The Latest

Spor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Spor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sevgi olmadan denge olmaz, denge olmadan sevgi olmaz.Evrenle uyum içinde, sevinç, sevgi ve bolluk dolu yaşamanın formülleri herkese göre değişse de bilimin izinden giderek, sporun dışında içsel ve bedensel mutluluğa adım atabilmemizi sağlayan yegane seçeneklerden biri de yoga.

Bu konuyla alakalı binlerce kaynak ve ömrünü bu konuya adamış olanlar var. Herkesin ayrı bir tarzı ayrı bir enerjisi var biliyorum. Öğrencisi olduğum ve deneyimlerimden ötürü tüm kalbimle ondaki, değerli Merih Kenet' teki "herkeste olmayan" ışığı ve aktarımı senin de tecrübe etmeni ve bu röportajın hayatına ışık olması dileğiyle başlıyorum.

Sevgili Merih, yogayı senin yorumunla aktarır mısın bize?

30 yıl evvel yogaya başladığımda her dersten sonra iyi hissediş halleri içindeydim. İki yıl kadar içimde bedenimde zihnimde neler olduğu hakkında bir fikrim olmadı daha sonralarda yoga yapmanın bütüne yansıyan iyilik halinin adını iyileşme ve şifa olarak tanımladım.

Yoga bana göre terapötik bir çalışma yani yoganın insanı kendini iyileştirmesine büyük destek olduğunu düşünüyorum. Yıllar boyu olan tecrübelerimden dolayı bütünsel olarak bakıyorum yogaya.Hem fiziksel bedenimize, kas-iskelet sistemimiz, nefes çalışmaları, meditasyonla hem de psikolojimize iyi gelen bir tarafı var.Dokular, hormonlar ve en önemlisi sinir sistemi üzerinde bir etkisi var.Bütün bunlar birleştiği vakit, aslında yoga yapan kişi kendi şifasını gerçekleştirmiş oluyor.Bu bütünsel bağlamda baktığında beni şifalandırdı ve onun için de çok sevdalandım aslında. 

Nasıl başladı bu yolculuk?

O yıllarda öğretmen öğrenci ilişkileri farklıydı. Bizim dönem çekingendi. Hocamın enerjisi otoriter disiplin doluydu. Bunun yanın da yoga yı o kadar güzel güzel aktardı ve içimdeki ateşi öyle yaktı ki o yılda başladı yoga sevdam.

Bizler öyle bir gelenekten geldik ve ben bundan hiçbir zaman şikayetçi olmadım. Benim eğitmenlerimle biz arkadaş gibiyiz, bu da çok güzel ama o zamanların da çok yararını gördüm Pınar'cım.

Aslında hepimizin özlemini duyduğu duygular değil mi?

Kesinlikle o öz disiplin çok çok önemli. Mesela bana yıllar sonra geldi hocam, stüdyoya girdi ve "ne diye bu diplomaları böyle asmışsın duvara " dedi. Benimkiler dedi hepsi sandıkta durur, diplomayla değil dedi ve elini kalbinin üzerine koyarak "buradan, buradan" dedi...

Yoganın  bu anlayışının ötesinde, sonra benim de derslerim çok evrildi ve değişti. Daha iyileşmeye yönelik kısma, somatik kısma, insan psikolojisiyle ilgili olan kısma, hastalıklara iyi gelen kısma çok sevdalandım.

Hastalıklar kısmı çok önemli bir nokta sevgili Merih, burayı biraz daha açalım mı? Sen yıllar önce kötü bir tecrübe geçirdiğinden ama hastalığı yenmeyi ve pozitifte kalmayı başardığından bahsetmiştin önceki sohbetlerimizde. Ben de rahmetli anneciğime konan kanser teşhisiyle birlikte hastanelerde geçen 3 yılıma istinaden bu konularda oldukça hassasım herkes gibi. Yoganın hastalıklara olan olumlu etkisi nedir?

Evet, kanser olduğumu öğrendiğimde ben tıbbın her zaman yanında oldum. Bilim ve ilim yolumuz bizim. Ondan ben asla vazgeçmedim. Şualarımı (ışın tedavisi) da aldım 35 kür, yogamı da yaptım aynı süreçte. İkisi birbirini destekledi hatta doktorum gittiğimde diyordu ki; "ne yapıyorsan yoluna aynen devam et". Sonra gerçekten kendim o ilk deneyimde, yoganın bana iyi geldiğini doktorumun söylemesiyle daha iyi anladım ama ondan sonra o kadar çok insanla çalıştım ki, bana kemoterapiden çıkıp gelenler var benimle yoga yapmaya şöyle diyorlar: "burada var olmak güvende ve iyi hissettiriyor yan etkilerini yaşamıyorum hocam ". Deneyimlerinin minnettarlığını ifade eden çok kanserli öğrencim oldu.

Bundan güzel ne olabilir ki ? 

Doktorlarda yoganın bu etkisine inanıyorlar böyle ifade eden hekimlerimiz var.

Kişiye göre değişiyor diyebilir miyiz?



Günümüzde aktif yoga yapan öğrencilerimiz var aslında bana göre çok güzel her farklılık bir ihtiyaca cevap veriyor aslında.

İhtiyacı olan şeyi bilmiyordur belki ? Keşifte sen mi yardımcı olmayı tercih ediyorsun?

Şöyle ki; yılların tecrübesinde şunu öğrendim; biz doktor değiliz, psikolog değiliz, psikiyatrist değiliz. Ben o rotamdan da vazgeçtim, orada böyle "hımm, sen buraya gelmen lazım, sen oraya" şeklinde yönlendirmeyi yapmıyorum. İlk başlarda bunu yapıyordum, şimdi diyorum ki, ona da gir, öbürüne de gir dene ve hangisinden keyif alıyorsan o dersi seç.İnsanlar isteyerek geldikleri şeylerde daha fazla başarılı ve verimli oluyorlar.

Mesela yoganın, yoga terapi diye bir dalı var ve daha çok iskelet sistemi üzerine odaklı viniyoga dediğimiz bir sistem. Kas ve gevşet sistemi. Ben onun yanında doğu ekolünü de aldım yani; daha mudralar ,mantralar, sağaltma çalışmaları vs.

Terapi dediğimiz vakit öğrencinin hoşuna gitmiyor. Bir hastalıkmış kötü bir şeymiş gibi algılanıyor. Öyle olunca da diyorum ki o zaman gelmeyin çünkü kişi buna inanarak geliyorsa o şifa gerçekleşebiliyor ve o bütüne ulaşabiliyor. Bir de en önemli şey, yoga eğitmenlerinin sözcükleri ve aktarımları. Bu bence kıymetli bir şey. Orada hangi role büründüğümüz. 

Evet sevgili Merih, bana da sohbet öncesi verdiğin derste söylediğin o cümle gibi..."Kendinden aktı gitti". Ses tonun , aktarımın, yaklaşımın ve sana özgü olan o ışığınla, o an çok önemli bir tecrübe yaşadım, gerçekten aktı gitti ve içimde, kalbimde, ruhumda beni acıtan ne varsa gözyaşlarından neşeye dönüştü birdenbire. Bunu okuyanlara bu tecrübeyi fazla ayrıntılı anlatmayacağım sadece deneyimlemelerini dileyebilirim. Anlatılmaz, yaşanır bu duygular...

Çünkü hazır geldin Pınar'cım .Ben o frekansı hissettiğim için aktı gitti. Hazır olan hocasını bulur. Bana gelen öğrencim, beni bulduysa biz onunla çok uzun yol devam ederiz. Şöyle de bir şansım var; bizlerin de bir gizlilikleri olmalı öğrencileriyle. Çünkü bir alan paylaşıyoruz, çok özel bir alan paylaşıyoruz. O yüzden sözcüklerimiz, toplu alanda ders yaparken incitmeyecek şekilde olmalı öğrenciyi. Çünkü o da sinir sistemini çok etkiliyor toplum içinde.

Yaptık zamanında, yapmadık demiyorum ama ben de yılların tecrübesiyle, öğrenciye nasıl daha fazla yararlı olabilirim, onları nasıl daha iyi anlamaya çalışırım diye empati yaparak kendimi dönüştürdüm. Bildiğim işi yaparken kişilerin de sınırlarını çok zorlamadan yapıyorum. Belki mükemmel bir ders vermiş olabilirim ama o derste kullandığım sözcüklerle onların acısını, yarasını tetikleyebileceğimin de farkında olarak buna dikkat ederek ders vermiş oluyorum..



Peki toplu derslerde, duygu durumlarına göre kişilerin bazıları ağlayıp bazıları gülebiliyor. Bu durumu nasıl yönetiyorsun?

Sağaltma çalışmalarında, kamplarda da görürüz ağlama olur, gülme olur ama rutin derslerimizde çok öyle bir an gözükmez. Zaten kişi öyle bir duygu durumuna girdiği vakit, gidip de yanına ağlaması konusunda neden sormuyorum ve kendi hallerinde bırakıp derse devam ediyorum.

