YAŞAMINI KAÇIRMA!

By | Perşembe, Ekim 31, 2019






Mücadele ile geçen hayatlarımızda en önemli zannettiğimiz şeyler için deli gibi koştururken en çok önemsememiz gereken sağlığımızı bir şekilde ihmal ediyoruz. İşlerimiz hep çok yoğun! Konuşmayı, sohbet etmeyi unuttuk. Oysa sosyal medyada biraz dolaştığımızda görüyoruz ki aslında o yoğunluğu biraz da bizler yaratıyoruz.. Zamansızlıktan şikayet ederken, paylaşımları asla ihmal etmiyoruz ama sağlığımızla ilgili bir durumu sonraya bırakabiliyoruz.

Bu röportajın benim için ayrı bir önemi var ve eminim bir çok kişi için de oldukça önemli ve özel olacaktır. Bu hassas konuyla ilgili hemen hemen herkesin bir hikayesi, kaybı ve acısı var. Bir hasta yakını olarak, canım annemin hastalık süreci boyunca deneyimlediğim birçok durumun sonucunda söyleyebilecek çok fazla sözüm olsa da özet geçerek şunu belirtmek istiyorum; inanınca en umutsuz anlarımızı umuda, en mutsuz anlarımızı mutluluğa, en zor anlarımızı eğlenceli bir duruma çevirebiliyoruz. Olumlu düşünmek, sana iyi gelen insanlarla iletişimde kalmak, seni yoranları hayatından elemek ve en önemlisi çevrende kimin gerçek kimin sahte olduğunu anlamak bu zorlu sürecin en güzel farkındalıklarını oluşturuyor.

Hayat fırtınanın geçmesini beklemekten ziyade o fırtınada nasıl dans edeceğini öğrenmeni gerektirecek kadar kısa ve karmaşık. Emin ol bu zorlu yolda yürüyen herkes ilk önce kendisini sonra sevdiklerini sonra da gerçekten hayatta kendisi için nelerin önemli olduğunu çok değerli bir farkındalıkla keşfediyor. 

Şimdi söz, içinde yaşayıp biriktirdiklerini paylaşman için en doğru kişilerden birinde. Dilerim pozitif ışığı yolunu aydınlatır, umut olur... 



Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Nazlı Merey, Koç üniversitesi hastanesinin onkoloji bölümünün klinik psikoloğuyum. Departmanımızda hasta ve hasta yakınlarına destek veriyorum. Şubat 2019'dan beri burada çalışıyorum. Bilgi üniversitesinde yüksek lisansımı yaptım daha sonra Amerika'da Johns Hopkins Üniversitesi'nde sağlık yönetimi üzerine ikinci bir uzmanlık yaptım. Bir sene kadar cezaevi projesinde çalıştıktan sonra üniversite öğrencileriyle Koç Üniversitesi rehberlik servisi'nde çalıştım.

Neden bu meslek?
Esasında ben üniversiteye girdiğimde siyasal bilgiler okuyordum, daha sonra seçmeli ders olarak bir arkadaşım psikoloji alıyordu ve çok seviyordu. Ben de seçmeli olarak psikolojiyi aldım ki zaten o günlerde siyasal bilimler okumayı hiç istemediğimi fark etmiştim. Psikolojiyi sevince bu alanda devam etmeye karar verdim. Yazın stajlar yaptım, bir pedagogun yanında yapmıştım. İki sene kadar da Çapa'nın psikiyatri departmanında staj yaptım.

Cezaevinde Profesör Dr. Kültegin Ögel hocanın bir projesinde çalıştım. Madde bağımlılığı olan hükümlülerle çalışıyorduk. Onlara haftalık bir gurup psikoeğitim programı uyguluyorduk.

Sonuç alıyor muydunuz, oldukça zor bir süreçti sanırım...

Evet, alıyorduk tabii, çok önemli bir deneyim oldu benim için. Cezaevi hem aileler hem de hükümlüler için zor bir yer. Bizim guruplara isteyen gönüllü olan hükümlüler katılabiliyorlardı ve çok faydalandıklarını söylüyorlardı. Özellikle madde isteği geldiğinde  o duyguyla nasıl başa çıkacaklarını, cezaevinden çıktıktan sonra tekrardan madde kullanımına geri dönmemeleri için neler yapılabilir gibi konularda çok öğretici oluyordu.


