The Latest

pinarstyleblogspot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pinarstyleblogspot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster




Çekilen acılar, dağılan aileler, travmalarla büyüyen çocuklar, aile içi şiddet, kadın cinayetleri. Birkaç gün dağılıp ağladığımız ve sonrasında normal hayata dönüp alıştığımız haberler zinciri...Ya geride kalanlar? Birkaç günde normale dönüyor mu onların da hayatları? Bu haksızlık bu bencillik değil mi? Bunu yaşayanlar hangi psikolojiyle devam edebilir hayatlarına, hangi ceza telafi edebilir bu acıyı? Evden uzaklaştırmalar, acil durum butonları yeterli mi bu insan dışı varlıkları engellemeye?

Tüm bunları çok başarılı bir ceza avukatı olan sevgili Ali Rıza Dizdar ile konuştuk. Kalplere dokunacak iki örnek davayı örnek göstererek bu konulardaki fikirlerini, çözüm önerilerini bizlerle paylaştı... 

Geçmişte benim bir davam vardı. Bu davalardan bir tanesi Karadenizli Emine' nin davasıydı. Karadenizli Emine, müthiş bir kadındı. Karadenizli Emine'nin kocası, Ümraniye sırtlarında çobanlık yapıyor. Bu ailenin içinde ismi bende kalsın, birisi var ki, son derece kötü bir insan. Bütün kadınlara sarkıyor. Bütün kadınların evlerine gidiyor, onlara zorla cinsel tecavüzde bulunuyor. Nitekim, Emine'ye de bir gün tarla içinde tecavüze yeltenince Emine bunu dövüyor ve kovuyor. Fakat adam o kadar yüzsüz ki, bir gün Emine'nin kocası dağdayken Emine'nin evine geliyor. Emine bakıyor ki olacak gibi değil, çocuklar içeride yatıyor ve adam da Emine'ye sarkıntılık yapacak. Emine diyor ki; 

"Tamam bak çocuklar uyanacak, gürültü yapmayalım. Ben gideyim sen soyun beni bekle. Ben geleceğim çocuklara bakıp. "

Emine dışarı çıkıp çekmeceden silahı alıyor. Geri döndüğünde, adam soyunmuştur. Emine o anda adamın göğsüne 4 kez patlatıyor silahı. Silahı patlatınca, Emine hemen küçük çocuğunu sırtına alıyor ve jandarmaya gidiyor. 

"Ben geldim" diyor Emine , "N....'yi  öldürdüm" diye ekliyor... Jandarma inanmıyor, nasıl öldürdüğünü soruyor. Sülaleye bakıyorlar, Emine'nin bir dayısı var mesela kaptan, müthiş bir adam ( kinaye yapıyor). Yani eşkıya!  Onun yaptırdığından şüpheleniyorlar. Emine'nin silah kullanabileceğine ihtimal vermiyorlar. Emine diyor ki" yahu koysanıza şuraya (Üsküdar jandarmanın bahçesi) bir şişe, verin bana silahı da mermiyi de..." diyor. Jandarma halen inanmıyor ve 25-30 metre kadar uzağa bir şişe koyuyor ve Emine'ye silahı veriyor. Emine tek atışta şişeyi ortadan bölüyor. O zaman anlıyorlar ki Emine bu işi yaptı. 

Emine'nin avukatlığını aldım. Müthiş bir kadındı. Seve seve yüklendim ve aldım. Emine'nin avukatlığını aldıktan sonra, Emine meşru müdafaa sınırlarını aşmaktan dolayı ceza yedi. Kocası her gün gitti onu ziyaret etti....

Ben bir bu davayı hatırlarım derinden etkilemiştir beni, bir de , hemşehrim olan Aslan diye bir adam var. Eşi ve çocukları var. Aslan bir gün karısına diyor ki, benden boşanacaksın. Kadın da nedenini soruyor. "Başka bir kadın sevdim ve onunla evleneceğim" diyor. Ne yapsın kadın, boynunu büküyor ve kabul ediyor boşanmayı. Boşanıyorlar ama "burada oturacaksın" diyor. Aslan ikinci kadının yaşadığı şehre gidiyor geliyor. Günün birinde diyor ki boşadığı karısına, "kadını bu eve getireceğim, başka şehre gidip gelmek bana masraflı olmaya başladı ve onunla bir çocuğumuz olacak"...Çocuğuyla beraber 2. kadını eve getiriyor. Fakat 2. kadın son derece kıskanç olduğu için ilk karısına saldırıyor ve dövüyor. Kadın dayanamıyor, bir gün dışarıdan aldığı briketi saldırgan kadının kafasına vuruyor ve onu öldürüyor. Bana geldiklerinde Aslan'a şöyle söyledim;

"Aslan, iki kadının arasına girdin, birini mezara diğerini hapishaneye gönderdin, sen adam mısın, sen nasıl hemşehrimsin?

Onların da davası yıllarca sürdü, zaman aşımından dolayı az ceza yedi fakat sonra ne oldu biliyor musunuz? N.....,öldürdüğü kadının çocuğuna baktı. Onu büyüttü. Hizmetçilik yaptı ve onu okuttu. O kız şimdi doktor oldu, yurt dışında yaşıyor. N.....'nin göz bebeğidir, o kız da N..... annesini çok sever....

Kadın cinayetleri son senelerde giderek artıyor. Bunun sebebi de şu; şimdiye kadar kadınları kimse görmüyordu. Seks işçileri hep öldürülüyordu. Kimse onlara bakmıyordu. İnsan yerine konulmuyorlardı. Garipler kerhaneye gönderilir, akşam paraları alınır ve onlarla eğlenenler "vay oraya gittin, vay buraya gittin" diyerek onları öldürürlerdi. 

Yahu evlilik nedir sizce? Önce ona bir bakalım. Geçmiş zamanda evin kralı kadındı. Kadın isterse , şuanda İngiltere'de olduğu gibi " seninle anlaşamıyorum" dediği anda adam evden gidiyordu. Bizde öyle değil ki! Biz Orta çağ' da kalmışız. Hititler zamanından kalmış bir teori üzerinde gidiyoruz. 

Nedir Hititler teorisi? Kadın ikinci sınıftır!  Ki; adil yargılama hakkını kullanan Hititliler, ensest ilişkilerin de serbest olmasını yasalara koymuşlardı. Şimdi böyle olunca, kadın ikinci sınıfmış gibi, bu topraklar üzerinde belirlenen kanunlarla gelmişlerse, kadına bakmıyorlardı. Parası olan kadın zaten adamı gönderebiliyordu. Parası olan bir kadın kapitalist bir kadınsa, zaten her şeyin hakimiydi. Erkek ne oluyordu bu durumda? Hiçbir şey değildi, sadece üretim aracı oluyordu. Bu milyonda bir örnek tabii. Bizde öyle değil, bizde tam köle İsaura! Yat yatacak, kalk kalkacak, çocuk doğur doğuracak, 4-5-6 tane derken... E eee? Çok güçlü erkek oluyor böyle olunca değil mi! Güçlü erkek olunca da, kadını ölesiye dövse dahi karısı da "kocamdır, döver" diyor. Sonra ne yapar o koca? Öldürür, sonra ne yapar? Yasalar sözde koruyor!!!