Bizim gülme yogalarımız var biliyorsun (gülüyoruz). Gülme gülmeyi getiriyor. Seninle farklı bir çalışma yaptık mesela. Eğer tüm sınıfa bir ders veriyorsam tabi ki daha farklı oluyor. Özellikle seninle öyle çalıştım, daha enerjetik yönünü keşfetmen için, onu sana deneyimlettirebilmek için. Rutin normal derslerimizde, o alana dikkat ederek gidiyorum. Deneyimli guruplarımız oluyor, daha ileri düzeyde oluyor. Onlarla yin enerjetik boyutta daha farklı çalışıyorum. İçinde her şey oluyor, hayat gibi. Amacım, öğrencilerimin tamlık hissini yaşamaları.

Daha önce de bahsettiğim gibi, kanserli hastalarla çok çalıştım. Onlar ders esnasında birçok duyguya giriyorlar tabi ki, onları kendi hallerinde bırakıyorum. Zaten çoğunun danışmanı var.

Hastanelerde kanser hastaları için birçok danışman, destek psikiyatristler ve psikologlar zaten var , peki sence yoga da destek olarak yer alsa güzel olmaz mıydı?

Ben bunun için çok uğraştım. Şimdi ben gönüllü olarak veriyorum. Kanser'le Dans'ın yönetiminde tüm dernekler birleşiyor. Memeder var Vahit Özmen hocamızın başkanlığında, beni de yıllardır tanırlar. Ben buna pandemide başladım, gönlümden aktı. Dedim ki; ben bunun için çok mücadele verdim hastanelerde yapayım diye fakat birtakım hastanedeki organizasyon işlerinden kaynaklı bunu gerçekleştiremedik. Sonra bunu zoom'dan canlı yayın yapacağım dedim ve pandemide başlayan bu süreç çok da güzel ilerledi. Önümüzdeki ayın 8'inde yine başlıyoruz (8 ekim).Organizasyon başkanı Esra Çokçetin aracılığı ile derneklerden duyurular yapılıyor. Zaten benim youtube kanalımda hep var, senelerce kanserle ilgili çokça çalışmalar yaptım. Zaten kongre davetlerim de bu şekilde başlamıştı.

Bu bir alıp verme dengesi, gönüllü olarak yapıyor olmak da bana iyi geliyor. Zoom'dan bir toplanıyoruz 50-60 kişi, sonrasında 1000-2000 kişiye ulaşınca çok mutlu oluyorum çünkü bu onlara da çok iyi geliyor.

Bir de gebelik çalışmaların vardı. Orada neler yapıyorsun?

Normal yolla gebe kalamayan anne adayları için özel çalışmalar yaptırıyorum. O sancılı süreçlerinde kalplerini ferahlatıp güçlendirme çalışmaları diyebiliriz bunlara.

Bebeğin tutunma süreçleri sıkıntılı kaygılı ve stresli. Enerjileri sıkışıyor çok da haklılar. Anne olma niyetlerini güçlendiren enerjetik çalışmalar.

Aslında beraber yaratıyoruz benim rehberliğimde anne adayı kendi şifasını önce uyandırıyor ve sonra bütün bedene akıtıyor bu şifayı.Buna yoga dersi diyemeyiz. Bu çalışmalarım yılların deneyimi ile aşkla akıyor. Meditasyon..mantralar..olumlama ve sözsel iletişim diyebiliriz.

Peki diğer dersler?



Ben her zaman ders öncesi programı yapan bir eğitmenim.

Son 5 yıldır bu programa asla sadık kalamıyorum. Derslerim bir süre sonra kendi istediği gibi akıyor sanki görünmez bir el bana aktarıyor gibi.

Ders bittiğinde içimde inanılmaz bir huzur ve şükran dolu oluyorum.

Yeni gelen öğrencilere baktığımda, yüksek benlikleriyle iletişimde ve kalp gerçeği çakralarının açık olduğunu fark ediyorum. Bilinç seviyeleri de yeniyle uyumlu iyi ki diyorum birbirimizi bulmuşuz.

Bu buluşmanın da hayra vesile olduğunu köklerimizin derinlerde buluştuğuna inanıyorum. Yoganın açtığı bu yolda bazı öğrencilerimle derin bağlarımız var...

Ben de onlardan biriyim sevgili Merih (gülüyoruz)...

Yoganın kaç çeşidi var Merih? Çoğu kişiye yabancı isimleri var biraz açalım mı?

Yoga çok geniş bir yelpaze Pınar'cım. İlk geleneksel yoga, yani hatha yogası dediğimiz çeşidi. Daha kas , iskelet sistemi. Ben buna kasların hikayesi diyorum. Sen de eğitmenlik çalışmanı tamamladığın zaman daha da içine gireceksin bunların. Surya namaskarların, güneşe selamların, trikonasanaların, denge hareketlerinin, güçlenmenin olduğu serilerin olduğu bir hatha yoga var geleneksel.

Aslında bundan 30 yıl evvel bu yoga, zaten içinde yin yogayı da barındırıyordu. Biz bazı duruşlarda, yani padmasana duruşlarında (oturur duruşlar) çok uzun kalıyorduk. Bugün daha hızlanan bir sistem var aslında. Ben bakıyorum, bizde de eğitmenlik eğitimleri veriliyor onun için bence yin bir ihtiyaçtan doğdu. Yaşam , kültürel figür insanların hızlanması bu durumları değiştirdi tabi. Klasik yogada bakıyorum, biz bir duruşta 1 dakika duruyorduk, şimdi durmuyorlar. Bu yelpazenin içindeki yin yoga gerçekten fasyayla (vücudun bağ dokusu) çalışan bir sistem. Tüm organlarımızı tutan bağ dokuyla çalışan bir sistem. Bütün dünyada bu sistem uygulanıyor (mandalinanın zarı gibi olan bağ doku ). Yin'de uzun duruşlarda kaldığında, Fasyaya stres uyguladığımızda (duruşlarda 3 veya 4 dakika) kalıyoruz. Yırtılmalar oluyor işte işin sırrı burada .... NADİ  dediğimiz yaşam enerjisi ırmakları akmaya başlıyor bedenimizde 72.000 nadi yani enerji ırmakları var. Bedendeki sıvı değişiyor. O katılık, dokulardaki sertlikler solüsyon haline geliyor, kimyası değişiyor.

Kesinlikle Merih, ben masaj yaptırmayı çok seven biri olarak 50 dakikalık masajlarda ulaştığım kas gevşemesine senin bana yaptırdığın çalışma ile 30 dakikada hem zihnen hem bedenen daha fazla bir rahatlamayı tecrübe ettim. Ne demek istediğimi umarım herkes tecrübe etme şansı bulur (gülüyoruz)

Zaten yin yoganın özü meridyenler, bugün biz çigong da yaptık (Çin tıbbının ve savaş sanatlarının bir parçası olan Çin kaynaklı bioenerjetik egzersizler)  orda da meridyenler aktif oldu.Meridyenler üzerinde çalıştığında aynı sen nasıl tetik nokta yaptırıyorsan aküpresur noktalarına duruşlarda uzun kalarak kendi akupunkturistin oluyorsun.

Herkes o duruşlarda o kadar süre kalamayabilir, o zaman ne yapıyorsun?

Hayat gibi bu da, deneyimlerime istinaden söyleyebilirim ki hayatta neyi zorladıysam bana hiç iyi gelmedi. Kişiye de onu diyorum. Kişi ihtiyacı olanı biliyor. Zaman içinde duruşlarda kendini de görüyorsun, egonu da görüyorsun. Aslında uzun kalanla kısa kalan arasında his olarak bir fark yok, zaman içinde o bırakma hali deneyimi oluyor. En önemlisi de yoga yarışın olmadığı bir yer. Yarışın olmadığı yerde, birlikte yol aldığım yogilerime (tabi çok yeniler de var aralarında) baktığımda görüyorum ki herkes kendisi gibi öğrenciyi çekiyor. Enerji alanlarımız birbirine yakın ve onların da bu yarıştan uzak hal hoşlarına gidiyor. Bu demek değil ki performansımızı hep aynı noktada bırakacağız. Sınırlara bakıyorum mutlaka, bir batma bir yanma yoksa diye...

Burada Karaşovalyeler ve Pandacılar örneğini vermek istiyorum.

Nasıl yani?

Bak kimi kişi kimi ruh bir duruşu dibine kadar yapmak ister, ona bir duruş verirsin asanada son noktaya gelir. Ben ona Karaşovalye derim. Diğer kişi ise duruşa geçtiğinde sınırlarının çok gerisinde kalıyor( tereddüt ve korku) enerjisi biz buna pandacı diyoruz.

"İkisinin arasında bir yerde buluşmak mümkün mü? Sınırlarının kıyısından biraz daha uzaklaşmak, gözlemek , hissetmek mümkün mü?" diyoruz öğrenciye.

Zorlamadan, itmeden, çekmeden olana teslim olarak pozda kal.( niyetimiz budur) yin yoga da..

Bu tavır bize istekli bir o kadar da tahammül hatırlatıyor. Bedenin bilgeliğini deneyimliyor kişi.

Yoga yapmak için bir spor geçmişi şartı var mı?

