THE KADIN

By | Pazar, Kasım 30, 2014
THE KADIN



Araştırmayı, gözlemlemeyi, okumayı çok seven biri olarak, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesini gezmek, o havayı solumak ve bize öğretilenleri yerinde görmek istedim. Gözünle görmeden inanma derler ya, e şimdi tarihimizi görme şansımız yok belki ama en azından anlamaya çalışmak, araştırmak diye birşey var. Her kendine göre yorum yapan, tarih profesörü oluyor günümüzde ama tarihi gerçekten tarafsız gözle inceleyenleri dinlemeyi ve  okumayı tercih edenlerdenim.






Hepimiz biliyoruz ki, Türk kadını, Osmanlı’dan günümüze çeşitli zorluklar ve engellerle dolu bir seyir izleyerek bugünlere geldi. Kadınlara değer veren, Mustafa Kemal Atatürk gibi ileri görüşlü bir liderin torunlarıyız. Bunun kıymetini bilmek lazım. Tarihimize sahip çıkmak ve iyi öğrenmek için zaman zaman müzeleri sarayları ziyaret etmek çok önemli bir değer bence. En son nezaman buraları gezdiniz bir düşünün, Bu muhteşem yerler turistlere özel değil ki.... Üstelik size tavsiyem benim yaptığım gibi, buraları gezmeden önce İstanbul'un en önemli meydanlarından biri olan ve tarihi eserlerin ev sahibi Sultanahmet'te hoşunuza giden ( ki her kafesi, restoranı ayrı güzel ve keyifli) biryerde oturup güzel bir Türk kahvesi içmeniz ve etrafın keyfini çıkarmanız.


Öncelikle, tarihte biz kadınlar için neler yapılmış hatırlayalım.

1858 yılında yayınlanan “Arazi Kanunnamesi” nde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer alırken, kadınlar miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı. Aynı yıl Kız Rüştiyeleri açıldı. Kadınlar ilk dergilerine 1869 yılında kavuştu. Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen haftalık “Terakk-i Muhadderat” dergisi yayımlanmaya başlandı. Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi” ise 1869 yılında yayımlandı. Bundan bir yıl sonra da kız öğretmen okulu “Dar-ül Muallimat” açıldı. Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması ve zorla evlendirmelerin geçersiz sayılmasını düzenleyen Hukuk-ı Aile Kararnamesi 1871’de çıkarıldı. 1876’da ise ilk anayasa olan Kanun-i Esasi ile kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi.

Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi'nde etkilenmediğim tek bir yer , tek bir eser yok. Hangibirini anlatsam, yazsam yerinde görmek kadar etkili olmaz inanın.Resimler de yetmez anlatmaya. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478'de yaptırılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid'in Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuştur. Beni bir kadın olarak en etkileyen bölümlerden biri elbette "Harem".

Sorsak herkesin soyu saraylı:) Gelin de gerçek saraylılar neler yaşamış nerede yaşamış görelim.


HAREM:

Kocaman saray da olsa yaşanan yer, bir noktada sıkılır  insan. Ben şahsen dayanamaz kaçardım ama kaçılacak yer en fazla sarayın bahçesi olurdu. Tabi hal böyle olunca, ozamanki kadınlar da sıkıntıdan birbirlerine sarmışlar. Padişahlar, sultanlar hangibiriyle uğraşsın? Toprak peşine mi düşsünler, entrikalarla kıskançlıklarla mı uğraşsınlar?Kimbilir daha bilmediğimiz neler var.

Tam da bu noktada sevdigim bir cumle geciyor aklimdan: 
  •  Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. 
  •  Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar. Hz.Ali r.a.                                 
  •  Gunumuz kadinlari olarak calisabilmenin ve ekonomik ozgurlugumuzun olmasinin gercek bir hazine ve zenginlik oldugunun farkindamiyiz?Sarayda da yasasak birilerine bagimliysak o sarayin samanliktan ne farki var?Ayrica birsey uretmeden zaman gecer mi....

Gezerken büyülenmemek mümkün değil.Biryere bakıp tarihini okurken hop diğer yere gözünüz takılıyor, telaşlı geziyorsunuz birnevi. Harem sadece bunlardan biri. Hepsini ayrı ayrı kaleme alacak olsam günlerce yazmam gerekir. Bu yüzden, ben etkilendiğim "Harem"e torpil geçtim.

Kelime anlamı olarak tabu, yasaklanmış anlamına gelen harem sözcüğü İslam toplumunda giderek aile kavramı için kullanılmıştır. Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Harem, sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir.