Burada hem kültür eksik, hem de ekonomik sistemdeki kadının yeri. Kadının ne olduğunu sistem anlatmak zorunda. Bakınız geçenlerde başıma bir olay geldi ve ben o davayı aldım. Adam karısından boşanmış, iki tane de çocuğu var. Kadın kötü yola düşmüş. Kadın kötü yolda, çalışmak zorunda ve vücudunu sermaye olarak kullanıyor. Çocukları ile de şahsi ilişkileri var. Adam dava açmış, " benim boşandığım karım o......oldu, çocuklarıyla ilişki kuramaz, çocuklarımın psikolojisi bozulur" diye. Karar ne çıkmış dersiniz?
Çocuklarla ilişkisinin kaldırılmasına! 

Nasıl yani?

Evet! Ben de bunu size soruyorum nasıl yani??? Böyle bir şey olabilir mi yahu! Bir anne ile çocuklarına nasıl bunu yapabilirler.

Sizce ne yapılmalı...

Bakın şöyle, bir arabanın dört tekerleği vardır. Biri patlaksa araba zaten yürümez. Bir arabanın motoru vardır, şasesi vardır, bunlar bozuksa da araba yürümez. Karı, koca, evlat. İşte bunlar bir ailenin temel ilkeleri. Bunlar arasında ayar yapılmalı. Ayarı yapmak için yasalara da ihtiyaç yok aslında. Davalık duruma gelmeden önce yapacaksın bunu! Ailenin koruması için yapacaksın. Neyi koruyorsun sen mesela yaklaştırmama kararı olunca, nasıl koruyorsun? Hangi polis gidiyor da sabahtan akşama kadar koruma verilen kadının kapısında duruyor?

Mahatma Gandhi' nin bir sözüyle bitirmek istiyorum; 

Sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur!

Sevgiyle,

Pınar Tok


Kuvvetsiz adalet ve adaletsiz kuvvet iki büyük felakettir denir, adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir. Adalet, kâinatın ruhudur. Bir de bu ruhu kusursuz taşıyanlar vardır ki, kötülüğü adaletle, iyiliği iyilikle karşılar. Dürüstü oynamaz, zaten dürüsttür. İşte seni dürüstlükle adaleti, sanatıyla temsil eden çok değerli bir insanla tanıştıracağım.

Yalan bir yıl koşar, doğru onu bir anda geçer. Doğrularıyla, tüm yalanları ve yalancıları açık ara geride bırakan, sanatçı kişiliğini hitabına, savunmalarına yansıtan, dürüstlüğün anavatanı sayılan Tarlabaşı’nda yetişmiş, değerli Avukat Ali Rıza Dizdar, her 5 Mayıs’ta rahmetle, sevgiyle andığımız Deniz Gezmiş’in ve birçok değerin arkadaşı, büyük olayların en yakın tanığı… Kendisi anlatsın istedim, hiçbir yeri de kesmedim, kesmek istemedim. Her cümle birbirinden değerli ve önemli… Bu röportaj tabiri caizse bir roman, bir başyapıt, büyük bir hayat dersi… Eminim okurken, herkes kendisine bir veya birden fazla ders çıkaracaktır, çıkarmalıdır…

Sizi tanıyabilir mi okurlarım?

1946 SENESİNDE, 6 Şubat’ta soğuk havada Esnaf Hastanesi’nde doğmuşum. İşin tuhafı hayatımın en önemli yanları Esnaf Hastanesi’nin orada geçti. Hukuk Fakültesi Esnaf Hastanesi’ne çok yakındı. İşin tuhaf tarafı, Esnaf Hastanesi’nden aşağı doğru Saraçhane’ye inerken ilk Duvar Gazetesi ile Ağaç Gazetesi ile de orada tanıştım. Yani hayatım oradan başlar…

Ben kapalı bir yerde, bir kapıcı odasında büyüdüm. Karşımızda Lale Sineması vardı, İstiklal Caddesi’ndeki Madam ve Mösyöleri görürdük. Çocukluk işte, 3-4 yaşına kadar oralardaydım, aşağıda Tarlabaşı’nda ev alınana kadar. Herkes çok zarif giyinirdi. Beyler, hanımlar müthiş güzel giyinirlerdi. O sıralarda hayatımda unutamadığım bir şey oldu. Büyük bir kalabalık, sloganlar atıyorlar ve bir yürüyüş başladı. Daha çocukken, ilk yürüyüşü gördüm. Korkulu korkulu bakıyordum. Meğerse Fevzi Çakmak’ın cenaze töreni imiş.

Hayatım geçerken, bulunduğum apartman da Şerbetçiler ’in apartmanı idi. E ben o zaman dünyanın en tatlı adamıyla tanıştım, abisiyle Genco Erkal ile. Onun çantasıyla okula gittim. Önce Taksim İlkokulu’nda okudum sonra babam nedense beni oradan aldı ve Şişli’deki Talat paşa İlkokulu’na yazdırdı. Talat Paşa İlkokulu’na gidebilmek için de, önce Taksim’ e yürür, tramvaya biner Bomonti’de inerdik. Şu anda küçük kızımın gitmiş olduğu Saint Michel var burası meşhur şair Mehmet Yurdakul’un bulunduğu sokak derlerdi, Mehmet Yurdakul’un Sokağı’nın yanından yürür, dipte Talat Paşa İlkokulu’na giderdim. Talat Paşa İlkokulu’nda çok katı, çok sert fakat benim çok sevdiğim Muazzez öğretmenim vardı. Beni korurdu hep çünkü gelen zengin çocukları hep züppe olurlardı, alay ederlerdi. Hatta anılarımda yazdım; Ferit Şerbetçi (ismini bile unutmam) sefer tasıma vurdu, sefer tasım devrilince ben de Ferit’in suratına bir yumruk attım. Kamil diye bir arkadaşım bizi ayırdı. Sonra Kamil meşhur biri oldu ama ne olduğunu şimdi unuttum (Feriköy’lü çok yakışıklı bir çocuktu), Ferit’in kanı durmadı meğerse onun kanı durmazmış, öyle bir hastalığı varmış. Kepçe kulaklı Orhan ise Ferit’in haksız olduğunu söylemişti. Kepçe kulaklı Orhan da, Şerbetçi idi. Patronun yeğenine vurmuştum.

Eyvah!

Babam hiçbir şey söylemedi…

“Tarlabaşılıyım” isimli harika bir kitabınız var, tek solukta okuduğum… Bilmeyenler için soruyorum, Tarlabaşı’lı olmak nasıl bir ayrıcalıktır?

Tarlabaşılı olmak delikanlı olmaktır. Tarlabaşı’nda p..t olabilirsin, o…pu olabilirsin ama kalleş olamazsın, yalancı olamazsın. Kadın vücudunu satmıştır, oraya düşürülmüştür ama o kadın kadındır. O kadını kurtarmak isteyen de adam gibi adamdır. Bir Tarlabaşı’lı o kadını kurtarmak ister. Kurtulacak kadın kurtulur, kurtulmayacak olan müptezel kadın var ise zaten o bitmiştir, usanmıştır. Tarlabaşı’nın özündeki şey, “harbidir” insan… Harbi olacaksın, delikanlı olacaksın, yamuk yapmayacaksın. Yani ben seni tahliye edeceğim diye mangırları cebe indirmiyorum! (gülüyoruz)
Tarlabaşılılık’ta bu olmaz! Yalan söylenmez. Tarlabaşılı yalan söylemez. Tarlabaşılı’nın yaşantısı kabadır, olabilir. Biz içiçe öyleydik. Tarlabaşı’nda, sokağımızda kız ve erkek çocuklar beraber büyürüz. Sarkmayız. Yani o kıza sarkmayız ama o kız bir manitasıyla geldiği zaman da dikilir gözlerimiz, kulaklarımız yakalarız oğlanı bir yerde, sıkıştırır hallederiz. Niye sıkıştırır hallederiz biliyor musun?