Daha sonra, benim hep aklımda sağlık psikolojisine geçmek vardı, hatta tezim de menopoz ve depresyon üzerineydi. Koç üniversitesi hastanesi onkoloji bölümünde böyle bir pozisyon açılınca hemen müracaat ettim ve başladım.

Gelelim hasta ve hasta yakınlarının yaşadıklarına, bir kanser hastası ne yaşar?
Kanser, adı dolayısıyla tanı konulduğu zaman hasta ve hasta yakınlarında bir kriz ve travma yaratır. Bu birinci evrede, en masum diyebileceğimiz tedaviye cevap veren bir türde bile olsa bir kriz yaratır. İlk başta kişi bir şok ve inanamama sürecine girer. Sanki başından aşağıya kaynar sular indi gibi, altından yer oynadı gibi anlatır bazı hastalar. Daha sonra, bu şokun yanında bir süre inanamama, sanki bu başkasının başına geldi, sanki bir buluttayım ve her şeye dışardan bakıyorum veya bazıları der ki , "hissizleştim, duygusuzlaştım"... Gün içinde biriyle konuşurken ve gülerken birdenbire ağlamaya başlayabilir, yavaş yavaş uykular bozulabilir ki bu beklenen normal bir adaptasyon sürecidir ve sonunda kişi kabullenme aşamasına geçer. 

Bu kabullenme ne kadar sürer?
Kimisinde bir hafta sürer kimisinde iki ya da üç aya kadar uyum sürecine geçilebilir. Bu kişiden kişiye göre değişir. Bu süreçlerde ciddi anlamda iş vs. günlük hayatta kayıp yoksa uykular çok bozulmamışsa, duygu durumu çok aşırı oynak değilse, ozaman bir bekleriz. Hemen bir psikiyatrik ilaç için yönlendirmeyiz. 
Bazı kişilerde ise bu süreçte depresyon, kaygı bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlıklar da gelişebiliyor. Kanser hastalarında depresyon görülme oranı, normal popülasyondan iki kat daha fazladır veya daha önce psikiyatrik bir rahatsızlık geçirdiyse bu süreçte alevlenebilir veya semptomlar artabilir. 


Peki, neden bazı insanlar tedavi sürecini çok daha rahat, uyumlu daha morali yerinde geçiriyorken, bazıları depresyon, kaygı bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlık süreçlerine giriyorlar?

Bunun birçok faktörü var. Birincisi, kanser kaçıncı evre ve hangi organda. Dördüncü evre metastaz yapmış pankreas kanseri ile ikinci evre bir meme kanseri tabii ki de aynı etkiyi aynı tehdit algısını uyandırmayacaktır kişilerde. İkincisi, kişinin yaşı ve hayatının hangi evresinde olduğu. Bu kişi 80 yaşında, hayatına geri dönüp baktığında, “ ben dolu dolu iyi bir hayat yaşadım diyen bir kimse mi yoksa 30 yaşında iki küçük çocuk annesi mi veya evini geçindiren bir baba mı? Hayatının hangi sürecinde ve rollerinin ne olduğu çok etkiliyor süreci. 

Bunun dışında, geçmişte bir psikiyatrik rahatsızlığının olup olmadığı da çok etkili oluyor bu sürece. Üçüncüsü, kişilik özellikleri. O da çok büyük bir etken. Tüm bu faktörler hastanın o süreci nasıl geçireceğine dair ipuçlarını biraz veriyor bize. Biraz da yolda, bu süreçte görüyoruz. Kanser öyle bir rahatsızlık ki, tanıyı aldıktan sonra İngilizce ‘de "cancer journey" denilen yani kanser yolculuğudur. Çünkü aynen bir kervan yolculuğuna çıkarsınız, bu kervan yolu inişli çıkışlı olabilir. Hasta ve hasta yakınları daha önce hiç tecrübe etmedikleri bir sürece girerler. Beklenmedik durumlar ile karşı karşıya kalabilirler. Bazı durumları doktorlar da her zaman önceden kesin olarak öngöremeyebiliyorlar çünkü her hastada farklı etkiler olabiliyor. Dolayısıyla hastalar zaman zaman hazırlıksız yeni durumlara maruz kalabiliyorlar.

