MİDYE' DEN İĞNE'YE

By | Pazar, Aralık 13, 2015
Kıyıköy





"Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe, yeni okyanusları keşfedemezsin..." cümlesinin gazıyla, hafta sonu trafiğini çekip stresle gezmektense, doğaya ve tarihe kısa bir yolculuk yapmak için İstanbul' a 160-170 km kadar yakın olan ve daha önce görmediğim Kıyıköy' e gitmeye karar verdim.

Kıyıköy; antik çağlardan bu yana yerleşim merkezi olan Trakya' nın  karadeniz sahilinde, Kırklareli' nin vize ilçesine bağlı bir belde. Eski sakinleri rum olan ve ismi de rumca midye olan, tarihi bir Trakya köyü. Şimdiki yerli halkı, Balkan savaşından sonra Selanik' den göç edenlerden oluşuyor. İlk gelenler, o zamanki adı midye olan ve yaşayanların çoğu rum olan kasabaya kabul edilmemiş ve kasabanın aşağısında, ovada çadırlarda kalmış ancak mübadeleden sonra Türk halkı kasabayı terkeden rumların evlerine yerleşmişler.

Günübirlik gidilebilecek, harika manzaralara ve şirin restoranlara sahip sıcacık bir köy. Günübirlik gidilebileceği gibi tek gecelik konaklamalar için de uygun ama daha fazlasını düşünmemek lazım eğer düşünürsen kesin depresyon belirtisi :) O kadar sakin ve sessiz ki yanına bilgisayardan ziyade bir fotoğraf makinası ve kağıt kalem alman daha uygun olur. Bu köy sana kitap bile yazdırabilecek güçte bir enerjiye sahip.


Balığı güzel, rüzgarı bol bir köy burası. Tarihin gelmiş geçmiş en üşengeç köpekleri de burada yaşıyor. O kadar üşengeçler ki, mesela  arabanı parkedeceğin yere denk geldiyse, köpeği olduğu yerden kucaklayıp başka bir yere bırakman gerekiyor aksi takdirde öylece sen köpeğe köpek sana bakar durursun. Köyün girişindeki tarihi surlar bir ara restore edilmiş ve maalesef tüm orjinalliği yok olmuş. Çok sırıtıyor lego gibi aynı... Köyün iki yanı dere, İstanbul' a doğru olan kısmı aşağı dere, Bulgaristan' a doğru olan kısmı ise yukarı dere. Yukarı dere, gerçekten görülmeye değer, benzersiz bir güzellik. Burada sandal kiralayıp nilüferlerin arasında dolaşabilir, kendini bir masaldaymışsın gibi hissedebiilirsin.
Sabah kahvaltısı için gidersen ki kesinlikle tavsiye ediyorum, gireceğin mekanlarda sen çay söylerken o saatte rakısını içen güler yüzlü ve fosfor gözlü insanlarla karşılaşman olası o yüzden "bu neyin kafası" deme, uyum sağla:) Benim kahvaltı ederken dikkatimi en çok çeken şey manzaradan önce, restoranın duvarındaki Atatürk portresi ve hemen yanında duran 09:05 ' e sabit ayarlanmış duvar saatiydi. Gerçekten mekanın (Saklıbahçe) sahiplerini bu ince ve anlamlı düşüncelerinden dolayı tebrik ediyorum...

Dağ ve deniz havasıyla bütünleşmiş bu köyde özellikle bu mevsimde yerli yabancı hiç turist yok, en tenha zamanları. Bomboş kumsalında yürüyebilir, öylece bakıp dalgaları seyredebilirsin. Susarak konuşmanın en güzel adresi. Benim yaptığım gibi telefonunu da kapatırsan tam anlamıyla hakkını verebilirsin manzaranın.

AYA NİKOLA MANASTIRI

VI.yy. Justiyen dönemine ( m.s. 527-565) ait olan, kaya manastırlarının en iyi örneklerinden Aya Nikola. Kayalara oyularak oluşturulmuş ve zemin katı kilise, daha aşağıda bulunan kısmı da ayazma. Keşişlerin dinlenme ve ihtiyaçları için hücreler de bulunuyor. Manastır, Kıyıköy'de denizden yaklaşık 1-2 km içerde yer alıyor. Söylentiye göre denize ve yakınlardaki diğer bir kaç manastıra yer altından bağlantıları var.