Niye?

“Ciddi mi değil mi” diye…
Bu konuda en büyük yaram Çiçek’tir… Arif onu kerhaneye düşürmüş. Ben Arif’i dövmek zorundaydım. Çiçek ağladı, ben ağladım… Hepimiz şaşırdık… Biz Arif’in onu kerhaneye düşürdüğünü aklımızın köşesinden geçirmedik. Piç Arif’in bunu yaptığını hiç düşünmedik. Ama adamın adı piç, yaptı işte…

Üzüldüm Çiçek olayına… Tarlabaşı dürüstlüğün anavatanı gibiymiş…

Tarlabaşı’nda insanlar dürüst olmak zorundadır. Yalancı olmamak zorundadır. Kaba olabilir. Bir şey daha var ki; biz ekmeğimiz bölüşürüz… Sürü halinde sinemaya giderdik, sürü halinde Taksim Parkı’nda yürürdük, sürü halinde i...leri kovalardık.

Zeki Müren’e saygımız sonsuzdu ama Halide Pişkin’ e biterdik, İsmail Dümbüllü’ye biterdik… Onlar sokakta bizi severlerdi. Arif Sami Toker cambazhaneye gelen meşhur bir şarkıcıydı, ona da biterdik. Genç Osman’ a da biterdik… Zeki Müren’i annelerimiz bir türlü homoseksüel olarak kabul etmezdi. O başka bir şeydi. İşte Tarlabaşı’lı olmak böyle bir şey…

Peki, Deniz Gezmiş’in arkadaşı olmak, 12 Eylül olaylarına tanık olmak, idamlar vs. Neler yaşadınız, neler gördünüz o yıllarda? Deniz Gezmiş nasıl biriydi?

Deniz benim küçüğümdü. 5 Mayıs geliyor… Deniz’in asıldığı gün. (gözlerimiz doluyor) Rahmetli eşimin beni teskin ettiğini hatırlarım 5 Mayıslarda… O gün de beni teskin etmişti.
Deniz, çocuk ruhluydu. İkinci kitabımda bunu yazıyorum… Deniz vatanseverdi.  Ne Amerika ne Rusya bağımsız Türkiye diye Dolmabahçe’den yukarıya koşardık. Deniz’i kıskanırdık. Niye kıskanırdık? Bütün kızlar etrafında! Ne konuşur, ne yapar? Sabaha kadar konuşurlar onlar da sıkılmazlardı. Biri gider, biri gelir, biri gider, biri gelirdi… Deniz’i etrafı kız tarlası! Peki, bu kızlar bize niye gelmez? (gülüyoruz). Hep Deniz’e giderler çünkü Deniz, çok hoş sohbet ve kızlara karşı o kadar nazikti ki bizi maganda gibi görürlerdi, Deniz’i öyle görmezlerdi. Yakışıklı mı? Yakışıklı. Esmer güzeli idi. Ben de yakışıklıyım ama bana niye gelmez?

Bir de ondan ayrıldığım bir nokta oldu. Sonra beni geçti ama. Bir gün bağırıyor “kavga, kavga, kavga” diye.

“Ne kavgası ulan, kavga etmek kim, siz kimsiniz!”.

“Sus Rıza!”

“Ne oldu lan?”

“Sus ulan, ajitasyon yapıyorum ben”

“Ajitasyon ne demek?”

Anlamını bilmiyor muydunuz gerçekten?

Ben bilmem ki, ben Tarlabaşı’nda yetişmişim, kavgayı biliyorum. Bu kavgayı bilmez… Sonra herif Filistin’e gitti. Kavganın kralını öğrendi. Kendi sehpasına kendisi tekme attı. Kendi sehpasına kendisi tekme atarken, hiç çekinmeden hakime de gerekeni söyledi. Sanki benim kaderim onunla beraberdi. Ben de idamda bulundum! Kızım Lütfiye’nin annesi, rahmetli eşim Çiler Hanım bana ilaç verdi (12 Eylül zamanı)…

Deniz Gezmiş ile işgal günlerinde neler yaşadınız?
Deniz ile işgali kaldırmak için beraberdik, işgali kaldıracağımız gün 2 tane olay oldu. Birincisi işgali kaldırma günü verdik, ikincisi; yukarıda biz işgal konseyinde konuşmalar falan yaparken, Deniz yukarıya hiç çıkmazdı. O, bahçede dolaşırdı. Habire Molotof patlatırdı. Sonra Sulhi Dönmezer’ den haber geldi; “yapmasın, etmesin, oradaki antika silahları yerine koysun” diye. Gittik hepsini yerine koyduk, O hala aşağıda “rap rup, rap rup” örgütleme yapmış dolaşıyor bahçede. İşgali kaldıralım mı, kaldırmayalım mı tartışması yaparken biz, geldi. Burası çok önemlidir;
Deniz’in söylediği çok önemli bir laf var. O sırada da atom Rektörlüğü’ne gittik Şerif Egeli ile ben, Deniz, Mehdi, Özer, Sıddık Coşkun hep beraber gittik. Deniz ile Sıddık Coşkun girdiler içeriye, biz de dışarıda bekledik. Deniz geldi ve dedi ki; “Şerif Egeli ile anlaştık, yarın kaldıracağız işgali”. Küt! Kürtler ayaklandı. Doğu gurubu vardı, Yurtsever Doğu gurubu, onların çoğunu biz Kürt olarak bilmezdik. Kemal Bingöllü’yü hatırlarım çok aklı başında birisiydi keza kendisi de işgal konseyi başkanı idi. Ayaklandı hepsi, “biz gidiyoruz, işgal kalkmaz!” dediler.

Siz ne yaptınız?

Deniz, hiç unutmam masaya fırladı çıktı, dedi ki;
“olmaz arkadaşlar! Mahkeme kararı var. Biz mahkeme kararlarına aykırı mı hareket edeceğiz, bizi aykırı mı düşüneceksiniz, biz mahkeme kararlarının dışında mı düşüneceğiz? Mahkeme karar verdi işgalin kalkması için, kanunlara saygı gösterelim” dedi. Kürt arkadaşlar, “bu bir teslimiyettir” dediler ve basıp gittiler. Sabah da, sabah namazından evvel, Beyazıt Camii’nde toplantı olduğu haberi geldi. 

“Bize saldıracakmış dinciler “ dedi Deniz.
O zaman dinciler işte, Kanlı pazarı yapanlar, bugün de Amerika’yı tutuyorlar aslında. İsmail Kahraman, önde gelenlerinden biridir onların, çok iyi bilirim onu ben.

Deniz ile daha bir şey konuşmamıştık ki tekrar geldiler Kürtler. Özür dilediler. “Terk etmek diye bir şey olur mu ya? Biz hata yaptık, sizin fikrinizde değiliz ama burayı terk etmek çok yanlış” dediler. Ana binanın sol yanında Sahaflar’ a bakan bölümde postahane vardır, orada toplandık. Tabii camiye de insanlar doluyor, Deniz dedi ki “yahu kim girer camiye”… Dedim “ulan ben namaz biliyorum”. Hemen üzerindeki (yakalandığı gün üzerinde olan boğazlı kazağı çok severdi) kazağı çıkardı kısa kollu (onu da çok severdi) ekose, oduncu gömleği ile kaldı. “Al bunu giy” dedi.