Bu kervan yolu kendi içinde inişli çıkışlı olabilir. Tanı zaten bir krizdir, tedavi süreci kendi içinde başka minik krizleri barındırabilir. Örneğin, saçların dökülmesi, özellikle kadın hastalarda bu kendi içinde bir krizdir. Zaman zaman tedaviye bağlı hareket kaybının olması, bu da kendi içinde extra bir kriz yaratır. Bağırsak kanseri olan hastaların bir kısmında takılan stoma torbası ve buna adaptasyon, bu da kendi içinde bir kriz yaratabilir. Bu sürecin bir zor tarafı da belirsizliğidir. Kişi ve yakınları sürekli kafasında, " evet ben bu tedaviyi alıyorum ama petim nasıl çıkacak diye sürekli bir endişe sürekli bir belirsizlik halindedirler. Bunlar çok zorlayıcı faktörlerdir. Diğer bir stres faktörü, finansaldır. Maliyetli bir tedavi olabiliyor. Aile veya toplum içindeki rollerde sarsılma olabiliyor, belki kişi işine gidemeyecek duruma veya ev işlerini yapamayacak duruma geliyor. Tüm bunlar, ister istemez ciddi stres faktörleri yaratıyor. 

Bu dönemde hastaya verilecek sosyal destek çok çok önemli. Benim hasta yakınlarına en çok söylediğim şey, tabi ki de orda olmanız yanında olmanız hastaya iyi hissettirir ama özellikle çevrenizde de hastanın hayatını kolaylaştıracak şekilde yardımcı olmaya çalışın. Yani, iş yükünü paylaşın, iş yükünü üzerinden alın ki zaten bazı durumlarda buna mecbur kalına biliniyor.

Hasta yakınları hastaya nasıl davranmalılar?
Hasta yakını olarak, eşi olarak, çocukları olarak veya belki akrabaları olarak ona ev işini yapmada yardım etmek, onun hayatını kolaylaştırmaya yönelik çalışmak önemli. Bir de kendisini rahat  ifade edeceği ortamı oluşturmak çok önemli.

Hastalıktan konuşmak hastayı olumsuz etkiliyor mu?
Bu hastadan hastaya değişir, kimi hiç konuşmak istemez ve buna saygı göstermek gerekir. Kimisi de sürekli anlatmak ister. Hatta bu süreçte ilgiden beslenebilir bile. Bizim toplumumuzda, "aman halini hatırını sorayım, ayıp olur " endişeleri oluyor. Ama bir kişinin tedavi sürecini günde on farklı kişiye anlatmak zorunda kalması kolay bir şey değil. Bu yüzden yakınınızın hastalıktan konuşmak istememesine saygı duyun ve bir hasta yakını olarak bir whatsapp gurubu kurarak birçok insanı oraya ekleyerek, "her seferinde anlatmak zor oluyor, gidişatı buradan takip edebilirsiniz" diyerek çözümler üretebilirsiniz. Bu süreçte hastalara diyorum ki, "bencil olacaksınız, ona ayıp olur ona bilmem ne olur, ay o alınır diye" yapmayın, Zaten karşı tarafın buna saygı göstermesi gerekir. Hasta, "kusura bakmayın, kişisel almayın ama kendimi iyi hissetmiyorum, ziyaretçi kabul etmiyorum" demelidir. 

Hasta yakını olarak hayatımızdan vazgeçtiğimiz noktalara gelebiliyoruz. Bunun hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Hasta yakını olarak, ayaktan kemoterapi tedavisi görüp işine giden bir hastanın yakını olmak farklı, 7/24 bakım ihtiyacı olan bir hastanın yakını olmak biraz daha farklı. Zaten hareket kabiliyeti olan, hayatına devam eden bir hastanın yakını olarak hayatına devam edebilir bu süreçte. O zaman daha kolay oluyor. Bazı dönemlerde, ileri safha kanser hastalarında, hasta yakınları işlerinden, özel hayatlarından, sosyal hayatlarından ellerini ayaklarını çekip bütün hayatlarını hastaya verebiliyorlar. 
Bakın kimse 7/24 bir insana bakım veremez, bazı mecburiyetler olabilir ama benim hasta yakınlarına söylediğim , o kadar çok hastaya odaklı olur ki bazen insan, kendini unutur, kendine bakmayı unutur ve bu çok tehlikelidir. Uçaklarda olduğu gibi, "tehlike anında oksijen maskesini önce kendine sonra çocuğuna tak" derler ya bu çok önemlidir. Burada sadece hastalar değil, hasta yakınları birçok duyguyu beraber yaşarlar. Belirsizlik vardır, kaygı ve endişe vardır, rutin hayatından kopmuştur. Bunun getirdiği bir gerginlik vardır. Suçluluk hisleri çok duyulur, vicdan yapma duygusu vardır. Bunun dışında, hep kendinde bir baskı hisseder, "aman kendimi kötü hissettiğimi hastaya belli etmeyeyim sonra daha kötü olur" gibi. Bir süre sonra da hasta yakınlarına duygularını bazı yakınlarıyla paylaşmak iyi gelebilir, bazen de onlar öyle bir dünyanın içine dalmışlardır ki dışarıdakiler zaten bunu anlamaz, anlayamaz diye uzaklaşmış da hissedebilirler arkadaşlarından vs. Burada hasta yakınlarına her zaman diyorum ki, temel bakımınızdan asla taviz vermeyeceksiniz, uykunuzu uyuyacaksınız, yemeğinizi zamanında yiyeceksiniz, doktor kontrolleriniz varsa zamanında gideceksiniz. İkincisi, çevrenizden, kardeşinizden, akrabalarınızdan yardım isteyeceksiniz!