Harem'de yaklaşık 300 oda, 9 hamam, 2 Camii, 1 hastahane ve koğuşlar ile 1 çamaşırlık vardır. Sistematik değil fakat hiyerarşik bir mimari gelişim gösteren Harem, 1665 yılında büyük ölçüde yanmıştır. Günümüze gelen Harem, bu yangından sonraki yenilenmelerle ve zaman içindeki genişletmelerle biçimlenmiştir. Harem'in genel şeması, ard arda kapılarla ayrılan girişleri çevreleyen koğuşlarla, odalarla, köşk ve servis binalarıyla oluşur.

Harem deyince, sadece entrikalarıyla değil aklı zekası ve vicdani ile de Hürrem Sultan’dan bahsetmek gerekli diye düşünüyorum. Haksızlık etmemek lazım. Empati yapmak ve ogünlerde sarayda gerçekten neler yaşandığını bilmeden, sadece tarihçilerin yorumlarına dayanarak kuru kuruya inanmamak en doğrusu. 
Hürrem Sultan'ın devletin entrikalarında bize abartıldığı  kadar yüksek rolü olduğunu tartışmak gerekir. Bir monogam olan, tek eş seçen Süleyman Han karısını dinlermiş ama öz oğlunu öldürtecek kadar değil. Sebepler ayrıdır. Özel hayatlarımızda olduğu gibi, Türkiye tarihinde de fesad eksik olmaz ve fesad her zaman kendine bir baş arar. Bu kural bazen Şehzade Mustafa gibi cevherlerin hayatına da mal olur. Hürrem’in bütün kudretli padişah eşleri ve anaları gibi hayır eserleri de vardır. Sultanahmet’teki hamam, bugün bile kullandığımız Haseki Hürrem Hastanesi, Kudüs’teki vakıfları bunlar arasında sayılır.

Hürrem Sultan'ın , doğuşuna sebep olduğu en önemli eser ise Topkapı Sarayı’nın Harem bölümüdür.Nasıl mı yapılmış?

Topkapı’da harem yoktu ve yeni mimari kompleks sarayın simetrisini de bozdu. O vakte kadar Harem Halkı bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu Eski Saray’da otururdu. Süleyman Han, sevgili hasekisi ısrar edince onu kırmadı, Mimar Sinan’a Harem ısmarlandı. Koca Osmanlı saltanatının Mimar Sinan’dan görüp göreceği eser de bu olacaktı. Onun tersim ettiği başka bir padişah sarayı veya ikametgâh yok. Harem geometrik yönden hoş bir yapıdır.

Harem de yaşananlar, kadınların acıları, sevinçleri, umutları, umutsuzlukları, korkuları nelerdi bir düşünün, o dönemde yaşadığınızı hayal edin.Bu tv karşısına oturup Muhteşem Yüzyıl izlemek kadar basit değil bence.Onlar değiştirilebilir bir senaryoyu oynamadılar onlar gerçek bir dünyada yaşadılar, geçmişimizde yaşadılar.Yerinde gördüğünüz zaman okadar büyüsüne kapılıyorsunuz ki, empati yapmaya başlıyorsunuz. Kadına verilen değer nekadar değişti, ileri mi gitti geri mi geldi işte o tartışılır....

Topkapı Sarayı'nda bulunan Harem dışındaki tüm odalar, eserler, koridorlar, resimlenmesine izin verilmeyen mücevher bölümleri ve dini eserlerin yer aldığı bölümler özellikle görülmeli.

Okuduğum kitaplar, gezdiğim yerler, konuştuğum insanlar, araştırmalar... Geçmişten bugüne, her sorunun kaynağında bir sevgisizlik var. Savaşlar, entrikalar, hırslar, kıskançlıklar, egolar...Tüm insani duygular...

Kadın, her dönemde kadın. Uğruna savaşlar çıkan, kayıplar yaşanan, koca bir tarihe adını yazdırabilen , ah biz kadınlar... Çözümlenemeyen bir sır küpü , bir muamma olarak görülen bizleri henüz kendimiz de çözemedik belki ama okadar da zor değil aslında. Hepimizin geçmiş tarihlerden beri istediği şey gerçekten sevilmek değil mi....?

Konu biz olunca Ayasofya arada kaynadı sanki:) . Buyrun oraya da bakalım.


AYASOFYA ayrı bir büyü, gez gez bitmez.Gezerken durup hayale daldıran, düşündüren, kendini sindire sindire izleten eserlerle dolu.Tarihi ise şöyle;


Ayasofya, dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli yapıları arasında yer alıyor. Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami, 1935 yılından bu yana da müze olarak kullanılıyor.

Ayasofya'nın Hiç Bilinmeyen Adı

Ayasofya (Hagia Sophia) ismi Yunanca “Kutsal Bilgelik” anlamına gelir. Ayasofya'nın Osmanlı'nın kullandığı farklı bir adı olduğu, Fatih'in 66 metreyi bulan vakıfnamesinde ortaya çıktı. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz'ün araştırmalarında ortaya çıkan isim, İstanbul'un fethini simgeleyen: Fethiye Camii.