Hayır kesinlikle yok ama şu var, bakıyorum pilates yapıyor ki zaten ben pilatesi de çok destekliyorum. Özellikle reformer yani aletli pilates. Diyorum ki yoganızı da yapın pilatesinizi de. Güçlenmeye de ihtiyaç var sonuçta. Dumbılla da çalışın diyorum. Hepsi bir ihtiyaç. Yeter ki kişi geldiği vakit, mutlu ayrılsın. Bazısı benimle yol alıyor bazısı da yogayı başka türlü yapmak isteyebiliyor. Her öğrenci de benimle yol alacak diye bir şey yok. Vinyasa yoga mesela daha akışta, daha hareketli. O kişi hareketlilik seviyor. Durağanda zihin çok devreye giriyor. Yin yogayı hiç istemeyen olabiliyor. Aslında yin yogada her duruş bir meditasyon ve o kalma halinde zihinde bir sürü şey oluyor ve o şey hoşuna gitmeyebiliyor.

Merih, ben bilirsin sabırsızımdır bu da kendimi eleştirdiğim yönlerimden biridir. Ben o uzun duruşlarda hiç bir şekilde o hareketliliği istemedim, hatta çok da iyi geldi. Normalde bekleyemem, anı yaşayamam hemen hareket değiştirmeyi isterim  ama hiç aklıma bile gelmedi. Burada yazıyla tarif edemeyeceğim duyguları yaşadım ve hatta öyle bir anım oldu ki boyut değiştirdim ve sana neler hissettiğimi anlattım (burada açmasak da olur :) bizde kalsın )

Herkeste farklı oluyor Pınar'cım. Ben de ilk yin yogaya başladığımda, "ay ne zaman bitecek bu zaman geçse de bitse" falan diyordum. Senin ihtiyacın varmış buna demek ki. Onun için kişinin dalgalanması, gidip gelme hali olağan. Şifada, enerji veren meridyen çalışmalarında en büyük desteğim yin yoga. Bunu medikal çigong'la uyguluyorum. Onu da Çin'li bir tıp hekiminden öğrendim. İkisinin çok uyum içinde olduğunu fark ettim akışta. Bu serbest salınım dediğimiz pasyayı hareketlendirdiği, o sallanma hareketleri, hani o başta yaptığımız o sonsuzluklar yaptıkça denedikçe kişi de fark ediyor enerjinin nasıl aktığını, nasıl olduğunu. Kendi enerjisi de fark ediyor.



Düşün ki öğrencin bir cerrah ve ona enerjiyi chi, ki, pranayı aktarıyorsun bu görünür olmadığından -miş gibi aktarmak kolay değil. Şükür ki artık bilimsel de açıklamalar çoğaldı.

Ben 30 yıldır bu yoldayım, o kadar bilim ve ilimden şaşmadan onların anlayacağı dilden bu enerjiyi, bunu aktarmak için nasıl bir dil kullanacağımın çabasını verdim ki onların yanında ben de tam anlamıyla buradayım demek için. Öyle bir şey oluyor ki, enerjimizi hissedelim dediğimde alkış yaptırıyorum mesela, adam çıkar gider yani ama çıkmıyor. Kalıyor orada. İnanç, güven ve mesleğe olan saygıları insanlar sonuçta ve bakıyorlar burada da bir emek var, güzel geri dönüşleri var. Herkes haddini bildiği sürece sorun yok yani hiçbir zaman tıbbın yerine geçecek yoga diye bir şey yok elbette. Yoganın terapötik etkisi ve bütünsel bir şifası var. Bunu ben yapmıyorum, yoganın içinde kişi kendisi yaratıyor. Ayaklarıyla geliyorlar kemoterapiden ve orda olmak istiyor. Mide bulantım olmadı diyor, çok iyi geçti diyor. Yani kendisini çok iyi hissediyor bunda ne kötülük olabilir ki. Yüzde yüz tedavide en etkili şey yoga demiyorum. Kanser hastaları için yogasını yaparken iyi hissetmesi hali bile şahane diyorum.

Başta da konuştuğumuz gibi diliyorum ve diyorum ki hastanelerde kesinlikle yer almalı böyle bir destek bölüm sevgili Merih.

Ben hastanelere girmek üzerine çok mücadele verdim daha önce de belirttiğim gibi Pınar'cım. Elimden geleni de yaptım. Özellikle gittim kapılarını çaldım yapalım diye ama onların seanslarıydı, nasıl yapacaklarıydı, nasıl yer ayrılacağıydı diye kabul görmedi ve en sonun da dedim ki amaç onlara ulaşmak mı, ben de bunun için gönüllü müyüm, bunu ben ücretsiz yapayım dedim. Bu konuda destek de veren öğrencilerim oldu. Mesela Profesör Nuran Beşe, radyolog onkolog benim öğrencimdir.Bizim en büyük destekçimiz oldu sevgili Nuran hoca. Kitabımda da vardır. Cerrah Cem Yılmaz hoca var, yoganın destekçilerindendir Cem hoca da. Mutlaka paylaşımlarımı o da alır paylaşır. Yine destekçilerimizden Prof.Zeynep Tartan hoca ve Memeder'in kurucusu sevgili Prof. Dr. Vahit Özmen hoca var vakıf işlerinde.

Online nefes ve meditasyon hastalara yönelik, birebir online canlı çalıştığım profesör öğrencilerim var. Yoganın terapötik etkisine inanıp gelenler, bu bana çok iyi hissettiriyor. Bilim ilim tarafından da destek görmek.

Online eğitim ile yüz yüze eğitim farklı olmuyor mu? Bu kadar etkili oluyor mu online da da?

Beni tanıyorsa öğrenci, bir vesileyle tanımışsa, onlarla ilişkimiz online 'da da yürüyor. Ben açıkçası online çalışmaların bu kadar başarılı olacağını düşünmemiştim ama enerji ekranı delip geçiyor. Bu sefer de göz ile değiyoruz. Öbür türlü kalpten mi ulaşıyorsun, burada da gözlerimizle o ekranı deliyoruz çünkü zaten niyetim beni bu şekilde bulana ulaşmak ve ona yardımcı olmak ve iyi hissettirmek. Kişi de hazırsa, birinin böyle kolunu itiştirmesi ile gelmediyse şifalanıyor mutlaka.

Seni en zorlayan kısmı nedir bu işin?

İnanç. Bazen şöyle oluyor, kendi ailemizde de en yakınlarımıza şifa olamayabiliyoruz. Ben buna inanıyorum çünkü kişi kendisi istemeyince şifa gerçekleşmiyor. Merih hoca olur başka hoca olur, kişi gelmeden önce biraz araştırmalı bence. Çok iyi eğitmenlerimiz var. Bir bakarsın ben yapabilecek miyim, istiyor muyum yapamayacak mıyım diye...Enerji ve frekans tutma olayıdır bu. Biz nasıl gözlerimizle birbirimizi bulduk, bu alan da bizi bırakmadı. Seni takip ederken o enerjilerdeki ipi koparamadım yani bazen de sordum neden oradayım falan diye. Bu da şunun gibi bir şey, kamplarıma katılanlar var bir bakıyorum ki başka şehirden gelmiş. Geldikten sonra diyorlar ki, "o kadar doğru yerde olduğumu hissettim ki sanki biz sizinle daha önceden tanışıyormuşuz gibi".

Kamplar ne kadar aralıklarla oluyor ve neden Datça?

Pandemi girdiği için araya, belki baharda bir kamp daha yapıp bir de Eylül'de yaparım. Neden Datça olduğuna gelince, benim Datça'da sürekli gittiğim bir yer var, müthiş bir enerjisi var. Orada öğrencilerim çok rahat ediyorlar. Ayrıca 20 adımda denize girilebilen bir alanda. Biz hem yoga yapıp hem yol yürümektense daha bir yoga tatili gibi yapıyoruz bu kamp işini. Sohbet, muhabbet oluyor. Benim kamplarda öyle çok öz disiplinden ziyade daha kaynaşmaya , dostluğa ve arkadaşlığa önem veriyoruz. Tatlı bir disiplin var oradaki yoga kamplarımızda. Öğrencilerim bilirler ki ben söylemeden, o kapı saatinde kapanır ve saatinde açılır.

Yoga öncesi Merih ile yoga sonrası Merih'i kıyaslar mısın, en büyük değişim ne oldu?

En büyük değişim kendi ayakları üzerinde duran güçlü ve yaratıcı kadın. Eskiden daha yumuşak, aşırı fedakâr, insanların ne dediğini önemseyen yanım ve yargılı yaklaşımlarım vardı.

Beynimin örüntülerini değiştirip yeni huylar edindim bu Merih'i çok seviyorum. Yeni huylar, alışkanlıklar, yeni inançlar için çabam oldu, sabrım oldu ama inancım hep daha çok oldu. Kendim gibiyim en iyi arkadaşım kendimim...