Bazı hastalar, özellikle hastalığın ileri seviyelerinde ve yaşları da ilerlediyse bu süreçle başa çıkarken birazcık çocuksu tavırlar sergileyebilirler. Sanki o hastaya bakım veren kişiyle ilişkisi, tıpkı anne çocuk ilişkisine dönebilir. Onu asla bırakmak istemeyebilir, bıraktığı zaman bazen hasta yakını suçluluk hisseder çünkü karşı taraf sürekli 7/24 yanında ister onu. Bu tip durumlarda evet zor ama hasta yakınının ne kadar kendini iyi hissederse o kadar hastaya destek olabileceğini bildiği için birazcık suçluluk duygularını şu şekilde sorgulamalılardır;


" Ben bana düşeni yapıyor muyum, neler yapıyorum, eksik olan ne var?" Bunların analizini yaptıktan sonra, karşı taraf " beni bırakma" dese bile bunu başka biriyle paylaşarak bu süreçte kendi hayatına da dönmeye çalışması lazım. Bu fark etmez, gün içinde bir saatlik yürüyüş de olabilir, yarım saatlik bir arkadaşla kahve içmek de olabilir. Eğer hastanın sürekli birinin yanında olmasına ihtiyacı varsa, onu ayarlayıp, bir komşudan, akrabadan destek isteyip  mutlaka ama mutlaka evden çıkın ve uzaklaşın. Kendinizi hasta ve hastalık dışında bir şeye verin. Bunu evden çıkarak yapamıyorsanız bile başka bir odaya girip meditasyon yapabilirsiniz, bir dizi seyredebilirsiniz... Bunları yapın yoksa bir süre sonra bu durum hasta yakını tükenmişliği sendromuna sokabilir sizi. Hasta yakınının kendisine hem fiziksel olarak hem ruhsal olarak iyi bakması çok önemlidir. Hastayı terk edin demiyorum sadece, annesi işe giden çocuk gibi davranmasının önüne sınır koyun.

Mesela yaşı ileri erkek hastalarda daha çok gördüğümüz bir durum vardır. Tüm bu süreçteki sıkıntılarını kimseye ifade etmeyi tercih etmezler ama bu sinir ve öfkede artışa neden olur. Bu öfkede artış daha çok hastanın en yakınlarına yansır. Özellikle eşlere yansır. O yüzden bunu her zaman kaldırmak da kolay olmayabilir. Çünkü hasta yakını onu daha da üzüp sıkmamak için ona cevap vermek istemez ama sürekli yanınızda sinirli birinin olması kolay değildir. Bu tip durumlarda da hasta yakınlarına gün içinde, "kendinize iyi gelecek bir şey yapın" diyorum.

Peki, çocuğu hasta olanlar için neler söyleyebilirsiniz?
En zor şey de bu olsa gerek. Özellikle de şimdi kanser rahatsızlığına çok güzel tedaviler oluyor, çok güzel geri dönüşler alınıyor ama herkes her zaman o kadar da şanslı olamayabiliyor. Maalesef ölümle sonuçlanan vakalar da oluyor. Bir anne ve baba için hayattaki en büyük acıdır bu. Bu süreçte aynen diğerleri gibi destek istemekten çekinmemeliler.
Çok doğal olarak bu süreçte hasta yakınları çok fazla korumacı olurlar. Hâlbuki bırakın hasta, yapabildiği şeyleri yapmaya devam etsin. Çocuklar, oyun oynamak istiyorlarsa oyun oynasınlar. 