Girdim camiye, bir baktım karşımda Cihan Alptekin’in, rahmetlinin söylediği Asım Mailmail orada oturuyor. Kanlı pazarın tertipçisi bu kişi için Cihan Alptekin, “gel bunu dekana şikâyet edelim” demişti.

“Ulan Asım” dedim (küfür ederek) “bize mi saldıracaksınız!”

 “Yok ya alakası yok, biz sabah namazına geldik.”

Hâlbuki orada bir tükürükle boğarlar… Biz 100-150 kişiydik camiye giderken. Neyse döndüm geriye, bir baktım Deniz. Elinde bir tane boru (su borusu) yerdeki camlara vuruyor. Isınma hareketi yapıyor. Üşümüş, donmuşuz sabah…

“Deniz, nerede millet?” 

“Ya Rıza be, çocukların uykusu geldi, gönderdim”

 “ulan tek başına sen ne yapacaksın? “

“atlar gelirim”

Nitekim öyledir Deniz… Birinci sınıf amfisindeyken ülkücülerin üzerine bir uçuşu vardı onun, o uçarak girerdi kavgaya…

Valiliğe doğru bir yürüyüşünüzden bahsetmiştiniz…

Evet, Cağaloğlu’na valiliğe yürüyüş yaparken, Deniz geldi. Özbağ pardösüleri vardı o zamanlarda, üzerinde Amerikan bayrağı olan pardösüler. “Caart “diye o bayrağa iki tane çarpı koydu. Sonradan da Özbağ pardösülerinden Amerikan Bayrağı kalktı. Sonra Türk Amerikan İş Bankası vardı, oraya da bir taş attı Dolmabahçe’de iken.

Ben yurtta kalıyorum, o zamanlar Deniz 1’nci sınıfta iken, ben 4’ncü sınıfa geçmiştim. Tabutla giderken, frukolar (o dönem toplum polisi için kullanılan argo ifade ) bize saldırdı. Osman diye bir çocuğu döverlerken, ben Osman’ı kurtardım, sonra dağıldık. Deniz’i arıyorum, Deniz piyasada yok. Herkes dağıldı. Meğerse rektörlüğün önüne gitmiş. Ben de anlatıyorum yurdun önünde millete o sırada, bu adamlar Amerikan uşağı, şöyledir, böyledir derken bir çember sakallı geldi ve bir beysbol sopasıyla çaktı bana. Durum “foşurt” …Hala izi vardır burada (kafasını işaret ediyor)… İsmail Kahraman’ın gurubu!

Sonra ne oldu?

Sonra beni hastaneye götürdüler tabii, dispanser var orada, morfin verecekler falan. “Dikin” dedim ama diğer taraftan da ; “ulan bak, sizi perişan ederim! Sakın ha, bana çember sakallıların Bugün gazetesinden çıkıp da vurduklarını söylemeyin, belirsiz deyin” dedim. Neyse bandı koyduk, geldik… Rektör; “ooo hoş gelmiş Rıza gelmiş, gazi Rıza Paşa buraya gelmiş” dedi gülerek…

Askerlik döneminiz de olaylı olmuş...

Ben 12 Mart’ ta askere gittim. Kızım Lütfiye’nin annesi için 12 Mart’ ta askerlikten kaçtım (nişan günümüz önceden belirlenmişti derken gülüyoruz)… Sonra, Bülent Taner ile karşılaştım, asistanımızdı. Bülent Taner dedi ki; “Deniz’ e haber ver, yerini değiştirsin”… Cihangir’de dişlek Yavuz vardı, gittim;

“parola?”

“makinalı mitralyöz”

“fişek” dedi ve tabii biz o zaman girdik içeriye… Dedim “Deniz’e söyleyin yerini değiştirsin”…

Bu duygu durumu nasıl bir şey?

Bu çok başka bir şey, bu duygu anlatılmaz yaşanır… Ben şu anda bile sana bunları anlatırken sevgiyle anlatıyorum, üzüntüyle değil. Bir Tarlabaşılı olmak, bir devrimci olmak, sevgidir. Devrimcilik sevgidir. Ben sevgiyle anlatıyorum bunu, hiç öyle üzüldüğümüz yanı yok. Çünkü Nazım’ın şiirinde öyle söyler;

“Atlılar atlılar kızıl atlılar,

Atları rüzgâr kanatlılar…

İşgal var işgal güneşi zapt edeceğiz…

Uçtu gittiler, geride kalanlar var”… 

Hiç bakmayacaksın bile arkaya, gideceksin sen devrimin kavgasına. Biz sevgiyle büyüdük. 68 kuşağı sevgidir… Oradaki temelimiz sevgiydi. Deniz ise bir Prometheus, bir Apolon, bir Zeus değildi, bir Ares de değildi… Sevgiydi!

Kitap yazmaya nasıl başladınız?
Arkadaşlarım dediler ki, “ Ali Rıza bak, hepimiz ölüyoruz. Niye anılarımızı yazmıyorsun, yazsana anılarımızı?”

Ergenekon sırasında ben anılarımı yazmaya başlarken, Tuncay Özkan,” Getirsene yazdıklarını bana” dedi (benim yazmam eski usuldür, ben kalemle yazarım. Kalem olmadan yazamam).

Mesela ben savunmayı hazırlamam. Ben savunmayı beynimde yazarım. Kaleme dökersem de tam dökerim ama beynindekileri oku dersen okumam çünkü anlatmaya başladığım zaman… E gördün sen (gülüyoruz)

Tuncay Özkan aldı benden yazdıklarımı ve “ Ağa, sana bir şey söyleyeyim mi? Sen konuşur gibi yazıyorsun, sen roman yaz. Bunları romana çevir, yok mu bir kahraman” diye sordu.
“var” dedim… Eşkıya Kemal var…

Çok güzel bir anlatım, harikaydı…(kitabı okuyan anlayacaktır)

İşte oradan başladım yazıya. İçim yanıyor, onu da söyleyeyim. Çok eski bir arkadaşım, Kuvayı Milliye ile ilgili olan yazılarımı redakte edecekti, sarhoşluğu yüzünden kaybetti!

Eyvah! Gerçekten çok üzücü. O kadar emek boşa mı gitti, kopyası yok muydu? Ne yaptınız?

Bir küstüm ki kendime, ona da bir şey demedim. “Canın sağ olsun” dedim. Kopyası yoktu hayır. Aslı gitti maalesef. Onda bir bölümü hatırlıyorum ve toparlamaya çalışırken onu şu anda yazdığım bu kitabın içine soktum. Senin okuduğun kitaba… Hangi bölüm onu söyleyeyim; çaycı Ahmet’in dramı…
Radyo programınızı sormak istiyorum, nasıl başladı?

Ben radyoyu çok severim. Çok iyi bir radyo dinleyicisiyim. Mesela, maçları radyodan dinlemek bana keyif verir çünkü radyo tiyatrosuyla büyüdüm. Çehov’un hikâyelerini dinledim, Dostoyevski hikâyelerini dinledim. Arkası yarınları hep radyodan dinledim. Bir nevi radyo koliğim. Arabadaki 82,1’den klasik müzik dinlerim mesela…

Ben, Çevre radyo’ da program yaptım. Bir taraftan tutuklanıyorlar, bir taraftan ben avukatlıklarını yapıyorum. DHKPC’ nin radyosu dediler. Dursun henüz ölmemişti. İşin tuhafı, ben Çevre Radyo’da program yaparken, Gazi’deki faili meçhul cinayetlerin işlendiği gündü. İnsanları taradılar. Bir dergâhı taradılar.