Bastığım yeri titretiyorum. Gücüm ve kuvvetim yerinde ve bu güç , kuvvet ve yaratıcı enerjimle içimde bitmek bilmeyen bir iştah var. Hayata iştahım çok, hayallerim umutlarım var, keyif alarak yaşıyorum. İlham ve yaratıcılık kalbimden geçip taşıyor.

Bunun için Tanrıma şükürler olsun.

Öyle de görünüyorsun zaten sen yaşsız bir kadınsın Merih! 

Sohbete ve sorulara doyamıyorum ama sözü burada biraz akışa ve sana bırakmak istiyorum. Senin söylemek istediğin neler var?

Hayat geliyor, geçiyor ve hayat çok güzel aslında. Dün dünde kaldı diyelim hep ve anı yaşayalım. Hep takıyoruz ya kafaya, o olmadı bu olmadı vs. diye, inan ki gülümsemek yalancıktan da olsa çok etkili diye düşünüyorum. Bu sonrasında bir alışkanlık haline geliyor. Kendim gibi olduğum vakit , derslerimi de öyle verdiğim vakit, o içimde başka biri olma hali çok güzel bir durum. İyilikle, güzellikle, kendimizi rahat ve maskesiz ifade edebileceğimiz ortamlar ve insanlarla olmak lazım. Öyle olabilmeliyiz. Şefkat ve sevgi ortamlarını birlikte yaratabileceğimize inanıyorum. Şimdi birbirimize değemiyor, dokunamıyoruz pandemiden. Mesela ben sırt sıvazlamanın çok özel olduğunu düşünürüm. Bana yoga ana derler, öğrencilerim kapıdan girerler onlara sarılmayı, sırtı sıvazlamayı severim. Çok az insanla eşleşirsin belki ama o kalp ritmi her zaman doğru hissi verir. İnşallah öyle günlerimizde buluşalım.(neşeyle gülüyoruz)

Herkes bir şekilde kendisini iyi hissetmek için bir yol buluyor. Bu bir dans olabiliyor, resim olabiliyor, yoga olabiliyor, aktif spor olabiliyor. Ben de diyorum ki; önce kişi kendisine sorsun tek yol yoga değil. İyi hissedeceği bir yolu bulsun. Eğer kendisine dair bedensel, ruhsal, tamamlanmamış bir noktasını görüyorsa yoganın yolunu da, kapısını da bir çalsın diyorum. O deneyimi görsün ve bilhassa belirli yaşlardan sonra gençlerin yaptığı gibi menopoz, osteoporoz gibi, kemik erimesi gibi sorunları olanların da mutlaka ve mutlaka yapmalarını tavsiye ediyorum.

Menopoz derken andropoz da dahil mi? ( gülüyoruz)

Evet kesinlikle dahil. Mesela erkeklerde en büyük risklerden biri olan prostat üzerine yin yoga çok faydalı. Çünkü fasyanın en çok olduğu yerler apış arası dediğimiz bölümler. Çalışmalarımdan dolayı da birebir biliyorum çok fayda sağladığını. Tam prostat büyümesine giderken çalıştığım vakalarda, inanılmaz şifalanmalar gerçekleşti. Kendi yakınlarımdan bunu biliyorum.

Bunların yanında genç olup da kapımı çalan, kaygı. stres, panik atak sorunu olanlarla da birebir çok çalıştım. Fırsatı olanlarla tabi ki birebir çalışıyorum, online sistemi de ayrıca çok güzel oldu. Evinde minderinin üzerinde rahat ortamında online olarak da çok keyifle çalışabiliyoruz.

Gaziantep Üniversitesi'nden doktor öğrencilerim var. Onlara online olarak ders veriyorum. Dahiliye doktoru mesela, stajyerlere bitirme tezleri için, nefes , pranamaya teknikleri, derin gevşeme gibi konularda bilgiler için bir şekilde beni buldular. Onlarla tezlerini tamamlıyoruz. Sertifika veriyorum onlara.

Yogayı meslek olarak tercih etmek isteyenler için neler söylersin?

Yogada zorlu duruşlarda sakatlanmalar olabilir.

Eskiden bu asanalar için öğrenci zorlanırdı oysaki şimdilerde kişinin kendi anatomisine iskelet sistemine uygun pozlar içinde yerini kendi belirlemesi öneriliyor.ben de buna katılıyorum dokuları zorlamak da bir stres ve sinir sistemine baskı diye düşünüyorum.

Öncelikle yogayı aktarma isteğiniz dolup taşmaya başlamalı o zaman iyi bir eğitmen olma adayısınız.Acele etmeden sindire sindire , araştırın farklı hocaların derslerine girin bol bol ders verin öylece  deneyim ustası olacaksınız.

Aşk ve disiplin varsa herşey mümkün.Hormonlu hoca değil, deneyimli hoca cümlesini severim.Her öğretmenin kendi yogası var. Yıllar içinde böyle de bir dönüşüm oluyor benim için böyle oldu belki her öğretmen için değildir. Farklı tavır ve eda ...

Zamanın deneyimin aşkın kollarında enerjisini aktarmaya gönlü akan bütün hocalarıma saygı ve sevgiler olsun.

Çok beğendiğim genç eğitmen arkadaşlarım var yollarında güller açsın diyorum. Yogayı onlar yaşatacak...

Harika ders ve söyleşi için çok teşekkürler sevgili hocam.Ben inanılmaz bir deneyim çok keyifli ve birçok kişiye ışık tutacağına inandığım bir sohbet gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum. Peki sana nasıl ulaşabilirler?

 Bana özelden yazabilirler merihkenet@gmail.com Tel:05327119874 MK yoga cep 0530 939 44 12 İnfo@merihkenet.com

Son olarak söylemek isterim ki,

Röportaj ve ders için buluştuk belki ama kalbimde derin bağları olan bir dostluk olduğunu hissediyorum, boşuna değil buluşmalar.

Pınarcım emeğine, kalbine, kalemine sağlık...

Yoga beni şifalandırdı hep iyi hissettirdi...Ömrüm yettikçe bu sanatı aşkla aktarmaya devam edeceğim...



Duruşuyla, geçmişteki ve günümüzdeki yazıya sığdıramayacağım sayısız başarılarıyla dövüş sporlarının üstadı Birol Topuz'la harika bir söyleşiye hazır mısın? 

Birol Topuz, 1969 Tunceli Ovacık doğumlu. Henüz 1 yaşındayken Almanya’ya gitmiş, 3 yaşında geri dönmüş İstanbul’a. Spor yaşantısına 1990 yılında üniversiteyi bitirdikten sonra başlamış. Enteresan bir spor yaşantısı var çünkü spora 20 yaşından sonra başlayan biri. Kabul etmeliyim ki bu kadar geç yaşta başlayıp bu kadar başarılı olmak her yiğidin harcı değildir.

Neden Kick boks?

Kung Fu federasyonu yoktu, Kick Boks un o dönemlerde Hollanda’ da maçları olurdu. 1991 yılında Kadıköy’ de bir spor salonu buldum. Orada Kick Boks ve Thai Boks’ la başladım. Fakat içimde hep bir ukte vardı neden hep daha iyi olmak istiyordum ve o dönemlerde 1992 yılında gençler  dünya şampiyonu olan Rahmetli Sinan Şamil Sam benim takım arkadaşım, o günlerde onun dünya şampiyonluk maçlarını seyredince bir de Kadıköy’de Caferağa spor salonunda uluslararası Ahmet Cömert boks turnuvasını seyredince ben de boks yapacağım dedim akabinde boksa başladım Fenerbahçe Spor Kulübünde. Boks ve Kick Boksu beraber yürüttüm ve 1995 yılında ilk defa kurulan Kick Boks federasyonu dünya şampiyonu oldum kendi kilomda. 1996 yılnda Avrupa şampiyonu olduktan sonra bir de dünya şampiyonu oldum. Böyle macera başladı. Yaklaşık 2006 yılına kadar Avrupa dünya şampiyonasında birçok dereceler yaptım. Dünya şampiyonu olduğum için o dönemde K-1 organizasyonuna ismen çağrıldım K-1 Kick Boksun F-1’İ yada Futbolun Şampiyonlar Ligi diyebiliriz. Aynı anda da amatör olarak boksta Türkiye yi temsil ettim.  2006 yılına kadar amatörde 300 tane maça çıktım 280 tanesini kazandım 20 tane kaybettim, profesyonelde 21 maç kazandım. 3 malubiyet, 1 berabere olmak üzere 25 maç yaptım.

2016 yılında Bu organizasyonları Türkiye ye getirebilmek için Topuz spor management ı kurdum. 2006 yılında ilk organizasyonumu yaptım. Avrasya Ring Masters Olympia  organizasyonun yaptım. Bunun ismi tamamen bana aitti, ringin ustaları olimpiyatı diye… 2016 yılından itibaren K-1 i Türkiye ye getirdim ve Türkiye’deki sporcuların menejerliğini yaparak onları Dünyanın en büyük organizasyonlarında ( K-1, Glory Kick Boxing, W-5, Thai Fight, WBC, ProFC ) mücadele etmesi için kontratlar yaptım. . Yaklaşık olarak 30-40 tane organizasyon yaptım ve en son olarak 18 Mart Cumartesi gecesi Silence İstanbul Otel Ataşehir’de Uluslar arası Profesyonel Boks  VIP konseptini yaptım.