Dolaşırken büyülendiğim, sonrasında her duvara aşık olduğu kızın ismini yazmayı görev edinen yurdum insanının muhteşem ! eserleriyle kendimden geçtiğim bir manastır... Yahu sen oraya isim yazacak kafadaysan neden tarihi bir yer seçiyorsun? . Git zeka seviyene uygun yerleri seç de böyle tarihi eserler senin gibiler yüzünden büyüsünü kaybetmesin. Bekçisi de ayrı bir yalnızlık kafasında ki, kurmuş sofrasını manastırın önüne, çay kahve artık Allah ne verdiyse...

Manastırın karanlık kısımlarında yürürken çok dikkatli ol derim çünkü merdivenlerin bitimindeki suyu farketmezsen "aaaaa harika burada da fotoğrafımı çek hemen" cümlenle, sen de tarihin önemli bir parçası olabilirsin.

Tamam her şey süperdi, doğaldı, sustum, seyrettim, fotoğraflar çektim, tarihi ve doğayı damarlarımda hissettim ama öylece saatlerce duramadım temiz hava zihnimi açtı ve birden bire aklıma, bu köye yakın olan İğneada' yı ve subasar (longoz) ormanlarını da görmek geldi. Hazır gelmişken, 97 km daha ileri gidebilirim diye düşündüm. Keşke düşünmeseydim:) Yollar o kadar virajlı ki, o 97 km oluyor sana 297! Ya sabır çeke çeke vertigo olma ihtimalinin stresiyle dönüp duruyorsun yolun sonunda bir cennetle karşılaşacağını umarak....




Sonunda İğneada' dayım.....

Trakya' ya yaklaşık bir milyon yıl önce geldiği tahmin edilen ilk insanlar bu bölgedeki mağaralarda yaşamışlar. Tunç çağı demir çağı dönemlerinde. O dönemlerden bu yana da çok fazla yol katedilmemiş sanırım çünkü büyük umutlarla geldiğim İğneada' dan, kumsalında bir kaç fotoğraf çektikten hemen sonra kaçmak istedim:) Yapacak, oturacak hiç bir yer yok derken bölgenin en medeni binasını gördüm ve oraya doğru koşmaya başladım. Şaka bir yana, İğneada resort bölgenin en oturalısı yeri. Görünce o kadar sevindim ki otelin lobisinde kahvemi yudumlarken kumsal manzarasında başladım yazılarımı yazmaya... Otel zaten bölgede tek. Öyle büyük beklentilerle gidersen normal olarak otele de sahradaki su muamelesi yaparsın ama gerçekten güzel, uçsuz bucaksız  kumsalın dibinde ve manzarası da harika.

Şifacı Longoz


Çok duydum ismini, şanını, şifalarını... Longoz ormanı, dağ, deniz, göller, temiz hava, biyolojik çeşitlilik, yabani hayat, kum tepecikleri, balıklar, ormanda bulunan şifalı bitkiler, sessizlik, göçmen kuşlar fibi eko- turizm için gerçekten önemli bir potansiyel. Meşhur longoz balından almayı sakın unutma, oldukça şifalı olduğu söyleniyor. Çeşitli bitkilerden elde edilen bu balın geldiği Longoz ormanları, Yıldız (Istranca) dağları'ndan Karadeniz'e doğru akan derelerin beslediği Erikli, Mert ve Saka göllerinin, önlerindeki kumul dolasıyla ilkbaharda fazla gelen sularla şişerek geriye doğru taşması ve düz araziyi kaplaması sonucunda oluşmuş. Kış ve ilkbahar aylarında tamamen sularla kaplı olan, yaz ve sonbahar aylarında ise suyu çekilen bu ormanlar oldukça çeşitli, yararlı bitki ve ağaçlardan oluşmakta. Trekking turları için önemli bir bölge... En tenha kış ayında bile trekking den dönen bir sürü spor sever vardı.

Gerisini fotoğraflarda görebilir, yazdıklarımı gidip yerinde yaşayabilirsin. Bir kere de olsa gidip görmene değer. İstanbul'un karmaşasından sıkılmayanımız yok. Bu yüzdendir ki hepimizin dilinde aynı şarkı; "ordaaa bir köy var uzaktaaa, ooo köööy bizim köyümüzdüüür..." 

Gitmedim, görmedim deme... 

"SEYAHATİN ÖNÜNDEKİ TEK ENGEL KAPININ EŞİĞİDİR " demişler.... ;) Yeni yerlere, yeni keşiflere!

Sevgiyle,
PINAR TOK











































İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

Bu Blogda Ara

Translate