Uzun süre Çevre Radyo’da hukuk ve adalet üzerine program yaparken, sorular gelirdi, canlı telefon bağlantılarımız olurdu. Gece 24’e kadar radyodaydım.

Radyo kapatıldı tabii, başka yerde neden devam etmediniz?

Zaman olmadı ki… Çevre Radyo’nun dışında da birisi bana “gel” demediği sürece ben “gelirim” demem. Tarlabaşı huyu işte… Birisi bana “gel” diyecek…

Sporla aranız nasıl?

Uzun bir süre hayatımın en güzel günlerini iki yerde geçirdim; 1’ncisi Beşiktaş Jr. Takımında futbolda, 2’ncisi Beyoğlu Spor ’da geçirdim, Rumların arasında… Rumlar ’la Ermeni’lerin çatışmasını orada öğrendim. Beyoğlu spor ’da uzun süre voleybol oynadım. Sonra kardeşimi sakatladığımdan dolayı bıraktım. Bir günden  bir güne kardeşim ağzını açıp da “benim kolumu kırdın, spor hayatımı bitirdin” demedi ki biz anlaşamayız kardeşimle ama severiz birbirimizi. Yeğenlerim özel severler beni.

Sporla hep iç içeydim, şanslıydım. Mesela Rıza Maksut (Türkiye’yi olimpiyatlarda temsil etmiştir), Beyoğlu Spor ‘da atletizm hocamız oydu. Halter de yaptım, aşağı tarafta kumarhaneyi izlerdim, Metin Oktay ile de arkadaşlık kurdum. Sonra, Metin Oktay’la başka işimiz oldu. Kendisi son derece saygın bir beyefendi idi. Bir taraftan top oynardık.

“Benim babam Fenerbahçeli, sen Fenerlisin” derdim. Bana sorarlardı, “sen hangi takımlısın diye. Fenerbahçeliyim derdim ama Fenerbahçe’nin değil, Beşiktaş’ın maçlarına giderdim… Sarı lacivert renkleri sevmem, siyah beyazı severim. Ulan dedim ben Fenerli değilim. (gülüyoruz)

Babamın patronu da Beşiktaş Divan Kurulu Başkanı’ydı. Ne zaman Beşiktaş’ın ilk kongresine çıktım, yukarda ağladım. Bir hizmetkârın oğlu olarak, Beşiktaş kongresini idare etmek hayatımın en büyük keyfiydi. “Babam keşke yaşasaydı da görseydi” dedim. Ben o kongrede divana çıktım Başkan olarak… Süleyman Seba’nın eline ben verdim mazbatayı. Alâeddin Çakıcı gelmiş, yok kongreyi karıştırmış falan külliyen yalan. Sonra senelerce kongre başkanlığı yaptım ama en büyük iltifat Süleyman ağabey’ den geldi bana. Çok zarif bir adamdı. “Bir gün beraber içmeye gidelim” dedi, gittik. Ben onun başkanlığı terk etmemesi için konuşacağım. O sırada ne olduysa, bugün benim evlilik yıldönümüm deyince, “arar mısın hanımını” dedi. Eşime dedi ki; “hanımefendi, çok özür dilerim, çok ayıp ettim. Ben sizin evlilik yıldönümünüzde nasıl bu arkadaşı buraya aldım, bu sizin gününüzdü beni affeder misiniz” dedi. Sonra çiçek göndermiş hiç haberim yok… Çok beyefendi çok başka bir adamdı.

Aramızda geçen şu diyaloğu hiç unutmam ;

“ulan, ne eleştirdin beni. Her yerde eleştirirsin beni ama seni niye severim biliyor musun Rıza?"

“Niye Süleyman ağabey ?”

“Hiç hakaret etmedin”

Hukukçu kimdir?
Bir hukukçu şudur; kimin söylediğini bilmediğim bir söz var ki bunu hayatım boyunca hafızamda tutmuşumdur; AVUKAT DEMİRİ BÜKER! Bir de Sulhi Dönmezer’in bir lafı vardır, senelerce ben muhalefet ettim Sulhi Dönmezer’ e, işte TCK 141-142 sonra Türk Ceza Hukuku Derneği’nin kuruculuğunda onunla beraber oldum. Beni gidene kadar sevdi, “sen bilir misin benim Beşiktaşlı olduğumu, sen bilir misin Deniz ihtilali becerseydi ben adalet bakanı olacaktım” dedi. Sistemli bir adamdır. Sulhi Dönmezer bir panelde bir hocaya dedi ki; “bak Erol, sen saat tamir ediyorsun, Ali Rıza saat yapıyor!”

Hukukçu saat yapar…

Ben asistan olmak istiyordum. İki tane imtihana girdim, 2’nci ve 3’ncü sınıfta. O zaman bizde yazılı ve sözlüydü sınavlar. Bana bir soru sordu Halit Kemal Erbil;

“sen ne olmak istiyorsun?

“Asistan olacağım”

“olamazsın “

“niye?”

“sen İngiliz hukukçuları gibisin. Sen ballister (yüksek ceza avukatları) değil, solister (hukuk işleri yapanlar) olursun” dedi.

Bunu bana sorduğu bir soruya verdiğim cevaba istinaden söyledi. Ben sorduğu soruyu kitaptan anlatmadım, kitap aklımda bile değildi, ne bileyim ulan kitabı? (gülüyoruz)
Soru şu idi, “Haksız iktisap nedir, gabin nedir?

Anlattım; “Bakkala gidersin, bakkaldan 1 kilo un istersin, bakkal sana 1 kilo 200 gram un verirse, sen o 200 gramı kendine almış olursun bu bir haksız iktisaptır. 1 kilo şeker istersin, kaç para dersin, o da der ki 5 lira hâlbuki şeker 3 liradır, senden 2 lira fazla almıştır. Buna da gabin denir” dedim.
Hukukçu bir sanatkârdır. Bir hukukçunun kıvrak bir zekası olacak. Anında kavrayacak, kavrayamazsa hukukçu olamaz.

Adalet nedir sizce?
Adalet, zenginlerin mahkemesinde dağıtılan, fakirlerin cezaevinde çektikleri bir mefhumdur.

Oldukça net oldu bu harika…

Gençlere tavsiyeleriniz neler?

Çok çalışacaklar, okuyacaklar. Bilhassa, ben sevmemekle beraber şunu yaptığımı gördüm; Matematiği iyi bilen bunu iyi becerir. Matematik bilhassa burada lazım bir, iki, kitap okuyacaklar! Yenileşmeyi takip edecekler… Para için değil, sanat için çalışacaklar. Eğer bir hukukçu, iyi bir hukukçu olmak istiyorsa (benim eşimle kavgam budur, ben para almam sanatçıyım). Otomobil tamir etmem, otomobil yaparım. Ben otomobilin ustasıyım kalfası değilim. Kendimi satmam.

Hayatımda ilk defa birini bugün kırdım. Adamın biri geldi, eski bir müvekkilimdi. Bana bir dosya getirdiler. Dedim ki “bu dosyaya bir bakayım, vekâletname çıksın, fotokopi çekeyim, 5 milyar TL para isterim.”

“aaa olmadı” dediler.

“Ne olmadı?”