Amacımız her zaman Türkiye de iyi şeylere imza atabilmek. Bu işlerde iyi şeyler ne, hem yurtdışında  iyi bağlantıları olması lazım neden çünkü yurt dışında bağlantınız yoksa, yurt dışında tanınmıyorsa yapmış olduğunuz organizasyonun size ve sporcuya bir katkısı yoktur.Bizim yaptığımız organizasyonlar  Fifa gibi düşünün, fifa'nın kabul ettiği bir organizasyondur. Oradaki boksörler kazandıkları her maç sonunda dünya sıralamasında puan alırlar ve yukarıya doğru çıkarlar . Bizim de o gecede yaptığımız bütün maçlarda boksörlerimiz, dünya sıralamasında yerlerini aldılar ve kazananlar sıralamada yukarı çıktılar.


Türkiye böyle bir organizasyona açtı diyebiliriz öyle değil mi?

Evet, aslında şöyle; seyirci anlamında biz organizasyonu doldurduk. Reklam kısmında biraz zayıf kalmış olabiliriz. Gerçi kısacık tanıtıma rağmen, tv' deki geri bildirim güçlüydü. Ayrıca dışarıda kalan seyircinin gelip bilet alamaması da talebin ne kadar yüksek olduğunu gösterdi.

Maç tarihleri belli mi önceden?

Maç tarihleri Türkiye' deki önemli spor (futbol, basketbol v.s.) karşılaşmalarının tarihlerine çakışmayacak şekilde organize edilir. Genelde 1 yıl içinde Türkiye' de 3 veya 4 gece organize edilir. Bu organizasyonlar diğer spor karşılaşmaları ile aynı günlere çakışmadığı zaman gerek gelen seyirci kitlesi ve gerekse tv' de izleyen seyirci kitlesinde takip oranı artacağından ona göre planlama yapılır. Tabi ki yurtdışı maçları ile paralel ve uluslararası organizasyonlarla bağlantılı planlı tarih üzerinde ortak bir kararla sonuca ulaşılarak resmi bildirimler yapılır.

Dünyada kaçıncı sıradayız?

Biz dünyada (boks, kick boks, muay thai) sporlarında ilk 15 ülke içinde her zaman mevcuduz.

Şimdi neler yapıyorsunuz?


Şimdi benim bir spor dövüş kulübüm var Topuz Fight Akademi. Ataşehir’de Let’s Club' ın içinde faaliyet gösteriyor bir de, danışmanlık yaptığım Göktürk’te Young Bulls Boksing Gym diye bir kulübümüz var. Orada da iki olimpiyat, iki dünya şampiyonu Kuba’lı bir antrenör olan Hector Vinenti getirdik altyapıyı oluşturduk. Orada dünya çapında boksör yetiştirmeye çalışıyoruz. Bizim organizasyonlarda onlara mücadele alanları açıyoruz. Hedefimiz, Türkiye’de mücadele sporları Boks, Kick Boks, Thai Boks ve MMA  branşlarda sokaklardan gelecek çocukları topluma kazandırmak. 

Bugün ülkede sigara ve alkol tüketimi çok hat safhaya ulaşmış durumda ve baktığımz zaman 20 milyonluk bir metropolde suç oranı çok yüksek… Onları daha farklı bir şekilde ringlere kanalize edecek bir yapının içine girdik. Hedefimiz, bir market oluşturmak.


Kadına şiddet konusunda nasıl bir yararı var bu sporun?

Bize gelenlerin yüzde 30’u bayandır.Maçlarda da aynı şekilde yüksek bir bayan profil var çünkü bayanlar gerçekten mücadele sporlarında hem kendilerini olası tehlike ve şiddete karşı koruyabilecek hem eğlenecek hem de güzellik anlamında fiziklerine olan etkileriyle onları cezbedecek… Bu gibi sporların kadınlar için vazgeçilmez bir spor dalı olduğunu düşünüyorum bundan dolayı da bunun bizim için büyük bir Pazar olduğunu düşünüyorum.

Zaten toplumda tüketim yapılan iki unsur var biri çocuk diğeri kadındır… Bu iki unsuru iyi tutarsanız, Pazar payını da iyi tutabilirsiniz diyebilirim.

Kesinlikle doğru. Peki, bu spor kaç yaş aralığında yapılabilir?

                        

Şimdi şöyle, ben çocukları genelde ilk başlangıç seviyesi olarak judoyla başlatıyorum çünkü çocukların başta vurma , kontak teması yapmaları bana göre doğru değil. Gelişimleri açısından da doğru değil. Judo’ ya baktığımız zaman dünyada üniversitede tek kürsüsü olan tek mücadele spordur.
Burada çocuklarda kuşak olayı var, kademeyi ve disiplini getiriyor. Onla beraber pedagojik judoyla başlayıp 12 yaşına kadar hem fiziksel gelişimde hem jimnastik gelişimleri, 12 yaşından sonra da daha yumuşak, sert olmayan Kick Boks ya da Boks ama kontak yapmadan, tekniklerle torbada elliklerle gölge boksuyla, 16 yaş yani ergenlik dönemlerinden sonra, boks ve kick boksu aktif olarak yapabilirler .

Kimler yapamaz?

Benim spora başlamamın en büyük sebeplerinden biri de bir engelli vatandaşımızı TV’ de görmemdi. O beni çok etkiledi. Eskiden bir program vardı, HERŞEYE RAĞMEN HAYAT DEVAM EDİYOR diye… Onun yüzme sporu yaptığını görünce, biz ne yapıyoruz dedim! Mesela sosyal medyada görmüştüm, kolu bacağı olmayan bir insanın boynuna taktığı ağırlıkla çalıştığı… Demek ki engel sınır tanımıyor.

Bu spor ne kazandırıyor insana?

Şöyle söyleyeyim, bir kere mental olarak çok büyük yararları var. Fiziksel olarak da olduğu gibi… Birincisi eğlenerek spor yapıyorsunuz, ikincisi fiziksel olarak baktığımızda vücudunuzun her kası yüzme sporunda olduğu gibi ayağınızın ucundan kafanıza kadar çalışıyor. Üçüncüsü, içinizdeki stresi atıyorsunuz. Özellikle şirketlerde çalışan insanlar için bunu öneriyorum. Şirketlerde genelde baskı altında kalan insanlar, doğru karar verme yeteneklerini yitiriyorlar. Boks ve kick boks gibi sporlar da baskı altındayken karar verme yeteneğini geliştiriyor. Düşünün ki sürekli biri size vurmaya çalışıyor ve siz ondan kaçıp doğru yoğunluğu bulmak doğru teknikleri uygulamak için karar veriyorsunuz. Bir de, en önemlisi mücadeleden korkmamayı öğretiyor.

YERE DÜŞTÜĞÜNÜZ ZAMAN KAYBETMİYORSUNUZ, AYAĞA KALKMADIĞINIZ ZAMAN KAYBEDİYORSUNUZ!!!


Sürekli kalkıp devam etme dürtüsünü geliştiriyor bu spor… Bu amatör kısmı. Profesyonel olarak baktığımız zaman ise, dünyanın en çok kazanan sporcuları ne futbolcular ne de başka sporcular… Her zaman ilk 10’ da boksörler vardır ki dünyanın en çok kazanan sporcusu bir boksör, milyar dolar servete sahip May Weather’dır.Niye? Amerika’da  boksun medya geliri, reklam geliri ve sponsor geliri çok yüksek. 100 yıllık bir spor Muhammed Ali geleneği var dünyada bilinen. Ondan dolayı ekonomik olarak da bir geliri var profesyonel sporculara.. Bunların hepsini koyduğumuz zaman yan yanan, amatör sporculara da profesyonel sporculara da iyi bir kazancı var.

Klasik bir soruyla devam edelim. Boks yapmak beyne zararlı mı, parkinson olur mu yapanlar…


Evet gerçekten klasik sorudur bu. Biz boksörle yumruktan kaçma sanatını öğretiyoruz. Parkinson olayı Muhammed Ali örneğinden çıkıyor aslında bu hastalık evet onda vardı ama doktoru ona “eğer sen boksa devam edersen bu hastalığa 40 yaşında yakalanırsın, öbür türlü 60 yaşında yakalanırsın” demiş. Ben hayatında hiç sporla alakası olmayan birçok insan biliyorum perkinsona yakalanan. İnsan beyninin belli bir protein sentezi yapmamasından kaynaklanıyor. Bu hastalık eğer siz bu hastalığa yakalanıp,boks yaparsanız, hastalığı hızlandırıyor. Dünyada milyonlarca boksör var kaçı bu hastalığa yakalanmış bakın… Araştırdığınız zaman bu sporun zararları var mı yok mu göreceksiniz.. Yani kısacası bu tamamen yanlış bir algıdır. Dünyada zararlı sporlar olarak ilk 20’ye baktığınız zaman kick boksu  veya boksu göremezsiniz bile..

Bu spora başlamak isteyenler ne kadarlık bir bütçeyi gözden çıkarmalı?