Bizans Dönemi

Ayasofya'nın günümüzde bulunduğu yerde şu ana kadar üç ayrı kilise inşa edilmiş. Günümüze ulaşan ve Ayasofya olarak tanıdığımız yapı üçüncü ve son kez inşa edilmiş olanı. Miladî 360 yılında burada inşa edilen ilk kilise eski bir Roma tapınağı üzerine kurulmuş bir bazilikaydı. Bu yapı 404 yılında, İmparator Arcadius'a karşı çıkan ayaklanmada çıkan bir yangınla kül olmuştu. Yangından 11 yıl sonra, İmparator II. Teodosius döneminde inşa edilen ikinci kilise de yine bir yangınla, 532 yılında çıkan Nika isyanı sırasında yandı. Önceki iki kiliseden çok daha büyük ölçekli üçüncü kilisenin yapımına İmparator I. Justinianus'un emriyle 532 yılında başlandı. İmparator kilisenin inşasının olabildiğince çabuk bitmesini istiyordu. Ülkenin dört bir yanına salınan haberlerle eski kentlerden kalma sütun ve mermerler gemilerle İstanbul'a getirtildi. Yüz ustabaşı, bin usta ve on bin civarında işçinin çalışmasıyla Ayasofya 6 yılda tamamlandı.

Osmanlı Dönemi Eklemeleri

Ayasofya İstanbul'un fethi ile birlikte başlayan Osmanlı döneminde çeşitli onarımlar gördü. Mimar Sinan 16.yy'da binayı depremlere karşı koruyan payanda duvarlar ekledi. Bu duvarlar sayesinde Ayasofya'nın Bizans döneminde defalarca çöken kubbesi bir daha hiç çökmemiştir. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örnekleriyle bezenmiştir.

Ayasofya'nın bahçesinde bulunan Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmed, Sultan III. Murad ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I. Mahmud'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid'in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya'daki Osmanlı çağı örneklerindendir. Ayasofya'daki papaz odaları Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinden sonra medrese olarak kullanılmış, ancak İstanbul Üniversitesi'nin temeli sayılan bu medreseler 1934 yılında Müzeler Müdürlüğü tarafından, her nedense, yıktırılmıştır.

Hat Levhaları

Sultan Abdülhamit döneminde, devrinin büyük hattatlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi, cami içinde 7.50 metre çapında yuvarlak sekiz levha hazırlamıştı. Bu levhalarda, “Allah” ve “Muhammed” isimleri yanısıra, dört büyük halifenin isimleri “Ebu Bekir”, “Ömer”, “Osman”, “Ali”, ve Peygamberimizin torunları “Hasan” ve “Hüseyin” isimleri yazılıdır. Caminin 1935 yılında müzeye çevrilmesinden sonra içeride bulunan eşya ve halılarla birlikte bu levhalarda kaldırılmıştır. Ancak kapılardan sığmayan bu levhalar, uzun bir süre bir köşede bekletildikten sonra tekrar yerlerine asılmışlardır.

Yine Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye ait kubbenin göbeğinde yazılı olan Nur sûresinin 35. ayeti yabancı bir araştırmacı tarafından kazınarak altında bulunması muhtemel mozaikler araştırılmak istenmiş, ancak müsaade edilmemiştir.

Cami Kıblesi

Eskiden kilise olan Ayasofya'nın absidinin yönü diğer kiliselerde olduğu gibi Kudüs'e yönelik olması gerekirken hafifçe kıbleye yöneliktir.    Fatih'in eli ile Ayasofya'nın kıblesini düzelttiği yönündeki rivayetlerin çıkış kaynağı bu olabilir.

Terleyen Direk

Bu direk yapısı itibariyle nemli bir görünüm arzetmektedir. Üzerindeki delik, Hristiyanlık devrinden beri bulunmaktadır. Rutubeti emen direklerden hastalar şifa umduklarından, elleri ile delik açmışlardır. Bu direkle ilgili pekçok efsane vardır.


Restorasyon Çalışmaları

Böylesine değerli bir yapının bakımı da tahmin edilebileceği gibi son derece zor. 1992 yılından bu yana Ayasofya restorasyonda. Bu nedenle ziyaretçiler içeride kocaman bir iskele sürpriziyle karşılaşıyorlar.

Şimdilik benden bukadar, gerisi resimlerde...En önemlisi paylaşmaktı, artık topu size attım, siz de gezin ve etrafınızla paylaşın.Her bakışın yorumu farklı olacaktır...

Sevgiyle...
Pınar Tok


























W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

Gülümse...

Gülümse...
Dünya tüm yanılsamaların merkezine koyar seni, büyü diye...

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Bu Blogda Ara

Translate