Çocuklar birbirlerine acımasız olabiliyor ve bu süreçte saçları dökülen çocuklar oyun arkadaşlarından uzaklaşabiliyor, bu konuda ne yapılabilir?
İstemiyorsa çocuğu asla zorlamayacaksınız. Hastanelerin veya onkoloji derneklerinin düzenlediği paylaşım ve destek gurupları olabiliyor, kanser sürecinde olan çocukları bir araya getiriyorlar ve çocuklar birbirlerini daha iyi anlayabiliyorlar. Bunları araştırıp  katılmak çok önemli.
Ayrıca mesela ben hastanemizde bu sene kasım ayında meme kanseri paylaşım gurupları başlatacağım. Haftanın bir günü Koç Üniversitesi Hastane ‘sinde  gerçekleşecek. Ocak ayından sonra da, hasta yakınları için bir açık gurup açmayı düşünüyorum. Böylece hasta ve hasta yakınları, bu süreçte kendilerini en iyi anlayacakları, aynı deneyimden geçen insanlarla oluyorlar. Sorunlar benzer oluyor, bunların nasıl çözüleceği ile ilgili birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Bu süreçte yalnız olmadıklarını, içinde bulunduğu süreçleri başkalarının da yaşadığını görmek çok daha iyi oluyor. Dolayısıyla bu gibi topluluk ve derneklere katılmak oldukça etkili olabiliyor.

Sizin unutamadığınız, yüreğinize dokunan örnekleriniz var mı bu süreçlerde?
Bazı kaybettiğimiz hastalarımız oldu, en çok onlar dokundu diyebilirim. Ben de bir var oluşsal sorgulama döneminden geçtim. Hayatın esasında ne kadar belirsiz ve kontrol edilemez bir şey olduğunu gördüm. Ne kadar kâğıt üzerinde okusak da birebir yaşamış oldum. Hayattaki adaletin, adaletsizliğin anlamını sorguladım. Bütün bunları sorgulattı bu süreç bana. Özellikle ilk başladığım aylarda, üst üste kaybettiğimiz genç hastalar üzerine ben de bir süreçten geçtim.

Hastalarda bazen yakınlarına karşı suçlamalar olabiliyor mu? Mesela eşler birbirlerine "senin yüzünden oldu" diyebiliyorlar, örnekleri oluyor çevremizde. Siz ne düşünüyorsunuz?
Tabi ki de buradaki söylemde bilimsel hiçbir şey yok. "Senin yüzünden oldu" diye ağır bir cümleyi yakınlarına yüklemelerinin altında başka bir neden vardır diye düşünüyorum. Mutlaka geçmişe bakmak lazım çünkü bu çok ağır bir itham. Karşı tarafı böyle bir ithamda bulunarak ağırlık altında bırakmak çok zor bir durum.

Böyle bir duruma maruz kalan kişi nasıl davranmalı hastaya?
Sakin oldukları bir dönemde bunu mutlaka konuşmak ve çözmek gerekiyor. Ona, "neden böyle düşündün, ne oldu, neler yaşadık biz, ne farklı olabilirdi..." gibi sorular sorarak karşılıklı oturup bir analizini yapmak gerekiyor bu durumun. Karşılıklı atışmalar daha çok çıkmaza sürükler. Belki de bu süreç bütün birikmiş sorunları çözmek için bir fırsat olabilir.
Bu rahatsızlığın zor bir tedavi süreci var. Birçok insan bildiğimiz gibi tedavi olup hayatlarına dönebiliyorlar ve tüm zorluklarına rağmen birçok kişide, birçok hasta ve / veya hasta yakınlarında olumlu bir durum oluşturabiliyor. Biz buna travma sonrası büyüme deriz. Bu özetle şu demektir; öldürmeyen acı güçlendirir. Çünkü insan hayatında var oluşunu sorguladığı bir durumla baş başa kaldığı için tekrardan hayatını gözden geçirir. İlişkilerini, bu hayatta nerde durduğunu, ne yaptığını gözden geçirir ve bundan sonra ayrı bir olgunluk kazanıp hayata daha bir anlamlı bakmaya, daha içinden geldiği şekilde yaşamaya başlar.