Aslında bu spor için büyük bir bütçeye gerek yok. Eğer siz bu sporu yapmak istiyorsanız, kulüpler bazında Fenerbahçe, Beşiktaş gibi spor kulüpleri var İstanbul’da bir de belediyelerin desteklediği kulüpler var. Bunlar sizde bu yeteneği gördükleri zaman size eldiveninizi de veriyorlar antrenman da yaptırıyorlar, yapacağınız tek şey, bir tane ayakkabı bir tane şort almak olacaktır…Malzemeler eskiden çok pahalıydı. Segment olarak yoktu ama şimdi, bir eldiven 30 TL’den başlayıp 500TL’ye kadar bulunabiliyor. Her segmente uygun demirbaş bulabilirsiniz. Zaten aldığınız bir eldiveni en az 1,5 – 2 yıl kullanabiliyorsunuz. Yani, siz kendinizi gösterip İyi bir kulüp bulduğunuz zaman, o kulüp size maaş da veriyor lisans çıkarıp, kontratınız yapıyor. Olimpiyatlarda kazandığınız zaman milyon dolar alıyorsunuz sonuçta. Ayrıca boksta başarılıysanız başarılısınızdır çünkü bu bir futbol gibi değil, maçta size kimse arkanızdan ya da yanınızdan pas vermiyor, başarıya ortak olan yok yani…


İleri yaştaki insanlar da başlayabilir mi bu spora? Belli bir alt yapı şart mı?

Ben hep şunu söylüyorum. Bir kere en önce doktora gideceksiniz. Kalp kontrollerinizi yaptıracaksınız. Diğer tüm kontrolleri de. Yani komple bir sağlık taraması gerekiyor. Hani derler ya, “bir şey olur iyi olursa Allah’tan, kötü olursa kuldan “ diye. Bunları yaptıran bir insan için sorumluluğu üzerinizden atmışsınızdır artık çünkü bilmiyorsunuz ki gelen insanın ne gibi bir sağlık sorunu var.

Sağlık raporlarına göre kişiye doğru antrenmanlar vererek, level lar vardır ona göre idman yaptırırsınız. O seviyeleri ayarlamak önemli. Yani röntgeni çekmek önemli. Röntgeni çekmezseniz, sadece ekonomik boyuta bakarsanız sıkıntı yaşarsınız. Ben buraya gelen insanlara diyorum ki, hedefiniz ne?, amacınız ne? Benden beklentiniz ne? Beklentinizi söyleyin ben karşılayabiliyor muyum onu söyleyeyim…

Herkes eğitmen olabilir mi? Bu konuda ders almak isteyenler neye dikkat etmeliler?

Eskiden merdiven altı diye bir tabir vardı, isteyen bu sporu öğrenip eğitmenlik yapabiliyordu kolayca ama şimdi öyle değil. Mücadele sporlarının eğitmenliğini verecekseniz mutlaka Gençlik Spor Müdürlüğü’nün açmış olduğu antrenörlük kurslarına gitmeniz lazım. Bu antrenörlük kursları 10 gün sürüyor, bunun 3 günü beslenme anatomi (spor fizyolojisi ve anatomisi) , ondan sonraki 7 gün ise tamamen teknik ve taktiktir. Bunları geliştirdiğiniz zaman, Eğitim Daire Başkanlığı size bir diploma verir. O diplomayka beraber siz eğitmenliğe başlarsınız.

10 günlük bir diploma yeterli oluyor mu?

10 günlük diplomayı alabilmesi için, öncesinde müsabaka yapması lazım, belgeleri olması şart. Ancak bunlar olduktan sonra geçerli olur.

Ben antrenörlüğü şuna benzetirim, “ANTRENÖRLÜK TERZİLİK GİBİDİR, BİR KUMAŞI TERZİ YANLIŞ KESERSE O DİKİŞ TUTMAZ” . Onun için iyi bir antrenörden eğitim almanız lazım, bu çok önemli.

                     














Kişiye, anatomisine göre boksu vermeniz lazım. Yani, genelde bizde klasiktir sol sağ direk bitti! İşte öyle değil, boks ayakta başlar önce yürümelerle. İleri yürüme, geri yürüme, yana yürüme gibi… Ondan sonra bakarsınız, anatomisine. Kolları uzunsa direkler ile tekniğini verirsiniz kolları kısaysa kroşe ve aparkatları kullandırırsınız. Çok atak dövüşüyorsa, atak dövüş yaptırırsınız. Kontura ataksa, geriye vuruşlarda, öne vuruşlarda, bunların hepsini analiz etmesi lazım bir antrenörün. Yani size göre güzel bir elbise dikmesi lazım. Yani adamın boyu kısaysa ve duble paça bir pantolon yaptıysa terzi, adam Charlie Chaplin gibi görünür, bunun bir anlamı yok.

Kesinlikle öyle. Çok güzel bir teşbihti. Peki boksa başladım, ne kadar bir süre geçmesi gerekiyor belli bir seviyeye gelebilmek için?

Ben size şunu söyleyeyim, bunun oturabilmesi için 1 yıl şart. Temelini oturtmanız lazım. Ondan sonra zenginleşmesi lazım. O zenginleşme de ne biliyor musunuz? Eğer siz, gölge boksunu, hiç düşünmeden yapabiliyorsanız bir şey düşünmeden hemen karar verip vurabiliyorsanız tamamdır. Ama ip atlayamıyorsanız, vuramıyorsanız henüz boksu öğrenememişsiniz. Gölge boksu, boksun temeli. Muhammed Ali’nin dediği gibi” hayaliniz yoksa uçamazsınız”… O hayali yaşamanız lazım.

Bundan sonraki projeleriniz neler?


Ben yine tabi ki, Topuz Spor Management olarak amacım, Türkiye’de yeni yetenekler bulup ki şuanda  Umut Camkıran isimli yeni yeteneğim var. Ağır siklette 7 maç 7 nakavt. Dünyada 1250 boksör içinde 140. Sıraya yükseldi. Hedefim onu ilk 15’e koymak. İlk 15’e girdiği anda Challenger olur yani, Dünya Şampiyonuyla mücadele hakkına sahip olur. Hedefim bu, buna yatırım yapıyorum. Onun dışında Topuz Mangement olarak RMO (Ring Masters Olympia) organizasyon yapıyorum. Bu tarz yetenekleri çoğaltıp, ülkem adına da organizasyonlar yapmaya devam edeceğim.

Son olarak okurlarım için bir mesaj alabilir miyim sizden?

Bu ülkenin içinde aynı gemide gidiyoruz. Hep derim mesela, Nuh’un gemisinde evren yok olurken, Nuh herşeyi almış içeri. Tilkiyi de almış, ağacı da almış, hayvanı da almış, insanı da almış. Biz bu gemide batarsak, hepimiz birden batarız. O yüzden bu geminin içinde toplumsal bir mütabakatla birbirimize destek vererek, başarılı olan işlerin arkasında da destekle durmalıyız. Eleştiri mutlaka olacak çünkü eleştiri insanı bir noktaya getirir. Bu eleştiriyle beraber, bir Türk markası olarak, dünya çapında başarılı sporcular yetiştirerek ve buna inanarak destek vermeliyiz.

Size nasıl ulaşabilirler?


Bana ulaşmanın en kolay yolu sosyal medya adreslerimizden olur;
twitter/@birol_topuz
facebook/Birol Topuz
instagram/biroltopuz
linkedln/Birol Topuz

Sevgili Birol Topuz, Türk sporuna gerek başarılarınızla gerek yetiştirdiğiniz geleceğin şampiyonları ve eminim dünya şampiyonu olacak olan öğrencilerinizle gerekse gerçekleştirdiğiniz dünya standartlarındaki spor organizasyonlarıyla bir marka olduğunuzu düşünüyorum. Kendim ve okurlarım adına size bir kez daha teşekkür ediyorum. Gerçekten çok özel bir örnek olduğunuz düşünüyorum. Bu güzel söyleşiyle ve harika bilgilerle, umarım neredeyse sadece futbolun spor sayıldığı ve takip edildiği ülkemize güzel bir alışkanlık kazandırmanın önünü açmışızdır.

Bize ayırdığınız zaman ve yazınız için size çok teşekkür ediyorum. Dilerim tüm mücadele sporlarıyla alakalı olarak herkese bilgilendirme açısından bir faydamız olmuştur. Birdahaki organizasyonumuzda, sizleri de ring kenarında seyirci olarak aramızda görmek ve bu heyecanı canlı olarak sizlere de yaşatmak bizleri memnun eder. Başarılar diliyorum.

Bunun için sabırsızlandığımı söyleyebilirim, teşekkürler. 

Spor dünyasının en başarılı örneklerinden Birol Topuz ile gerçekleştirdiğimiz bu keyifli ve yararlı bilgilerle dolu söyleşi eminim bir çok gence ve kendini genç hissedenlere ışık olmuştur. Özellikle günümüzün fastfood & akıllı telefon gençliğine seslenmek istiyorum.YaşIandığımız için egzersiz yapmayı bırakmıyoruz, egzersiz yapmadığımız için yaşIanıyoruz. HAREKET ET !