“Sen daha az para alıyormuşsun”

Şöyle kendi kendime baktım, demek ki beni ucuzcu avukat biliyorlar. Suistimal ediyorlar. O an dayım aklıma geldi. Benim rahmetli dayım greyder işçisiydi. İlk olarak da İncirlik üssünde çalıştı. O zamanın parasıyla 750 TL isterdi. Millet ise 250 TL’ ye çalışırdı. Ama dayım açlıktan öldü biliyor musun? 750 TL’yi vermedikleri zaman iş yapmadı. Şimdi o safhaya geldi. Bu işin ustasıyım, daha da ustalaşmak istiyorum ama bir şey katmak istiyorum. İnsanlara bir şey vermek istiyorum. Nasıl yapacaksın bunu? Mesleği seveceksin… Para kazanmak istiyorsan giyin, ha jigololuk yapmışsın, ha lafla insanları dolandırmışsın. “Herkesi tahliye ediyorum” diyen adam, beni de aldatabilir. Ama herkesi dolandıran bir adam Tarlabaşılı değildir. Çünkü Tarlabaşılı dolandırmaz. Yalanı dolanı yoktur, yüzüne söyler.

Müvekkillerinizi neye göre seçiyorsunuz?

Güzel soru… Irz düşmanlarıyla işim yok. Ensest ilişkiye girenlerle kesinlikle işim olmaz.

Bu çok ciddi bir sorun, özellikle de ülkemizde…

Ensest ilişkinin hukuksal boyutunu da inceledim. Türkiye’de maalesef ciddi bir sorun. Röportaj olarak ilk defa söylüyorum bunu. Adil yargılanma mefhumu, Anadolu’dan çıkmış. Ne eski Mısır’dan, ne İnka’dan, ne Kızılderililerden ne Anglosaksonlardan, ne Fatih Sultan’ dan… Hepsinden evvel adil yargılanma tabiri Hititlerden çıkmış. Başka bir şey daha var adil yargılanmada, kız çocukları 2’nci plandadır ve ensest ilişki serbesttir. Çelişkiye bak! Bazı bölgelerde hala o yaşantı günümüze kadar süregelmiştir. 

Bunun cezası yeterli mi peki?

Cezası yeterli değil ama ceza değil buradaki espri. Buradaki espri, o kültürü ortadan yok etmen lazım önce. O kültür ortadan kaldırılmadıkça, sen o bataklığı kurutmadığın müddetçe, o sivrisinekler yine olacak. Düşünebiliyor musun? 30-35 sene ceza yiyorlar, 5 dakikalık zevki için! Bunlar ruh hastası. Bir baba evladına bir şey duyabilir mi?

Baba olmak nasıl bir duygu tarif eder misiniz?

Aaa, bak şimdi bir gün (ismini vermeyeceğim) bir sanatçı geldi, davalarına bakıyorum. Bana demez mi eşiyle boşanma davası için “ya şu nafakayı düşürsene” diye. “hadi lan, çocuğuna bakmayan baba olmaz” dedim. Ondan sonra hep bir örnek veririm. Nazım Hikmet’in romanından bir örnek… Nazım Hikmet bir roman yazmıştır, “kan konuşmaz”… O roman şunu anlatır; Evin beyefendisinin, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden evvel, evin hizmetkârının kızını iğfal eder, günler geçer kızın karnı şişer. Sonra bakarlar ki kız hamile. Hemen kızı evden atarlar. Kızı evden attıkları zaman çok yağmur yağar. Annesi bile kızına sahip çıkamaz, hizmetkârdır. Kunduracı kör Cemal Efendi, kızı sokakta bulur,
 “gel buraya kızım, otur şu köşeye, kızım ben seninle nikâh yapacağım ama sen benim eşim olmayacaksın”

Kızla nikâh yapar. Kız doğurur, çocuk okur, İstanbul’un en iyi avukatlarından biri olur. Bir gün Cemal Efendi’ye Şişhane yokuşundan geçerken bir araba çarpar. Cemal Efendi komadadır. Çarpan arabanın sahibi ise, çok önemli bir tanınmış zengindir. Bunu tutuklamazlar, serbest bırakırlar. Çocuk yazıhanesindeyken, sekreteri içeriye girer ve

“bir beyefendi geldi, sizinle görüşmek ister”

 İçeriye buyur eder, çocuk beyefendiyi tanır, “maruzatınız?”

“Bir teklifle geldim”

“Buyurun sizi dinliyorum”

“Alın davanızı geriye”

“Neden?”

“Alın davanızı geriye, beni mahkûm ettirmeye mi çalışıyorsunuz?”

“Adalet ne derse o olacak”

“ama siz bilmiyorsunuz ki…”

“neyi?”

“senin asıl baban benim”

“aaa! Öyle mi? Kan konuşmaz ki, benim babam Cemal!”

Benim babadan anladığım budur, daha fazla söze gerek var mı?

Kesinlikle yok…
Son bir mesaj alabilir miyim okurlarım için?

Sevgisiz bir dünyada yaşanılmaz, sevgi bulunmaz, sevgi yaratılır! Ben dün bir duruşmaya nasıl gittim biliyor musun? Lili Marleen ile gittim… Çünkü Lili Marleen çaldığı zaman düşmanlar o sırada ateş etmiyorlar. Lili Marleen sevgisinde buluşuyorlar…

Sevgi ve adalet ile

PINAR TOK


FITNESS SIRADAN BİR SPORDU AMA BAZI EĞİTMENLER O KADAR SIRADAN DEĞİLDİ!!!
Seni sıra dışı bir spor adamıyla tanıştırıyorum az sonra. Gözlerini büyük aç ki, okudukların hayatına artılarla dönsün. Bunca yıllık spor hayatımda üzerine basa basa söylediğim şeyleri tasdik eden bir tarzı var. Değişik programlar, değişik bir bakış açısı…
Büyük umutlarla başladığın o salonda senden çok elindeki telefonla ilgilenen ve ara ara dönüp sana “şimdi şöyle yap, böyle yap” diyen, beslenmenle, sağlığınla alakalı tek bir önerisi ve bilgisi olmayan “sözde” eğitmenden muzdaripsen oradan koşarak uzaklaş derim. Benim seni tanıştıracağım kişi öyle “sözde” değil "özde" sporcu! 
Harika bir antrenmanın ardından sohbetimiz seninle…
Söyle Orçun hoca biz nerde yanlış yaptık?...
ORÇUN CİMCOZ KİMDİR?
İleride ne olacaksın sorusunun cevabı bazılarımızın isminde gizli sanırımJ Orçun hocanın soyadından ironi ile yola çıktığı markası da kendisine özgü “GYMCOZ”
Orçun Cimcoz, 1981 İstanbul doğumlu. Küçük yaşlarda futbol oynayarak spor hayatına ilk adımlarını atmış. Ortaokul çağlarında televizyonda Amerikan Güreşi Showlarını izlemeye başladığında, vücüt geliştirme ve fitness alanında ilermek istediğine karar vermiş ve lisenin ilk yıllarında Suadiye’de bir spor salonunda antrenman yapmaya başlamış. 1 senelik serüveni ailesinin başka branşlara yönelmesini istemesi sonucunda sona ermiş. 20’li yaşlara geldiğinde ise içindeki spor sevgisini kick boks eğitimi alarak devam ettirmek istemiş ve Küçükyalı’daki bir spor salonuna yazılmış. 1,5 yıla yakın eğitim aldıktan sonra burayı da bırakmak zorunda kalmış.
İktisat okumuş fakat bu, spor kadar ilgisini çekmemiş.Çok sevdiği vücut geliştirme ve fitness alanına 2006 yılında yeniden adım atmış. Bir süre amatör olarak ilgilendiği fitness ve vücut geliştirme alanına daha sonra profesyonel olarak devam etme kararı almış .
Orçun Hoca; vücut geliştirme, fitness, trx, crossfit ,bodyweight antrenman programları ve  thaibox   dersleri vermektedir. Sıkılaşma, kilo verme, bedensel dayanıklılık, kardiyovasküler kapasite arttırımı üzerine tasarladığı body weight antrenman programları ile kendi alanında büyük bir fark yaratıyor…
 Ayrica her perşembe sabah 09:00’da benim de keyifle takip ettiğim Virgin Radyo Geveze Show’ da beslenme, fitness ve vücut  geliştirme üzerine yayın yapmakta…


PINAR: Sevgili Orçun, bu keyifli antrenmanın ardından sıcağı sıcağına sormak istiyorum, fitness ile pilatesin farkı nedir?
ORÇUN: :) Ben de çok keyif aldım Pınarcım. 
Şöyle ki; vücut geliştirme basit anlamda kassal büyüme, dayanıklılık, güç ve kuvvet arttırımını hedefler
Fitness; kilo verme sıkılaşma ve kardiyovasküler kapasite arttırımı
Pilates ise tamamen fizyoterapi temelli bir egzersiz çeşidir.