Adeta krizden fırsat gibi bir durum oluyor değil mi?
Aynen öyle. Genellikle de bir kişinin bunu anlaması ve yaşaması için bu hastalık gibi var oluşunu tehdit edebilecek bir durumda kalması gerekiyor. Bu bir hastalık olabilir, ciddi bir iflas olabilir, zor bir kaza geçirmiş olabilir, birinin kaybı olabilir vs. Açacağım gruplarıma özellikle bundan da bahsedeceğim. Bütün hastalarıma son kemoterapilerini aldıkları zaman her zaman şunu sorarım; lütfen ilk günkü halinizi gözünüzün önüne getirin, bu süreç size ne öğretti, ne değişti hayatınızda?" . 

Genelleme yaptığımızda nasıl bir geri dönüş oluyor?
Şöyle diyorlar; "Nazlı hanım kim dostum, kim düşmanım öğrendim. Hayatta ne kadar abuk sabuk şeyleri kafama takıyormuşum, bundan sonra çok daha dolu dolu yaşayacağım, hayatı asla ertelememek gerekiyormuş, ufak tefek şeylere mesela kilo almama takardım, çocuğumun boşanmasına takmıştım, bunlar meğer ne kadar da önemsizmiş, kendim için yaşayacağım artık" gibi...

Bir darbe yemeden öğrenemiyor insan bunları değil mi?
Aynen, biz bir girdabın içinde gidiyoruz hayatta ve zannediyoruz ki her günümüz belirli. Hâlbuki hayatın bir gerçekliği de esasında belirsizliğidir ve kimin başına ne zaman ne geleceğinin belli olmamasıdır.

Kendinize bir soru sorun dediğimde, "onkoloji departmanında çalışmak sizi nasıl değiştirdi?" diye kilit bir noktaya parmak bastınız. Nasıl değiştirdi?
Bu alanda ben farklı genel psikiyatri polikliniğinde çalıştım, üniversitelerde üniversite öğrencileriyle çalıştım, ceza evinde çalıştım, farklı popülasyonlarla çalıştım ama onkoloji çok farklı bir yer. Çok hayata dair bir yer ve çalışan kişiyi de gerçekten bir hayat sorgulamasına sokan çok olgunlaştıran bir yer. İlk başladığım döneme göre alışmam çok kolay olmadı. Kurum ya da ekipten dolayı değil. Onkolojide bir takım hastalar tedaviye çok güzel cevap verirken, birtakım hastalarımızı da kaybetmek kolay bir şey değil. Bu süreçte beraber yürümek her zaman çok kolay olmuyor. Dolayısıyla beni çok olgunlaştırdı bu süreç.

Hiç pişmanlık hissettiniz mi "keşke bu bölümü seçmeseydim" diye?
Hiç... Uzun vadede sürekli onkolojide kalır mıyım? Muhtemelen kalmam çünkü sağlık psikolojisinin farklı alanlarını denemek istiyorum. Burası gerçekten çok özel bir yer. İnsanı kendi kendine sorgulatan, çok hayatın içinden ölümle yüz yüze olduğunuz bir yer. 

Hayata dair söylemek istediklerinizle bitirmek istiyorum...
Bu departmanda çalıştığımdan beri benim de öğrendiğim bir şey; gerçekten hiçbirimiz yarın nerede, ne zaman, nasıl, ne olacağımızı bilmiyoruz o yüzden tabii ki de geleceği düşünerek ama bir yandan da bulunduğumuz anın keyfini yaşamaya bakalım. Bu hayatta benim için ne önemli? Bana iç huzur getirecek ne var? İç huzurumu bozan ne var? Ben neyi değiştirebilirim... Değiştirebileceğiniz şeyleri değiştirmek, değiştiremediğimiz şeyleri de kabul edip bakış açımızı değiştirmek diyebilirim.

İyileşmek için arzu, daima sağlığın yarısı olmuştur. Amaç mücadeleye odaklanmak ve asla pes etmemek olmalıdır. Şu kısacık hayatlarımızda hiç kimse ve hiçbir şey için üzülmeye değmez. Kimse senden değerli ve önemli değil. 

Sağlıkla,

PINAR TOK


W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

Gülümse...

Gülümse...
Dünya tüm yanılsamaların merkezine koyar seni, büyü diye...

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Bu Blogda Ara

Translate