Spor bir miIIetin gençIerinin o üIkeyi ayakta tutmasını sağIar.Sporda başarıIı oImak için bütün miIIetçe sporun niteIiği ve değeri anIaşıImış oImak ve ona kaIpten sevgiyIe bağIanmak ve onu vatan görevi saymak gerekir diyen bir liderin torunlarıyız unutma.... 
Sevgiyle, sporla

PINAR TOK






BİR "OK" ÇEKSEM KARŞIKİ DAĞLAR YIKILIR :)
Hangi özlem dolu yüreğin hangi dağlara bakarak feryadıdır bu türkü bilinmez ama ben derim ki sen o türküdeki gibi of çekme gel ok' u çek... Hayat bir şeylere üzülecek kadar uzun değil, zaman da hayatın hiper aktif kardeşi, yerinde durmuyor, koşuyor... Streslerini, üzüntülerini, içinde kalan her şeyi bir okla fırlat gitsin, mutluluk olsun hedefin de...
Denedim, gördüm, dinledim ve içimde yatan bir okçu varmış onu keşfettim. Kendimde yeni bir şey keşfettim diyorum şaka değil;) İnanılmaz bir tarih yatıyor okçuluğun kökeninde, dinledikçe tüylerin ürperiyor o derece. Hatta dinlerken o kadar heyecanlandım ki bunları biran önce yazıya döküp seninle paylaşmak istedim. Birazdan işin üstadından ve dünyanın en şeker yöneticisinden öğrendiklerimi sana aktarıyor olacağım ama kısaca eklemek istediğim bir şey var öncesinde;

Öğrendiklerim çok değerli bilgilerdi. Mesela, ilk atışımda kepaze (okçuluğun tarihinde ok atmayı beceremeyenlere, acemilere özel bir sıfat :) ) olmadım. Başta söylediğim gibi sanki yıllardır okçuluk eğitimi alırmışım gibi tak diye hedefe bıraktım oku. Etrafımdakiler kadar şaşırdım sonra anladım ki bu iş karakter işi, "ne alaka şimdi" dediğini duyar gibiyim:) Bağımlı sevgi yaşayan ve sevdikleri insanları öyle kolayca bırakamayan insanlar atamazmış ilk defasında oku. Gerdikten sonra duraksar ve oku fırlatamazmış. Bense tak diye fırlattım çünkü, mutluluk dışında bir bağımlılığım yok!  Hani Ajda' nın bir şarkısındaki gibi " senin yerinde olsam, ufak ufak uzarım durmam, bir dakika bile katlanmam, pılımı pırtımı toplar giderim " :))) Birisi üzüyor mu, yoruyor mu? Ok hızında yolla gitsin, güven bana tecrübeyle sabit mutluluğum :) Bırak huzur verenler kalsın hayatında....

Yaban Akademi’nin yöneticisi Sevgili Sevda Turgut ok atarken hem kendinde hem de akademi eğitimleri sırasında yaptığı gözlemlerden yola çıkarak bir tespit yapıyor. “Kadınlar oku bırakmakta zorluk çekiyorlar. İlk ok atmaya başladığımda, her şeyi doğru yapıyordum ama bırakırken zorlanıyordum. Daha sonra kadın katılımcılarımızı gözlemledim fark ettim ki en çok kadınlar oku bırakırken zorlanıyorlar. Tıpkı hayatın diğer alanlarında olduğu gibi. Eşlerini, sevgililerini, çocuklarını, semtlerini, evlerini, işlerini bırakmakta zorlandıkları gibi. Ok atarken sihirli bir şey oluyor. Çöpleri boşaltmayı öğreniyor insan. Kendisine yük olan fazlalıkları, bağımlılıkları bırakıp, hem ruh ve beden sağlığına hem de yakın çevresine faydalı olacak yeni şeylere yer açıyor. Okçuluk sadece bir spor değil bu anlamda insanın kendisini ve diğer insanları anlaması için bir olanak…” diyor.  

Oku hedefe götüren, onun hedefe gideceğine olan inançtır!
Stresten kurtul, hedefe odaklan ve başladığın işi bitirmeyi öğren!

Ata sporlarımızdan biri olan okçuluk eğitimi için tekrar Yaban Akademi' deyim. Yine sıcak bir karşılama eşliğinde, okçuluk eğitimim öncesinde kahvelerimizi yudumlarken Yaban Akademi' nin harika ekibinin bir parçası olan ve yazımın başında bahsettiğim, Yaban Akademi' nin yöneticisi sevgili Sevda Turgut ve okçuluk eğitmeni sevgili Eda Şentürk ile çok keyifli bir sohbeti röportaja çevirdik... 

Okuyacakların spor, tarih, maneviyat kısacası insani olan herşeyi içeriyor. Yani okçuluk zannettiğinden de öte bir değer taşıyan çok asil bir spor.

Sevgili eğitmen Eda Şentürk der ki 3K' dadır işin sırrı; Koordinasyon, Konsantrasyon, Kondisyon
Çok eski zamanlara dayanan okçuluk yaş, cinsiyet, kilo, boy sınırlaması olmadan ailece yapılabilecek olimpik bir spordur. İlk insanın ok kullandığını kanıtlar nitelikte mağara resimleri ve arkeolojik kazılarda çıkan ok uçları tarihe ışık tutar. Evrensel bir ata sporu olan okçulukta coğrafi alan ve teknolojiye göre malzemeler farklılık göstermektedir.

Göçebe hayatın gerekliliği olan okçuluk Orta Asya’daki Türklerin en önemli silahı olmuş ve yerleşik hayatla birlikte Göktürk Alfabesinde ok ve yayı harf olarak kullanmalarıyla günlük yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

Tarihte Türkleri Okçulukta en parlak dönemine taşıyan Osmanlılarda ise okçu olmak herkese nasip olmamıştır. Bunun için önce "kepaze olmak" ve sonrasında "çile çekmek" gerekiyordu. Osmanlıdan günümüze kalan nişan taşları - dikili taşlar hala tarihimizi canlı tutar. Avlanmayla başlayan serüven savaş silahından sonra günümüzde yerini spora bırakmıştır. Günümüzde geleneksel yaya bağlı kalınarak yapılan klasik yay ve makaralı yay klasmanları ile yarışmalar yapılmaktadır. Şu an Türkiye, gençler ve yıldızlar kategorilerinde Dünyada ilk 3' tedir.
Okçuluk profesyonel bir spor olarak yapılabileceği gibi Koordinasyonu, Konsantrasyonu ve Kondisyonu geliştirebileceğiniz, hobi olarak yapabileceğiniz ve sizi içsel kontrole sürükleyen bir serüvene de davet ediyor.
Harika eğitim ve bilgiler için ( ki konuştuklarımızın sadece bir özetidir bu, tamamı roman olurdu inan :) , yerinde birebir dinlemenin keyfi çok çok başka) . Eda hocaya buradan da çok teşekkür ediyorum herkes adına. 

Gelelim en şeker yöneticiyle neler konuştuğumuza ;)
(Blog arşivimde bulunan İsveç yazımdaki bir bilgiyi hatırlatmak isterim; fazla siz'li biz'li cümleler, dialoglar samimiyetsiz bulunuyor İsveç kanunlarına göre:) Bu kanun bende de geçerli bu yüzdendir ki, sevdiğim, saydığım, sohbetinden keyif aldığım ama yeni tanıdığım herkese de bu samimiyetle hitap etmeyi severim)

PINAR: Sevgili Sevda pozitif ve içten yaklaşımın, yüzündeki samimi ifadeye o kadar yansıyor ki konuşurken gözlerin parlıyor...Yoğunluğunu da bilerek soruyorum sana nedir bunun sırrı, sadece okçuluk sporu olamaz öyle değil mi:)) ?
SEVDA: Teşekkür ederim. Bu karşılıklı bir ışıltı, senin ışığın ile tamamlanan bir aydınlık, başka türlü olmazdı. İnsan doğanın bir parçası olduğunu hatırlamaya başladığında, doğanın kusursuz ve olağan akışına karıştığında oluyor ne oluyorsa. En kadim öğretmen, en koşulsuz alış veriş doğa ile içinde yaşayan canlılar arasında gerçekleşiyor. Yani doğayla iç içe ve doğal yaşamaya çalışmak insanı pozitif zeminlerde tutuyor.

PINAR: Yaban Akademi o kadar iyi ve pozitif bir ekibe sahip ki, seçilmiş insanlar diyorum sizlere. Sanırım blogum Yaban Akademi'nin eğitim yazılarıyla dolacak uzun süre :), buradan çıkmak istemiyor insan, bu büyüyü nasıl yarattınız ?