PINAR: Bir pilates aşığı olarak bu alandaki  düşüncelerini daha ayrıntılı öğrenebilir miyim? Sohbetimiz esnasında yanlış bilinen şeyler var dedin… Nedir bunlar? Ne istiyorsun pilatesimden :) ?
ORÇUN: Bu konuda seninle tartışmak istemesem de söylemek istediğim çok fazla şey var evet :)
Aslında pilatesle ilgili gerçekten çok fazla yanlış bilinen ve yanlış yönlendirilen durumlar var. En başta “kilo verdiriyor, sıkılaştırıyor”  vb.
*Kilo vermek istiyorsanız aldığınız kalori dengesini tutturun, hızlı kilo vermek istiyorsanız kas ağırlığınızı artırın yani ağırlık kaldırın.
“NE KADAR ÇOK KAS O KADAR YAĞ YAKIMI”
Fonksiyonel antrenman yapın, yani  “yorulun”!!!
*Sıkılastırma konusu ise zamanla yaptığınız ufak kaslardır. Ama “ne kadar sıkılaştınız?” , asıl soru bu…
Çoğu kişi pilatesi neden yaptığını bile bilmiyor. Pilates temel olarak sakatlıklar için  dizayn edilmiş bir egzersiz çeşididir. Postür bozukluğu olan -ki ağırlık kaldırarak bunu düzeltmek mümkündür –fıtık problemi olan, ya da engeli olan kişilerin yapması gereken bir antrenman. Ama engeli olan kişilerin onlarca ağırlığın altına girdiklerini düşününce en son tercih olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ama yararları tabi ki var, bunları bir eğitmen olarak görmezden gelmem benim spora duyduğum sevgiye ve doğruluğa ters düşer….
Aslında kadınların en büyük sıkıntısı selülit, basen ve kalça sorunu. Beslenme başta olmak üzere  sadece şunu söyleyebilirim:
YUVARLAK BİR KALÇA İSTİYORSANIZ PİLATES YAYINI DEĞİL SQUAT RACK TEKİ BARI KALDIRIN…

PINAR: Gelelim beslenmeye…
ORÇUN: İşin sırrı aslında doğru beslenme. Çünkü siz ne yaparsanız yapın doğru bir beslenme metodu uygulayamazsanız sonuca ulaşmanız zorlaşır.Kişiye özel beslenme çeşitlerini uygulayabilmeniz için kişinin kilosu ve yaşı yeterli değildir.. Evet yanlış duymadınız kişiye özel beslenme, “söyle kilonu al listeyi” gibi basit bir sey değildir.  
Kişinin kassal ağırlığına göre vereceğiz protein miktarı ,kilo ve yağ oranına göre vereceğiniz karbonhidrat ve yağ oranı vardır. Ben 89 kiloyum az cok ıyı bir vücudum var. Senelerdir spor yapıyorum ve kassal ağırlığım en az 75 kg. Şimdi şunu soruyorum, hayatında hiç spor yapmamış 89 kg birine sırf ağırlığına göre beslenme yazarsanız o zaman benim de onu uygulamam lazım ki bu hiç mantıklı olmaz. 
Hedefe göre yukarıda belirttiğim makrolarda beslenmeyi hazırlamanız lazım. Kişiye    özel derken bunu kastettim. Ama mevcut sistem kiloya ve yaşa göre hazırlanıyor. Eğer amacınız sadece  kilo vermek ise, o zaman ortalama 1000-1500 kcal bir beslenmeyi herkes uygulayabilir. Buradaki en önemli nokta “bir rahatsızlığı var mı?” işte orada durum farklılaşır.

PINAR: Antrenman öncesi ve sonrası streching yapılır hep. Buna da söyleyeceklerin var sanırım:)
ORÇUN: Şu ana kadar söylediklerim tamamen vücut geliştirme ve fitness için geçerli. Bunu netleştirdikten sonra cevabı vereyim. Streching' in  yararlarını biliyoruz. Sakatlanma riskini düşürüyor, sıkışan kasları rahatlatarak kasların kanla dolmasını sağlıyor ve rahatlatıyor. Ama ağırlık antrenmanı öncesi ve sonrası yapılması tamamen gereksiz. Streching' i neden yaparız antrenman öncesi ? Verilen cevaplar “ısınmak için” genelde.
Peki siz göğüs antrenmanı yapacaksınız  ve göğsünüzü açma germe ile esnettiniz aslında orada bir gerilime maruz bırakarak kasın kasılma direncini düşürdünüz ve  kaldırdığınız ağırlığın verimini göğsünüz esnek olduğu için kasa yükleyemediniz. Biz kasa o kasılma direncini vermek zorundayız.Kas böyle gelişir.
Bakın gidin herhangi bir spor salonunda özel ders alın. Hangi eğitmen kaldırdığınız kiloyu, yaptığınız hareketi, set tekrar sayısını not alıyor? Hangisi yazılı program ile karşınıza çıkıyor? Mevcut program bittiği zaman yeni programı yazıyor ve eski programları saklıyor? BEN GÖRMEDİM (araya giriyorum burada çünkü ben de görmedimJ )
Peki eğitmen öğrencisini nasıl takip edip nasıl gelişmesini sağlıyor?
Benim tavsiyem, işin içine klasik vücut geliştirme giriyorsa ve hatta ağırlıklı antrenman giriyorsa bir bakın eğitmeniniz not tutuyor mu???
PINAR: Streching ağrıları azaltıyor mu?
ORÇUN: Esneme yapamadınız ve antrenman bitti. Genel durum “streching yapmak”..Neden? Rahatlamak için, Nasıl rahatlıyorsun? İşte hocam esniyorum, kasılan kaslar rahatlıyor ve ağrı azalıyor… gibi cevaplar alıyorum.
Yapılan antrenman sonrası esnemenin kassal ağrılara olan etkisini araştırmışlar. Araştırmada 2 grup var. 1. Grup antrenman sonrası esneme yapıyor, 2. Grup ise bir sey yapmıyor. 8 haftalık izleme süresiı sonunda iki grup  arasında bir fark olmadığı hatta esneme yapan grupta biraz daha ağrı olduğu görülüyor. Çünkü yorduğunuz kası siz esneterek daha fazla yormuş oluyorsunuz. Hiç mi esneme yapmayacağız?.Tabi ki yapacağız ama set aralarında 3-5 saniyelik esnemeler yaparak kasılan kasın rage of motion ( eklem hareket  aralığı) eski haline getirmemiz lazım ki hareketi tam olarak kasa yedirelim.
 PINAR: Isınmak için genelde eğitmenler 10-15 dk koştururlar. Sen öğrencilerinde bunu uyguluyor musun?
ORÇUN: J  Tamamen yanlış ve yapılması ders saatinden çalmaktan başka birsey değildir. Neden koşuyorsunuz? Isınmak için. Isınan neresi? Vücudun. Yani vücut ısın artmış oluyor. Şimdi ben göğüs antrenmanı yapacağım ve koşmaya başladım. Bunu yaparak  göğüs kası, omuz kası ve triceps kaslarımı mı, eklemlerimi mi ısındırdın yoksa vücudu mu ?Ağırlık antrenmanı öncesi yapacağımız şey, yapacağınız ilk hareketi düşük ağırlıkla 2 set 15’ er tekrar yapıp antrenmana başlamak.  
 PINAR: Ben bunu kendi çevreme anlatamıyorum, genel bir kanı var yanlış bilinen. Senden öğrenebilir miyim, kadınların ağırlık kaldırmaktan korkması hakkında ne düşünüyorsun?
ORÇUN: Gerek sosyal medyada gerekse radyo programımda ısrarla üstünde durduğum bir konu bu.
Kadınlarımız ağırlık kaldırdıkça sıkılaşacak, kilo verecek, yuvarlak hatlara sahip olacak, cinsel hayatları düzene girecek .Kadın yaratılış gereği östrojen hormonuna sahiptir ve bu hormondan dolayı dışarıdan zararlı hormonlar almadıkça bir erkek gibi olmayacaklar aksine daha kadınsı daha çekici olacaklar. Bir kadının kalçasının benim kalçamdan küçük ve geniş olması bence düşünülmesi gereken bir durumdur!!!

