayvan kaplandır. Ben de en çok kaplanlardan etkilenirim. Çok zor görülürler, hipnotiktir bakışları, gözlerinizi alamazsınız…

Harika bilgiler için teşekkür ediyorum ve son söz kaplanı öykülerinde güç ve güzellik düşüncesi olarak değerlendirmiş olan Borges’ den gelsin diyorum;

“Zaman beni sürükleyen bir nehir ama nehir benim
 Beni parçalayan bir kaplan ama kaplan benim
 Beni tüketen bir ateş ama ateş benim
 Evren ne yazık ki gerçek ben ne yazık ki Borges’im”


Hafiflemiş olarak çık yolculuklara, ilkbahara yalın ayak gir, sonbahara dek unut pabuçlarla yürümeyi. Hiç bilinmeyen yollara dal, bilmediğin yerlere git, riske girmekten korkma. Tadını çıkar gün ışığının ve yapmak isteyip de şimdiye kadar yapamadıklarının...

Sağlık ve seyahatle,

PINAR TOK

www.suhaderbent.com





































W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

Gülümse...

Gülümse...
Dünya tüm yanılsamaların merkezine koyar seni, büyü diye...

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Bu Blogda Ara

Translate