SEVDA: Seninle yaptığımız söyleşiler de sana teşekkür etmekle geçecek sanırım:) Yaptığımız iş kişisel hırsları, ehilleşmemiş egoları, nefreti, şiddeti ve öfkeyi barındırmıyor çünkü. Öğrenmeye ve paylaşmaya odaklıyız. Burası bir akademi ve doğa sporlarının, hobilerinin öğretildiği ve paylaşıldığı bir akademi. Doğal olarak ekibimiz de öğreniyor. Birlikte öğreniyoruz. Öğrenemeyen aramızda duramıyor zaten. Sevgiyi, saygıyı, paylaşımı, yaratıcılığı ve çabayı gerektiren işler ve ilişkiler içerisindeyiz. Sanırım yansıyan bu. 
PINAR: Okçuluk sporu ile ilgili tarihi ve teknik bilgileri bir kenara bırakıp senin anlattığın manevi yönlerine dönmek istiyorum. Sohbetimiz esnasında çok etkilendiğim birşeyler anlatmıştın. Tekrarlar mısın bunları?

SEVDA: Okçulukla tanıştığımda ve ilk atışlarımda fark ettim ki her şeyi doğru yapıyorum ama bırakmakta zorlanıyorum. Daha sonra kadın katılımcılarımızı gözlemledim fark ettim ki en çok kadınlar oku bırakırken zorlanıyorlar. Tıpkı hayatın diğer alanlarında olduğu gibi. Eşlerini, sevgililerini, çocuklarını, semtlerini, evlerini, işlerini bırakmakta zorlandıkları gibi. Ok atarken sihirli bir şey oluyor. Çöpleri boşaltmayı öğreniyor insan. Kendisine yük olan fazlalıkları, bağımlılıkları bırakıp, hem ruh ve beden sağlığına hem de yakın çevresine faydalı olacak yeni şeylere yer açıyor. Okçuluk sadece bir spor değil bu anlamda insanın kendisini ve diğer insanları anlaması için bir olanak. 
Ok atarken düz bir çizgi üzerinde duruyoruz. Sen de deneyimledin bunu. Bir holdingin patronu da olsan, o holdingin her hangi bir çalışanı da olsan o çizgide eşitleniyorsun ve sadece kendinle yarışabiliyorsun. İnsanın kendi içine yaptığı bir yolculuk aynı zamanda. 


PINAR: Bakışlar ve enerji çok önemlidir karşındakinin samimiyetini hissetmek adına, seninle konuşurken çok klişe olacak belki ama daha iyi ifade edemem, sanki seni yıllardır tanıyormuşum gibi keyif ve güven hissettim. Bu enerjin doğuştan elbette ama keşfedip geliştirmek için artı birşeyler yaptın mı? Bu soru da ne alaka deme sevgili okurum :) , alakası şu ki günümüz ilişkilerinin bu samimi formüle ihtiyacı var, iyi bir okçu olmak isteyenler gibi... 

SEVDA: İçerisi nasılsa dışarısı da öyledir. Biz aslında bir bütünün parçalarıyız. Hepimiz BİR’iz. Kendinden bilmek, kendi deneyimlerinden yola çıkmak, empati geliştirmek ve korkunun, kaygının, endişenin yerine hepsinden çok daha güçlü olan sevgiyi koymak sanırım çok daha rahat ve yüksüz devam etmemizi sağlıyor. Karşıda ne görüyorsak ve bunu dillendiriyorsak bu bizim de bildiğimiz, tanıdığımız bir şey olmalı değil mi? Çuvaldızı kendime iğneyi diğerine batırmak diyelim kısaca:)

PINAR: Peki sen oku ilk eline aldığında kepaze oldun mu:) ? Senin ok atışın sana ne diyor ve neden? Bu noktada okuyuculara ne tavsiye edersin, neden bu sporu yapsınlar?

SEVDA: Hayat deneyimimin bana kazandırdığı bir bilgi bu “ne çok hal var insanda” diye düşünüyorum. Her halimizi kabul edip gözlemlemeliyiz. Bir şeye başlarken her şeyi göze almak gerekir, dolayısıyla “kepaze” olmayı da göze almıştım. Çünkü öğrenmek istiyordum. Öncelikle bedenime iyi geliyor. Öğrendikçe de ruhumu besleyen bir hobiye dönüştü. Bir bütün olmak hatta tamam olmak için yapsınlar. Beden sağlığı olmalı ki sağlıklı bir ruh ve ışık saçan bireylerle çevrelensin dünyamız. 
Yay ve ok ile tanıştınız. İhtiyacınız olan dikkat, konsantrasyon, hedefe odaklanma ve beden sağlığını koruma ve güçlendirme konusunda başarılı oldunuz. Şimdi siz ve odaklandığınız hedef göz gözesiniz. Kendinizle başbaşa. Rakip sizsiniz. Tek başına başaracak ve tek başına kutlayacaksınız. Okun hedefe gideceğine olan inancınız tam. İçinizde durdurulması imkansız olan o coşku ve heyecanı dışarıdan birinin hissetmesi imkansız. Birey olmanın, kendine yatırım yapmanın ve zirveye ulaşmanın doyumsuz keyfini yaşıyorsunuz. “Anlatılmaz yaşanır “ cümlesinin hakkını verecek ve sürekli kendinizi aşacaksınız
PINAR: Engelli insanların ( en büyük engel sevgisizliktir ) da okçu olduklarını, bu spor dalında birçok başarıya imza attıklarını biliyoruz peki, kendini eve kapatan, toplumdan soyutlayan engelli kardeşlerimiz için yüreklendirici neler söyleyebilirsin? 

SEVDA: Okçuluk engelsiz bir spordur. Önce zihnimizdeki engelleri kaldıralım ki dünyaya baktığımız pencereler genişlesin. Herkes ok atabilir yeter ki içerden isteyelim. 

PINAR: Çocuklar için bir organizasyon olduğunu söylemiştin okçulukla ilgili özellikle soruyorum, yaş sınırı var mıdır ve çocuklar neden katılmalı?

SEVDA: Çocuklar 9 yaşında okçuluğa başlayabilirler.
Dikkat gelişimi için çok değerli bir spordur. Planlı, düzenli ve bilimsel çalışmayı öğretir.Birey olarak varlık göstermelerini sağlar. İyi bir kontrol sistemine sahip olan okçuluk; konsantrasyon ve çalışma disiplini açısından oldukça faydalıdır. Fiziksel olarak düzgün duruş alışkanlığı edinen çocuklar, okçuluk sayesinde skolyoz sorunu yaşamazlar. GH- Büyüme Hormonunun düzenli üretilmesine yardımcı olur. Bağışıklık sistemini destekler. Adaptasyon, motivasyon ve başarıya odaklanmalarını sağlar.

PINAR: Hayata dair çok güzel cümlelerin var ve tavsiyelerin, o yüzden sana bırakıyorum son sözleri, eklemek istediklerini ve iyi ki tanımışım diyorum seni ve güzel ekibini. Herşey için çok teşekkür ediyorum büyük keyifti benim için aranızda olmak ve bunları yazıya dökmek...

SEVDA: Dünya nefes almak üzere tasarlanmıştır. Yani nefes alıp verebiliyorsak yaşayabiliyoruz. Birbirimizin nefes almasını engelleyecek her şeyden kaçınalım ve laf olsun diye söylemiyorum sadece bir bardak çayımızı, bir fincan kahvemizi içmek için de olsa Yaban’a uğrayın, sizi ağırlamaktan mutlu oluruz. 
Sevgili Pınar sana da güzel bir atasözü düştü:) “kişi kendinden bilir işi” diye. Güzel varlığına teşekkür ederiz. 

Her zaman söylüyorum; vakit çar çur edilecek şımarıklık yapılacak bir şey değil diye. Nefes alıyorsan, sağlıklıysan şükret ve an' da yaşa. Yapacak çok şeyin varsa ve "vaktim yok" diye yakınıyorsan, odak noktanı kendine çevir derim. Kendine değer ver ilk önce, kendini sev! En az bir hobin olsun ve en az bir spor dalını alışkanlığa dönüştür. Sadece sağlığın için değil, ruhun için de yap bunu.


OK GİBİ GİDEN ZAMAN GERİ GELMEYECEK. KENDİ İÇİNE DÖN, YETENEKLERİNİ, SENİ MUTLU EDEN ŞEYLERİ KEŞFET, KENDİNİ ARA. BULDUĞUNDA GÖRECEKSİN MUTLULUK DA SENİ BULACAK HUZUR DA...

Rezervasyon ve detaylı bilgi için; 0212 351 96 96 / 0533 150 88 85 no'lu telefon numaralarından bilgi alabilir, diğer eğitimleri incelemek için www.yabanakademi.com web sayfasını ziyaret edebilirsin. 


Sevgiyle,
PINAR TOK

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
PROF.DR.SEVİL ATASOY

İlham aldıklarım...

İlham aldıklarım...
BETÜL MARDİN

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜

Güzel ANNEM sen hep benimlesin💜
Annem

W.SHAKESPEARE

Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *


Bu Blogda Ara

Translate

Blog Arşivi

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE

HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSE
GÜLÜMSEMEK GÜLÜMSEMEYİ ÇEKER ;)

sporun her rengi

sporun her rengi
JET SKİ sevenler

PİLATES AŞKI

PİLATES AŞKI
SAĞLIKLI YAŞ ALMAK İÇİN