PINAR: Karın kası için her gün mekik diye başımızın etini yiyorlar, doğru mu?
ORÇUN: Yine en büyük yanlışlardan bir tanesi bu.Karın kasına üvey evlat gibi davranmamak iazım. Aksıne ona daha çok önem vermemiz lazım aynı şekilde alt belede (lower back) önem vermemiz lazım. Karın kası da adında olduğu gibi bir kastır ve onunda dinlenmesi gerekir. Yapılacak en iyi antrenman metodu 1 gün karın ve cardio şeklinde yapmaktır. Zaten mekik, karın kasını değil kalça kaslarını çalıştırır. Karın kaslarının çalışması için gövdenin bükülme hareketi yapması gerekmektedir. Bunun dışındaki tüm çalışmalar karın kasını static olarak çalıştırır ki, bu hareketleri de yapmamız şarttır. Ama büyütmek için kural BÜK…..
 PINAR: Haftada 2 kere aynı kası çalıştırmak zararlı mıdır?
ORÇUN: Hayır, eğer doğru bir antrenman modellemesi yaparsanız aynı kası haftada 2 kere çalıştırabilir ve cok farklı  sonuçlar alabilirsiniz ama hep dediğim gibi öncelikle doğru beslenme sonra doğru antrenman. Herkesin söylediği %70 diet %30 antrenman mantığı benim için yanlıştır.
BANA GÖRE;
%100 BESLENME  %100 ANTRENMAN VE  %100 DİSPİLİN olması gerekmektedir.
Peki bu antrenman tekniği nasıl?
J Şimdilik bende kalsınJ
PINAR: J  Hımm demek gizem yapıyorsun, peki öyle olsun bakalım..
İnstagram üzerinden hayata geçireceğin harika bir projen var biraz bahseder misin bundan?
 ORÇUN: Evet 1 Temmuz itibari ile instagram üzerinden haftada 3 gün Çarşamba, Cumartesi, Pazar olmak üzere canlı yayın yapacağım.Aslında Program içeriği yurtdışında olan, fitness trendleri içerisinde ilk 3 ‘te yer alan body weıght workout (vücut ağırlığı ile yapılan antrenman) şeklinde olacak. Ekipman yok sadece vücut ağırlığınıı kullanacağız.
PINAR: Buna herkes katılabilir mi? Herkes yapabilir mi?
ORÇUN: Zaten programı ilginç ve çekici kılan bu. Evet herkes katılabilir. Tabi ki çok büyük sağlık sorunları olmaması gerekiyor.Aslında program şöyle işliyor. Ben size hareketi gösteriyorum (bu arada bende öğrencilerimle beraber yapacağım yani ben de yorulacağım ben de nefes nefese kalacağım ) siz kendi gücünüz , kapasiteniz nefesinizi kassal dayanıklılığınız el verdiği süre boyunca yapıyorsunuz. Ben size tekrar sayısı vermiyorum ben size kendinizi deneme fırsatı veriyorum. Hareketi yavaş yapın, 1 dakika yapın, isterseniz 3 dakika boyunca dinlenin, tamamen size kalmış ama bir süre sonra göreceksiniz ki 3 dakika içinde yorulurken bu süre artık 5 dakika olmuş.
 PINAR: Bu projen ücretli mi olacak?
ORÇUN: Hiçbir ücret talebim yok. İsteğim sporun farklı yönünü göstermek, spor yapmak isteyip zaman yaratamayan spor severlerin hayatına bir miktar dokunabilmek.. Ama programımı 4 ya da 5 gün yapmak isteyenler için ise cüziı olarak bir ücretlendirme olacak. Bu antrenmanlarımızı ise farklı kanallardan yapmayı planlıyorum şu anda bu  proje üzerinde çalışmalarım devam ediyor. Sistem aynı ama antrenman gün sayısı  fazla olacak. Tek fark bu.

PINAR: Orçun çok teşekkürler harika bilgiler için. Yolun açık olsun. Ben çok keyif aldım, çok da eğlendim. Tabi ramazana denk geldiği için iftar sofrası, zorlu antrenman sonrasında ilaç gibi geldi banaJ
Eminin bir çok spor severin aklındaki sorular cevaplarını bu keyifli röportajımız ile çoktaaan bulmuştur. Sana nasıl ulaşabilirler ve son olarak neler söylemek istersin, spor yapmak isteyen, istemeyen, başlayan, yarım bırakan, çoluk çocuk, genç yaşlı kısaca tüm okurlarım için motive edici  bir mesajın var mı?
 ORÇUN: Ben de çok zevk aldım. Bana instagram üzerinden orcuncimcoz , facebook üzerinden orçun cimcoz olarak ulaşabilirler ve istedikleri tüm soruları sorabilirler.
Şunu söyleyebilirim , vücudumuz bizim için çok çok önemli olmalı ve ona iyi bakmalıyız .Biz ona iyi bakalım ki o da ileride yaşlandığımızda bize iyi baksın.
Hissettiğin acı senin kazancındır ve bu acı başarıyı bulmana yardımcı olacaktır.(Buradaki acı aman yanlış anlaşılmasın, antrenman esnasında ya da diet yaptığınız zamanlardaki mental acıJ )...

PINAR DER Kİ MUHAMMED ALİ’NİN DEDİĞİ GİBİ;
ZORLUKLAR BENİ ASLA YILDIRAMAZ ÇÜNKÜ BEN İMKANSIZA BAYILIRIM!!!
Sevgiyle, sporla
PINAR TOK

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜
Annem

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *


Bu Blogda Ara

Translate

Blog Arşivi

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE
GÜLÜMSEMEK GÜLÜMSEMEYİ ÇEKER ;)

sporun her rengi

sporun her rengi
JET SKİ sevenler

PİLATES AŞKI

PİLATES AŞKI
SAĞLIKLI YAŞ ALMAK İÇİN